Toplumsal Gerçeklik ve Hukuk
Toplumsal Gerçeklik ve Hukuk
Hukuku bir toplumsal olgu olarak değerlendirmek.
Hukuk sosyolojisinin, onu diğer hukuk disiplinlerinden ayıran en önemli özelliği, hukuku toplumsal bir olgu olarak ele almasıdır. Bununla vurgulanmak istenen, hukukun bir yandan toplumla birlikte var olması, diğer yandan da kendisinin bir sosyal gerçeklik olmasıdır.
Hukukun toplumla birlikte var olması, Cicero’nun ünlü deyişinde “Ubi societas ibi ius (Eğer toplum varsa hukuk da oradadır.)” şeklinde dile getirilir. Böylece, hukukun toplum için gerekliliği kadar ancak bir toplum söz konusu olduğunda ortaya çıkabileceği de ifade edilir. Hukukun toplumla birlikte var olması, her hukuk düzeninin ve bu düzeni oluşturan norm ve düzenlemelerin, kural olarak, içinde geliştiği toplumun özelliklerini yansıtması anlamına da gelir. Böylece, bir hukuk düzeninin korumaya çalıştığı ilke ve değerlere bakılarak, bu hukukun geçerli olduğu toplumun ilke ve değerlerine ilişkin, en azından bir öngörüde bulunmak mümkün olabilir.
Hukukun bir gerçeklik olması ise onun, yalnızca normatif yönüyle ele alınamayacağının ifadesidir. Bir diğer deyişle, hukuk basitçe, yasa koyucunun çıkardığı ve kendilerine yasa adı verilen kuralların toplanması ile ortaya çıkan kitaplarla tanımlanamaz. Hukuk, esasen fiilî bir ilişkinin de adıdır. Bu fiilî ilişki, bir gerçeklik olarak görülebilir niteliktedir ve etkileri de somut olarak hissedilebilir. Kâğıt üzerindeki kurallar bütünü olarak tanımlanan hukuk, sonuçlarını gerçeklik dünyasında yaratır.
Hukukun kâğıt üzerinde kurguladığı normatif düzen ile gerçeklik dünyasındaki fiilî ve somut düzen arasında her zaman mükemmel bir uyum olmaz. Yani gerçek dünya, kitaptaki yazılı kuraldan farklı uygulamaları da içerir. Nitekim gerçekliğin normatif düzenden beklenene tam olarak uymaması, zaman zaman yakınmalara ve şikâyetlere de konu olur. Ancak aslında normatif düzen ile gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluk, tam da hukukun salt kurgusal bir düzen değil, toplumsal bir olgu ya da gerçek olduğunun göstergesidir.
Hukukun bir gerçeklik olmasından çıkaracağımız bir diğer sonuç da hukukun kendiliğinden, öylesine ortaya çıkmamış olduğudur. Toplumsal yaşamda gerçek etkiler yaratan hukukun kendisi de bu yaşamın gerçekliğinden etkilenerek ortaya çıkar. Bir başka deyişle, hukukun ya da hukuk normunun gerek ortaya çıkışma, gerek uygulanışına etki eden çok sayıda toplumsal etken söz konusudur. Bu etkenlerin anlaşılabilmesi, ancak hukukun toplumsal bir olgu olarak görülmesi ile mümkündür.
Öyleyse “hukuku ortaya çıkaran olgusal etmenler nelerdir?” sorusu sorulabilir. Burada farklı perspektiflerden hareketle çok sayıda etmenden söz etmek mümkündür. Özellikle tarihsel bir pespektifle düşünüldüğünde, hukuku yaratan olgu ile toplumsal yapıdaki diğer sosyal kurallar kastedilir. Yani bir toplumda süregelen alışkanlıklar, bu alışkanlıkların daha formel bir biçime kavuştuğu örf-âdet kuralları, hukukun olgusal temelli kaynaklarından biri olarak da kabul edilebilir. Yine aynı şekilde, toplumun iktisadi yapısındaki üretim, tüketim ve paylaşım ilişkileri de