Din Sosyolojisi

TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ

Batı’da, sosyolojinin felsefi bir geleneği vardır. Sosyoloji, felsefi düşüncenin

toplum olayları üzerine eğilmesi sonucu doğmuştur. Ülkemizde ise, İbn Haldun’un

etkisiyle sosyolojinin ilk habercileri tarihçiler olmuştur. Katip Çelebi,

Naima, Müneccimbaşı, Pirizâde, Ahmet Cevdet Paşa, Mizancı Murat Bey bunun

örnekleridir. Özellikle A.Cevdet Paşa, tarihi sosyolojik açıdan ele alan

ilk tarihçidir.

Türkiye’de Batılı anlamda sosyoloji ise, II. Meşrutiyet öneminde, A.Comte’nin

kurup Durkheim’in geliştirdiği sosyoloji okulunun düşüncelerini seyen

Ziya alp ile Le Play’ın kurduğu sosyal bilim okulunun görüşlerini savunan

Prens Sabahattin vasıtasıyla girmiştir.

Tanzimat Dönemi

Aslında sosyolojinin kurucusu A.Comte’nin Tanzimat hareketinin başlatıcısı

Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektupla, daha sonra Fransız pozitivistleriyle

yapılan yazışmalar ve yine bu dönemde dergilerde Batılı sosyologlardan çevriler

vb. dikkate alınacak olursa, Türkiye’de sosyolojinin ve din sosyolojisinin

ön tarihini Tanzimat döneminden başlatmak mümkündür.

Zaten sosyolojinin Fransa’daki çıkışına paralel olarak Tanzimat Dönemi

(1839–1876), Osmanlı aydınlarının Batı’daki gelişmeleri yakından izledikleri,

Fransa’daki toplumsal değişim ve bunalıma benzer sorunların Osmanlı’da

da yaşanıyor olması nedeniyle sosyal, kültürel, ekonomik ve yönetim

sorunlarına çözüm aradıkları bir dönemdir. Tanzimat aydınlarının sosyolojiye

ilgileri, sosyolojik düşünceyle tanışmaları ve bundan etkilenerek ürettikleri

entelektüel çabalar bilinmektedir. Bu nedenle Ali Süavi, Şinasi, Namık

Kemal, Münif Paşa, A.Cevdet Paşa gibi aydınları sosyolojinin ve din sosyolojisinin

öncüleri olarak görmek hiç de abartılı sayılmamalıdır.

Tanzimat aydınları, Osmanlı toplumunun sorunlarını Batı’daki

örneklerine uygun olarak toplumsal kurumların işleyişinde ortaya çıkan

bozulmalarda görmüşler ve bu durumu toplumun yapısıyla

ilişkilendirmişlerdir. Aile, eğitim, hukuk, siyaset vb. toplumsal kurumlarda

varsaydıkları sorunların çözülmesi yaşadıkları topluma da düzen ve esenlik

getirecektir düşüncesi bu aydınların sosyolojik yaklaşımları olarak

değerlendirilebilir. Örneğin bunlardan Ali Süavi’ye göre toplumsal ahlak

büyük ölçüde bozulmuştur. Bu durum, başta siyaset olmak üzere bütün

toplumsal kurumları etkilemektedir. Anlam ve değerini İslam’dan alan bir

ahlaki anlayışın tekrar kurulması halinde bütün bu bozulma ve çöküşün

önüne geçilebilir düşüncesi onun çağdaşı olan Fransız sosyologu Le Play’den

mülhem olan sosyolojik yöntemini biçimlendirmektedir. İkinci bir örnek

olarak Münif Paşa ise, eğitim yoluyla toplumun düzeleceğine inanmaktadır.

Eğitimi toplumsal gerileme ve bozulmalar karşısında bir çare ve önemli bir

toplumsal tedavi aracı olarak görme düşüncesi de E. Durkheim’e aittir.

Görüldüğü gibi 19. yüzyıl, Osmanlı Devleti ve toplumlarının (Memâlik-i

Osmaniye) karşı karşıya kaldıkları sorunlardan çıkış yolu arama çabalarının

yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı’nın

kendi düşünce geleneği içinde çözüm üretemediği ve açmazda olduğu,

dolayısıyla çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü bir dönemdir. Osmanlı’nın

çöküşünü önlemek için yapılan Tanzimat, Islahat, I. Meşrutiyet vb. yenilik

hareketleri hep sonuçsuz kalmış, kalıcı çözümler üretilememiştir.

Böylelikle kurtuluş reçetesi dışarıda, Batı’da aranmaya başlanmıştır. Batı’ya

yöneliş sürecinde sosyolojiyle karşılaşılmış, kurtuluş umuduyla o

yakından izlenmiş, izlenmekle kalmamış ateşli taraftarlarını da bulmuştur.

Artık, 19. yüzyılın son çeyreğinde devletin yaşadığı sorunlara paralel olarak,

devleti kurtaracak reçeteleri sunan bir bilimdir sosyoloji.

Bu bağlamda, Tanzimat dönemi aydınlarından Ahmet Cevdet Paşa’nın

din ve toplum anlayışının, konumuz açısından temsil edici bir örneklem

çerçevesi oluşturacağı söylenebilir. Dolayısıyla şimdi Paşa’nın bazı görüşleri

özetlenecektir.

Ahmet Cevdet Paşa (1823–1895)

1 2 3 4 5 6 7 8Sonraki sayfa