TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
Weber’in ülkemizdeki temsilcisi sayılan ve asıl ilgi alanı ekonomi olan
Sabri F. Ülgener, ‘iktisat zihniyeti’ adını verdiği bir tutum ahlakından söz
etmektedir. Bu ahlakın oluşmasında dinin işlevini açıklıyor olması, onu din
sosyolojisi yapmaya yöneltmiştir. Ülgener’in konumuzla ilgili eserleri
arasında, Darlık Buhranları, İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası,
Zihniyet ve Din: İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı gibi çalışmaları
sayılabilir. Ona göre, toplumsal oluşum ve dönüşümün başlangıçlarında
önemli ölçüde dinden kaynağını alan bir ‘iktisat ahlakı’ vardır.
Tamamen değerlerle yüklü bu iktisat ahlakı, coğrafi, ekonomik, sosyo–kültürel
ilişki biçimleri ve siyasal yapılanma bileşkesinde yeni bir şekil alır ki
buna ‘iktisat zihniyeti’ denir. Bu artık salt bir dini ahlak değildir; toplumsal
şartların etkisinde yeniden oluşmuş bir tutum ahlakıdır. Ancak gelinen
noktanın kökleşmesinde dinin önemli bir işlevi olduğu için bu algılayış
biçimi de bütünüyle dinin bir görüşü sanılır. Ülgener, çalışmalarında İslam
dünyasının sorunlarını, tarihi gelişimi içinde dinle bağlantılı bir zihniyet
olgusuyla çözmeye çalışmıştır.
Erol Güngör ise, ağırlıklı olarak kültür ve sosyal değişme konularını
işlediği diğer eserleri yanında özellikle ‘İslam’ın Bugünkü Meseleleri’ ve
‘İslam Tasavvufunun Meseleleri’ adlı çalışmalarında din sosyolojisi ile ilgili
konulara geniş yer vermektedir. Avrupa ve Amerika için Sovyet tehdidinin
ortadan kalkması durumunda, İslam dünyasındaki gelişmelere karşı Batı’nın
tavrının daha olumsuz olacağını belirten Güngör, böylece, bugün Batı’nın
İslam’ı terörle özdeşleştiren düşmanca tutumunu ve bunun nedenlerini
1980’lerin başında büyük bir öngörüyle tahmin etmektedir. Dinde reform
konusunda ise, düzeltilmesi gerekenin dinin kendisi değil, Müslümanlar ve
onların İslam anlayışı olduğunu ve bu konudaki modelin ise Hz. Peygamber
ve sahabe olması gerektiğini belirtmektedir.
İslam mistisizminin dışarıdan aldığı unsurları Kur’an ve Hadis kaynakları
ışığında kendi bünyesinde erittiği ve asimile ettiğini belirten Güngör, bu
uyarlama işlemi sonucunda ortaya İslam’a özgü bir mistisizm yorumu olarak
İslam tasavvufunun çıktığını ve bu yorumun hala güçlenerek yaşamaya
devam ettiğini söylemektedir. Mistik hareketlere olan ilginin daha çok
toplumsal çözülme dönemlerinde nüksettiğini söyleyen Güngör, bu konuda,
13. yüzyılda Moğolların Ortadoğu’yu istila etmeleri sonucunda istikrarsızlaşan
ve karışan toplumsal süreçte halkın sufizme sığındığını vurgulamaktadır.
Diğer yandan, siyasi, sosyal istikrarsızlık dönemlerinde tarikatların da
düzensizleştiklerini vurgulayan Güngör, bu çerçevede, tarikatların 19.
yüzyıldaki bozulmalarının, Müslüman toplumlardaki genel bozulma ve
bozgunla ilgili olduğunu belirtmektedir.
Diğer yandan, bir dönem Washington’daki Amerikan Üniversitesi İslami
Araştırmalar Merkezi’nin başkanlığını da yapmış olan Şerif Mardin’in din
sosyolojisi alanındaki en önemli eserleri, “Din ve İdeoloji”, “Modern
Türkiye’de Din ve Siyaset”, “Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye’de
Din ve Toplumsal Değişim” adlı çalışmalardır. 1960’lı yılların ortalarından
itibaren din, ideoloji ve kültür konularına ağırlık verdiği görülen Şerif
Mardin’in yaklaşımlarında, Türk modernleşmesi ve Türk siyasal hayatı açısından,
ortodoks devlet İslam’ı (ve İslam’ın devlet seçkinleri) ile heterodoks
halk (volk) İslam’ı (ve İslam’ın halk seçkinleri) arasındaki ayrım çizgisi
önemli bir analitik araç olma niteliği taşımaktadır. İslamiyet’in ‘volk İslam’
şeklinin, Türkiye’deki tarihi gelişmeler sonucunda bir yumuşak ideoloji
haline geliş sürecini analiz etme girişiminde Şerif Mardin, bugün dahi
İslam’ın bu formunun halk arasında dünya görüşünü nasıl şekillendirdiğini
göstermeye çalışmaktadır.
Türk modernleşme deneyimi içinde yaşanan süreçlere benzer gelişmeler,
Mardin’e göre 19. yüzyıl Batı düşüncesinde de benzer yönelimlerle tartışılmıştır.
Örneğin Durkheim, insanların, içinde saklanabilecekleri birincil ilişkilerin
yoğun olduğu kurumlara dikkat çekmiş, insanların bu gibi kurumları
modern dünyada bulamadıkları sürece modern dünyaya uymakta çekebilecekleri
zorluklara işaret etmiştir. Tönnies’in tabirleriyle söylemek gerekirse,
gemeinschaft (geleneksel) ilişkilerden gesellschaft (modern) ilişkilere geçiş
modern dünyanın en önemli uyum problemidir. Mardin’e göre bu kapsayıcı
birincil ilişki özleminin, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde ümmet
yapısından yeni çıkmış kimseler tarafından duyulmasını yadırgamamak
gerekir. Volk İslam’ın gücünü ve etkinliğini biraz da bu özlemin giderilmesi
konusundaki işlevlerinde aramak gerekir.