TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
Türkiye’de din sosyolojisinin kısa tarihi içerisinde Ziya Gökalp, II.
Meşrutiyet Döneminin olduğu kadar, Cumhuriyet döneminin de en önemli
din sosyologu ve ideologudur. Bu nedenle onu izlemeye devam ediyoruz.
1919’da İstanbul’un İngilizler tarafından işgaliyle İttihat ve Terakki fırkasının
ileri gelenleri Malta’ya sürülür. İttihat ve Terakki’nin merkez komitesi
üyesi ve ideologu olarak Ziya Gökalp de sürülenler arasındadır. 1921’de
sürgünden dönen Gökalp Diyarbakır’da yayın hayatına iki yıl devam edecek
olan “Küçük Mecmua”yı çıkarır ve yeni hükümeti destekleyici yazılar
kaleme alır. Bu dönemde özlemini duyduğu ulusal devletin ideolojisinin
temel düşüncelerini hazırlama çabasına girer. 1923’de “Türkçülüğün Esasları”
nı yazar. Bu eserinde ileri sürdüğü düşünceler Cumhuriyet Türkiye’sini
şekillendirecektir. Aynı yıl ikinci dönem Diyarbakır milletvekili seçilen Ziya
Gökalp, Cumhuriyetin birinci yılında, 1924’de ölür.
Gökalp, hayatının bu döneminde sosyolog ve siyasetçi kimliğiyle bir
ıslahatçı (reformist) olarak görülmektedir. Din-siyaset ilişkileri bağlamındaki
görüşleriyle Cumhuriyet dönemi devrimlerinin bir kısmının gerçekleşmesine
öncülük etmiş, katkı sağlamıştır.
Kısaca bakılacak olursa, ona göre; geleceğin laik devletinde, dini
konularda en yüksek yetkisinin yanı sıra, devlet yasalarının da dine
uygunluğunu denetleme görevini de yürüten Şeyhülislamlık kurumuna yer
verilmemelidir. Şeyhülislamlığın yetkisinin sadece dini inanç ve törenlerle
ilgili konularda sınırlandırılmasını önermektedir. Daha sonra Şeyhülislamlık
kaldırılarak, onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Türkçülüğün Esasları adlı kitabında her çeşit teokratik kurallarla, Şer’iyye
ve Evkaf Mahkemelerinin kaldırılmasını istemiştir. 1924 Mart’ında “Evkaf-ı
Hümayun” kaldırılarak yerine başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü
kurulmuştur.
Gökalp, eğitim alanında da dini ve laik iki çeşit eğitim sistemine son
verilerek medreselerin İstanbul Darülfünun’u ile birleştirilmesini önermiş, bu
önerisi de kabul edilerek medreseler kaldırılmıştır.
Hilafet konusunda farklı düşüncelere sahip olan Gökalp, uluslararası
siyasal öneminden dolayı hilafetin kaldırılmasını doğru bulmamaktadır.
Ancak o da, 1924’te çıkarılan bir kanunla kaldırılmıştır.
Gökalp, dinin de milli bir şekilde yaşanmasını ister. Bu da dinin milli dile
aktarılması ile mümkün olacaktır. Türkçülüğün Esasları adlı eserinde “Dinde
Türkçülük” başlıklı bölümüne bir buçuk sayfalık yer ayırmış, burada da
yalnız Türkçe ezan ve hutbe konusunu ele almıştır.
Bu kısa açıklamalardan Ziya Gökalp’ın genel ve özel din sosyolojisinin
gerek II. Meşrutiyet döneminde ve gerekse Cumhuriyet’in ilk yıllarında ne
denli dinamik ve işlevsel bir yapıya sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle
onun modern Türk din sosyolojisi biliminin öncüsü ve hatta kurucusu olduğu
söylenebilir.
Bu dönemde, Hüseyin Cahit’in 1924’te E. Durkheim’in “Dini Hayatın
İbtidai Şekilleri” (2 cilt) adlı çevirisiyle, 1927’den itibaren Hilmi Ziya’nın
“Dini İctimaiyat”la ilgili bir seri makalesi kayda değer çalışmalardır. Ancak
bunlar (Animizm, Naturizm, Totemizm gibi) insanlığın ilk dini ve dinlerin
evrimi etrafında yapılan çalışmalardan öteye yeni bir şey getirmemektedir.
Ziya Gökalp’den sonra, uzun yıllar din sosyolojisi çalışmaları yapılamamıştır.
