TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
Asıl din sosyolojisini, E. Durkheim sosyolojisinin Türkiye’deki temsilcisi
olup, din anlayışında da Durkheim’in etkisinden kendini kurtaramamış
bulunan Ziya Gökalp’ta bulmaktayız. Ziya Gökalp’ın üzerinde önemle
durduğu konulardan birisi de dindir. Ona göre din toplum tarafından
oluşturulan ve toplumlar için zorunlu, vazgeçilmez bir kurumdur. Bu nedenle
Gökalp hayatının her döneminde dine önem vermiştir. Durkheim etkisi ve
44
bakış açısıyla, teorik din sosyolojisi alanına yönelerek, dinin toplumsal
özellikleri ve işlevleri üzerinde durmuştur. Ona göre din, önyargılarla değil,
diğer toplumsal kurumlar gibi sosyolojik özellikleri ile bilimsel olarak
incelenmelidir.
Nitekim İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde 1913’te kurduğu
“İlm-i İctima” kürsüsünde, genel sosyoloji yanında özel sosyoloji alanında
dini sosyoloji (İlm-i İctimai Dini), hukuk sosyolojisi gibi dersler de verdiği
bilinmektedir. Bu derslerin notları taş basması olarak çıkmıştır. Böylece
“İlm-i İctimai Dini” adıyla basılan bu eser, Türkiye’de ilk din sosyolojisi ders
kitabı ve telif eser niteliğini de taşımaktadır. Ayrıca, din sosyolojisi ile
doğrudan ilgili birçok makalesi dönemin dergilerinde yayınlanmıştır Bu
makaleler Ziya Gökalp’ın din konusundaki yaklaşımını açık bir şekilde
göstermektedir.
Ziya Gökalp’ın 1919’da Darülfünun’dan ayrılması üzerine, Necmeddin
Sadık onun yerine ‘ictimaiyat müderrisi’ olarak atanmış; o da ‘dini ictimaiyat’
derslerini sürdürmüştür. Necmeddin Sadık’ın ‘Dini İctimaiyat Notları’
adıyla Darülfünun’da basılan bir eserinden de söz edilmektedir.
Şimdi, Ziya Gökalp’ın din anlayışına ve bu çerçevede dinin toplumsal
konumuna ilişkin getirdiği yaklaşımlara kısaca bakmakta yarar vardır. Çünkü
bu anlayış 20. yüzyılın neredeyse yarısına kadar doğrudan, günümüze kadar
da dolaylı olarak etkisini bilim çevrelerinde ve politik düşüncede sürdürmüştür.
Ziya Gökalp, Durkheim’in anlayışına paralel olarak dini, toplumun
kolektif (ortaklaşa) vicdanından kaynağını alan sosyal bir olgu olarak
değerlendirilmektedir. Yani din, toplumun değer duyguları ile karışık
ekonomik, siyasi, hukuki, ahlaki vb. hayat şekillerinden birisidir. Başka bir
ifadeyle Gökalp dini , “kökü ma’şeri vicdanda olan ve en güzel çiçeklerini
insanın gönlünde açan bir ağaca” benzetmektedir.
Ona göre “din, ibadetlerle itikatlardan mürekkep”dir. Dinin alanı vicdan
alanıdır. Din, kendi öz alanına çekilmeli ve orada derinleşmelidir. Öteki
toplumsal kurumların alanı ise sosyal ilişkiler alanıdır ve dinden farklıdır.
Gökalp, başlangıçta İslam’da bu ayrımın öz olarak bulunduğunu yani dini
hükümlerle hukuki hükümlerin İslamiyet’te de birbirinden ayrı alanlar
oluşturduklarını, ancak sonradan bunların fakihlerce birleştirilmiş olduğunu
söyler. Bu nedenle, dinin modern milli bünyeye adaptasyonu işinde, öncelikle
din ile devletin ayrılması, aynı zamanda hukuk, siyaset, ahlak ve öteki
toplumsal faaliyetlerin dinin tekelinden ayrılarak, toplumsal iş bölümünün
gerçekleşmesi ve toplumun laik bir temel üzerine oturtulması gereklidir. O,
dinin kendi öz alanı olan vicdan alanına çekilmesinin, onun toplumdaki
öneminin de ortadan kalkması anlamına gelmediğini söyler. Tersine, din
toplum bütünleşmesinde en temel faktörlerden biri olarak işlevini ve önemini
koruyacaktır.
Gökalp’ın düşüncelerinin zamanla laikliğe doğru geliştiği, dini bir ahlak
ve vicdan meselesi olarak algılamaya eğilim gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu
bakımdan o cumhuriyet dönemi laik uygulamaların düşünsel dayanaklarını
hazırlamaktadır.
Prens Sabahattin (1879–1948)