TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
Osmanlı Devleti’nin ve aydınlarının bakışlarını dışarıya, Batı’ya çevirmelerinin
nedeni, sorunlarını çözmek için başka yol bulamamaları, Batılılaşmayı
çözüm olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı’nın Batı seçimi
bilinçli bir devlet siyasetiydi. Bu yeni siyasi seçimin amacı, Osmanlı Devleti’nin
toplumlararası ilişkilerde azalan etkinliğini yeniden arttırmaktır. Osmanlı’nın
Batı seçimi içinde kazanacağı yeni kimliğini tanımlamak ve bu
seçimin getireceği yeni sorunlara çözüm aramak için, Batı’da olduğu gibi bir
bilime ihtiyacı vardı. O nedenle, Batı’daki sorunları çözmek adına kurulan
sosyoloji bilimi Batı’da ortaya çıkar çıkmaz, devleti yıkılmaktan kurtarmak
amacıyla, Osmanlı’nın tercihi olan yeni siyaseti resmi bir ideoloji olarak
savunmak üzere Türkiye’ye aktarılır.
II. Meşrutiyet döneminde Batı’daki sosyoloji ekollerinin hemen hemen
hepsinin Türkiye’ye aktarılması ve siyasi akımlarla bütünleşmesi, toplumsal
sorunları çözmede, Osmanlı özelinde “devleti nasıl kurtarırız?” sorusunun
ancak siyaset aracılığı ile çözümleneceğine inanılmasından kaynaklanmaktadır.
Bu dönemde Osmanlı’ya aktarılan sosyoloji ekolleri ve siyaset anlayışları
sadece Durkheim–Gökalp, Le Play–Prens Sabahattin akımları ile sınırlı
değildir. Bunların yanı sıra, Mustafa Suphi Marksist sosyolojiyi, Ahmet Şuayp
organist sosyolojiyi, Ahmet Rıza pozitivist sosyolojiyi ve bu sosyolojilerin
bağlı oldukları siyasi anlayışları temsil etmektedirler. Ancak, bunlardan
Durkheim ve Le Play’ın sosyolojik görüşlerine dayalı olarak kurulan iki
ekol dışındakiler bir iz bırakamadan kaybolmuşlardır.
Diğer yandan, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı Devleti’ni
içinde bulunduğu bu açmazdan kurtarabilmek için (Osmanlıcılık, İslâmcılık,
Türkçülük ve Batıcılık gibi) bir takım ideolojik düşünce akımlarının
oluşmaya başladığı görülmektedir. Yirminci yüzyılın başlarında, II. Meşrutiyet’te
daha belirgin olarak ortaya çıkan bu akımlar Osmanlı Devleti’ni
düştüğü bu zor durumdan kurtarmayı, eski gücüne kavuşturmayı amaçlamaktaydılar.
Balkan savaşlarında (1912–1913) Hıristiyan unsurların devlete
karşı tutumlarıyla Osmanlıcılık son bulmuş, Birinci Dünya Savaşı’yla da
(1914–1918) Müslüman unsurların tutumları İslâmcılık politikalarına büyük
darbe vurmuştur.
Bu çerçevede, Z.Gökalp, başlangıçta Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
gibi farklı eğilimlere işaret eden üç tarz-ı siyasetin birbiriyle uyuşabileceğini
düşünüyordu. Zira modern Türkiye’nin manevi yapısını kuran
etkenler arasında bu öğelerden her birinin kendine özgü bir yeri vardı. Ona
göre Türkler, Batı medeniyetinden yalnız maddi başarılarıyla bilimsel yöntemi
almalıdır. İslâmiyet’ten ise dini inançları almalı, siyasi, hukuki ve toplumsal
gelenekleri bir yana bırakmalıdırlar. Kültürün bütün öğeleri, özellikle
duygusal ve ahlaki bütün değerler Türk mirasından devşirilmelidir.
Ancak, değişen dış konjonktürel olaylar sonucunda Gökalp, Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Muasırlaşmak üçlemesinden vazgeçerek, Türkleşmek ve Muasırlaşmakta
karar kılacaktır. Osmanlı Devleti’nin sorunları karşısında sentezci
bir tutum içinde olan Gökalp, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte tamamen
Batılılaşmayı ve milliyetçiliği öne çıkaracaktır.
Yukarıda ana çizgileriyle açıklamaya çalıştığımız gelişmelerin ekseninde
hep din ve onun toplumsal konumunun tartışılması vardır. Özellikle Batılılaşma
politikalarının üretilmeye başlandığı Tanzimat’tan itibaren düşünürlerimizin
başat konusu din olmuştur.
Türkiye’nin ilk sosyologları olarak bilinen Ahmet Rıza, Ahmet Şuayip,
Bedii Nuri, M. Satı Bey, Prens Sabahaddin, Celal Nuri, Ziya Gökalp, Mehmet
İzzet’in çalışmaları içerisinde, çeşitli sosyal konular arasında dini olaylar
üzerinde önemle durulduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan örneğin Bedii Nuri,
özel sosyolojinin bir bölümü halinde dini-sosyal olayları inceleyen bir din
sosyolojisi üzerinde durmaktadır. Ayrıca, Selahattin Asım’ın ‘İctimaiyyat ve
Şeriat–ı İslamiyye’ (1908) ile ‘İlm–i İctimaa Nazaran İslamiyet’ (1909) isimli
makaleleri de özel din (İslam) sosyolojisi açısından dönemin en önemli
makaleleri arasındadır.
Cumhuriyet öncesi din sosyolojisinin en önemli kaynaklarından biri de bu
dönemde yayınlanan ve önemli tartışmalarla gündemi belirleyen süreli
yayınlardır. Bunlar arasında özellikle İslam Mecmuası ve Sebilürreşad, din ve
toplum tartışmaları açısından içerdikleri zengin malzeme itibariyle öne
çıkmaktadır.
Ziya Gökalp (1876–1924)