Din Sosyolojisi

TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ

Tanzimat döneminin önde gelen düşünürlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa,

büyük bir devlet adamı olduğu kadar aynı zamanda tarihçi, hukukçu, edip,

eğitimci ve sosyolog / din sosyologudur. Dolayısıyla o, çok yönlü bilim adamı

türünün son örnekleri arasındadır. Hem bilimde hem de siyasette başarılı

olmuştur. Bilim adamlığında döneminin tüm payelerini elde etmiş ve bu çerçevede

tarih, felsefe, hukuk, din, sosyoloji ve edebiyat alanlarında eserler

vermiştir.

Ahmet Cevdet Paşa’nın din sosyolojisi çalışmalarına kaynaklık edebilecek

eserlerinin isimlerini öğrenmeye çalışınız.

Ahmet Cevdet Paşa, gerçek bir sosyoloji – ve din sosyolojisi – malzemesi

olan İbn Haldun’un Mukaddimesi’ni Türkçeye ilk kazandıran kişidir. İbn

Haldun’un asabiyet teorisini Osmanlı Devleti’ne uygulayan Ahmet Cevdet

Paşa, Haldun’un ‘tavırlar nazariyesi’ni de Katib Çelebi, Müneccimbaşı,

Naima gibi Osmanlı tarihçilerine benzer bir anlayışla aktarmış ve her devlet

gibi Osmanlı Devleti’nin de kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve çöküş

safhalarından geçeceğini, ancak beşinci tavrın, tıpkı diğer Osmanlı

tarihçilerinin söylediği gibi, değiştirilebileceğini belirtmiştir. Paşa için nesebe

dayanan kavmi asabiyet ile ortak değerlere ve inanca dayanan manevi

asabiyetin birleşmesi, bir devletin sağlıklı ve uzun ömürlü olmasının

gerekçesidir.

Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı kurumlarına yeniden şekil verilmesi

konusunda farklı düşüncelerin hız kazandığı bir dönemde, gelenekçi Doğu

İslam kültürü ile yenilikçi Batı arasında senteze varmaya çalışmıştır. Osmanlı

kurumlarının İslami esaslara dayandığını dikkate alarak Batı devletleriyle

Osmanlı Devleti’nin farklı din ve medeniyetlerden doğduğunu, bu sebeple de

her yönden Batılılaşmanın hem yanlış hem de imkansız olduğunu düşünmüş,

sonuç olarak Batı taklitçiliğine ve maddeci felsefeye şiddetle karşı çıkmıştır.

Ancak yöntemde yenilikçiliği benimsemiş, Batı’nın pozitif bilimler, teknik ve

yönetim alanlarındaki üstünlüğünü kabul ederek bu alanlarla ilgili Osmanlı

kurumlarının Batı tarzında ıslahını savunmuştur.

Avrupa kanunlarının ve kurumlarının olduğu gibi alınmasına soğuk bakan

Ahmet Cevdet Paşa, İslami geleneklerin korunması gerektiğini söylemiş ve

bir kısım devlet ileri gelenlerinin Fransız kanunlarının alınması yönündeki

görüşlerine karşı çıkarak Mecelle’nin hazırlanmasında en önemli rolü oynamıştır.

Fransız medeni kanununun alınmasını isteyenlere ve bu arada en başta

Sadrazam Ali Paşa ile Fransız büyükelçisi De Bourée’ye karşı vermiş olduğu

mücadele sonunda milli bir kanunun hazırlanması düşüncesini kabul ettirmiş

ve bu düşünceye sonuna kadar sahip çıkarak Mecelle’nin tamamlanmasını

sağlamıştır. O’na göre, medeniyet dine bağlı olduğu gibi İslam toplumunun

anayasası da fıkıhtır ve İslam dini ve hukuku, İslam tarihi ve toplumlarını

kendi şartlarına göre biçimlendirmiştir.

Din deyince, ilahi menşeli, vahye dayanan bütüncü bir sistemi anlayan

Ahmet Cevdet Paşa, İslam’ı sadece bir iman ve ibadetler bütünü olarak görmemekte,

aynı zamanda bir dünya görüşü, bir hayat tarzı olarak anlamaktadır.

Paşa, hayata, tabiata, aileye, kanuna, devlete, ahlaka, topyekûn her alana

dinin ve imanın bakış açısıyla bakmaktadır. Ahmet. Cevdet Paşa, tarihte

Allah’ın koyduğu kanunların geçerli olduğunu söylerken, toplumlarda da

yine yaratıcının koyduğu kanunların geçerli olduğuna inanmakta ve devamlı

değişmekte olan beşeri kanunlar yerine bu sabit kanunları tercih etmektedir.

Batı ülkelerindeki toplumsal, hukuki, siyasi kurumların ve bunların

dayandığı kuralların, onların kendi inançlarının, kendi maddi ve manevi

şartlarının ürünü olduğunu kabul ettiğinden bunların aktarılmasına karşı

çıkan Ahmet Cevdet Paşa, Osmanlı kurumlarının da İslami kurallara dayanması

gerektiğini savunmaktadır. Osmanlı Devleti ile Batı devletlerinin farklı

inanç, din ve medeniyetlerin ürünü olduğuna inanan Paşa, bu nedenle,

Osmanlı toplumunda siyasi, idari, hukuki ve diğer alanlarda İslami etkilerin

egemen olduğunu belirterek bu alanlarda İslami hükümlerin dikkate alınmasının

daha isabetli olacağını savunmaktadır.

Öte yandan, İslamiyet’in getirdiği adalet ve eşitlik anlayışının toplumsal

hayatta önemli yansımaları olduğunu söyleyen Ahmet Cevdet Paşa’ya göre,

İslam dini herkese hak ettiği hürriyeti verdiği için İslam dünyasında Batı’daki

gibi bir hürriyet mücadelesi meydana gelmemiş; buna karşılık adalet düşüncesi

ön plana geçmiştir. İslam’daki bu eşitlik–adalet uyumundan dolayı Avrupa’daki

sınıf çatışmaları, feodalite, sömürü ve zulüm Osmanlı toplumunda

görülmemiştir.

Ekonomik hayatta liberalizmi benimseyen ve iş hayatında Müslümanların

da anonim şirketler kurmasını öneren Ahmet Cevdet Paşa, önemli eserlerinden

biri olan “Tezakir”de ekonomik buhran ile ahlaki çöküş arasında paralellik

kurmaktadır. Fransız Devrimi’ne de özel bir ilgi duyan Ahmet Cevdet

Paşa, bu konunun girişinde, kraliyet Fransa’sındaki ekonomik darboğaza ve

devrimi hazırlayan düşünce iklimine değinir. Ona göre, özellikle Voltaire ve

Rousseau gibi düşünürlerin din aleyhindeki düşünceleri devrim öncesi Fransa’sının

ahlaki bir buhrana sürüklenmesine neden olmuş ve ekonomik buhranla

birlikte ahlaki buhran devrime giden süreci hızlandırmıştır.

 

Meşrutiyet Dönemi

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6 7 8Sonraki sayfa

İlgili Makaleler