Pozitivizm etkisiyle siyasi yapılanmanın bu anlayışa göre şekillenme
çabaları, din (İslam) üzerine çalışmalarda bir kırılmanın yaşanmasına neden
olmuştur. İslam özelinde din görmezden gelinmiş, pozitivist-evrimci anlayış
politik kaygılarla birleşince dinden uzak durulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde
Türkiye’de din sosyolojisinin Comte-Durkheim sosyoloji çizgisini sürdürmesi
onu bu dar alana sıkıştırmış, ayrıca dinlerin artık dönemlerini kapadığı varsayımı
da din araştırmalarını durma noktasına getirmiştir. Halbuki aynı dönemlerde
Weber’in din sosyolojisi anlayışını sürdüren Batılı din sosyologlarının
“anlayıcı sosyoloji” çerçevesinde önemli ve gittikçe artan çalışmalarla yeni
açılımlar/kuramlar geliştirdikleri bilinmektedir.
Ülkemizde bu uzun kesintiden sonra nihayet 1943’de Hilmi Ziya
Ülken’in (1901–1974), Din sosyolojisi biliminin Cumhuriyet dönemindeki
ilk müstakil eseri olan “Dini Sosyoloji”si yayınlanır. Yönteminin Durkheimci
bir çizgi izlediğini belirten Ülken, eserinde pozitivist-evrimci geleneği
sürdürür.
Cumhuriyet döneminde din sosyolojisi öğretimi, kurumsal olarak ancak
1949’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin açılmasıyla yeniden programa
alınır. Böylece Cumhuriyet döneminde ilk din sosyolojisi öğretimi
Mehmet Karasan (1907–1974) tarafından başlatılır. “Din Sosyolojisine Giriş”
adıyla hazırladığı ders notlarından başka Mehmet Karasan’ın din sosyolojisinin
doğuşu ve gelişimi bakımından en önemli çalışması 1953’de A.Ü.
İlahiyat Fakültesi dergisinde yayınlanan “Din Sosyolojisinin Öncüleri ve
Kurucuları” adlı makalesidir.
Türkiye’de din sosyolojisinin gelişiminin önemli bir aşaması da, Ankara
Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak bulunan Hans Freyer’in (1887-
1969), 1959-1960 öğretim yılında İlahiyat Fakültesinde verdiği din sosyolojisi
dersleridir. Bu dersler bir araya getirilerek 1964 yılında “Din Sosyolojisi”
adıyla yayınlamıştır.
Bu dönemin diğer önemli bir ismi de Mehmet Taplamacıoğlu’dur (1910-
1995). Mehmet Karasa’nın İlahiyat Fakültesi’nden ayrılmasıyla, din sosyolojisi
derslerine girmeye başlayan Taplamacıoğlu, 1961’de “Din Sosyolojisi-
Giriş” adlı çalışmasını yayınlar. Daha sonraki yıllarda yeni konular ekleyerek
eserini genişletir. “Din Sosyolojisi” (1963-1974) adıyla yeniden fakülte
yayınları arasında basılır. Taplamacıoğlu’nun gerek bu eseri ve gerekse (“Din
ve Toplum İlişkileri ve Dini Gruplar”, “Yaşlara Göre Dini Yaşayışın Şiddet
ve Kesafeti Üzerine Bir Anket Denemesi”, “Laiklik İlkesi ve Türkiye’deki
Durum” gibi) teorik ve uygulamalı diğer çalışmaları bu bilim dalının ülkemizde
yeniden tanınmasına ve canlanmasına katkı sağlamıştır.
Diğer yandan, Cumhuriyet öncesi dönemde önemli araştırma konuları
arasında yer alan “İslâm İctimaiyatı”nın,uzun bir aradan sonra Ziyaeddin
Fahri Fındıkoğlu (1901-1974) tarafından yeniden gündeme getirildiğini görüyoruz.
Fındıkoğlu 1966’da yazdığı “Biraz da İslâm sosyolojisi” adlı makalesiyle
bu alana dikkati çeker. O, makalesinde Türkiye’deki sosyolojinin her
şeyden önce Türk sosyolojisi, hiç değilse İslami medeniyetin sorunlarını içeren
bir sosyoloji olması gerektiğini vurgulayarak, günümüz dünya sosyoloji
hareketleri yavaş yavaş Batı kadrosu içine Doğu’yu da almaya çalışırken, biz
batılılaşma gibi anlamsız bir parola adına kültür hayatımızı perişan ediyor, bir
anlamda da batılı olmaktan çıkıyoruz demektedir.
Gerçekten de Batılı din sosyologlarının bugün artık klasikleşen eserlerinde,
doğal olarak kendi toplumlarının dini olan Hıristiyanlık üzerine
yoğunlaştıkları, ancak Yahudilik, Uzak Doğu dinleri ve kısmen de İslamiyet
üzerinde de durdukları bilinmektedir. Batıda İslam sosyolojisine yönelik
çalışmalarda 20. yüzyılın ortalarından itibaren gözle görülür bir artış kaydedildiği
de dikkati çekmektedir.