MONTESOUIEU, VERGİLER VE İBN-I HALDUN
MONTESOUIEU, VERGİLER VE İBN-I HALDUN
Montesquieu, 1689 – 1755 yılları arasında Fransa’da yaşamış hukukçu ve yazardır. Avukatlık, hakimlik, yargıtay başkanlığı ve parlemento üyeliği görevlerinde bulunmuştur.
Montesquieu gezip gördüğü bir çok ülkenin siyasi ve iktisadi durumların incelemiştir. Bu incelemelerine dayanarak yazdığı ilk büyük eseri “Romalıların Büyüklüğü ve Çöküş Sebepleri Üstüne Düşüncelerdir. Fakat yazarın en önemli eseri 1748 yılında Cenevre’de imzasız olarak yayınladığı ve iki yıl gibi kısa bir sürede yirmiikinci baskısı yapılan “Kanunların Ruhu Üstüne” adlı eseridir.
Montesquieu, 18. yüzyılda modern düşüncenin en büyük temsilcilerinden- dir. Günümüz anlayışına uygun, iktisadi ve sosyal bilimlerin gelişmesine katkıda bulunmuş, kuvvetler ayrılığı prensibi gibi bazı fikirleri 1791 “Fransız Anayasası”nı beslemiş ve 19. yüzyıl liberalizminin savunduğu temel hürriyetlerle ilgili kavramları tanımlamıştır. (M.Larousse. 1981, s.915).
Bu çalışmamızda Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu” adlı eserinde yer alan vergi ile ilgili görüşleri tahlil edilecek ve bu görüşleri İslam düşünürü ibn-i Haldun’un vergileme ile ilgili yaklaşımlarıyla zaman zaman karşılaştırılacaktır.
- VERGİNİN MAHİYETİ VE MEŞRUİYETİ
Vergi zaman ve mekan şartlarına göre değişiklik gösteren, tarihi kökenleri bulunan ekonomik ve sosyal bir olgudur. Dolayısıyla bu olguya ilişkin görüşler aynı dönemde fakat, farklı şartlard.a farklı kişilerce farklı şekilde yorumlanabildiği gibi, farklı dönemlerde farklı kişilerce aynı paralelde yorumlanabilmekte- dir. Bu görüşler ülkelerin ekoomik, sosyal ve mali özelliklerine göre de değişebilmektedir.
- yüzyılda vergi, devletin fertlere yaptığı kamu hizmetlerinin bedeli olarak düşünülürken, 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyılda ise fertlerin, devlet için katlandıkları bir “fedakarlık” veya “mukaddes bir borç” şeklinde algılanmıştır. Nitekim, Fransızların 1793 tarihli Anayasasında “Herkesin devlet masraflarına iştirakinin mukaddes bir vazife” olduğuna dair hükümler bulunmaktadır. Zaman zaman bu anlayış gelişmiş ve verginin 20. yüzyılda, devlete karşı fertlerin yapmakla mükellef oldukları “vatanı bir vazife, bir vecibe” olarak kabul edilmesi yaygın hale gelmiştir.
Çağımızda ise vergi, bir külfet bir yük olmaktan ziyade, fertlerin devlete ödediği zaruri ve kaçınılmaz bir “masraf” olarak kabul edilmektedir (Sayar, 1975, s.78).
Bununla birlikte, günümüzde verginin hala meşruiyeti tartışılmakta ve vergi meşru mudur, niçin alınmakta ve devletin cebri olarak vergi toplama yetkisi nereden gelmektedir? gibi sorulara cevaplar aranmaktadır.
Yapılan bu tartışmalar sonucunda muhtelif görüşler ileri sürülmekte ve şartlara göre uygun cevaplar verilmeğe çalışılmaktadır. Bilindiği gibi devlet, belli bir ülkede bir hükümete ve ortak kanunlara bağlı olarak yaşayan bir milletin ya da bir milletler topluluğunun meydana getirdiği siyasi topluluktur (Türk Ansiklopedisi, s. 153) veya belirli bölgede yerleşmiş ve kendine özgü bir kuvvete sahip olan bireylerin toplamından ibaret bir varlıktır (İnan, 1969, s.26). Netice itibariyle “çapları ne olursa olsun, bütün devletlerde, bir halk yani devlete bağlı uyruklar (tebaa), bu halkın üzerinde yaşadığı toprak ve bu toprak üzerinde yaşayan halkın düzenini sağlayan ortak yasalar devletin belli başlı öğeleri (unsur- ları)dir. (MGK.Gen.Sek.; 1990, s.2). Bu unsurların devamı için yapılması lazım gelen bir çok hizmetler vardır ve bunlara kamu hizmetleri denilmektedir. Kamu hizmetlerinin yapılmasından doğacak masrafların karşılanması zorunluluğu da vardır. O halde kişilerin içinde yaşadığı toplum için yapılacak bu hizmetlerin finansmanına iştirak etmesinden daha doğal bir şey yoktur. Ancak bu noktada devletin meşruluğu sorunu tartışma konusu olmaktadır.
Devleti lüzumsuz, fuzuli bir teşekkül olarak gören bir anarşist, tabiatıyla devlet tarafından kullanılan vergileme hakkını meşru saymayacaktır. Devleti faydalı ve zorunlu görenler ise, verginin bir sınıra kadar meşru, bu sınırdan sonrasının ise meşru olmayacağını iddia edeceklerdir. Hatta, devleti meşru sayıp vergileri meşru saymayan görüşler de vardır. Nitekim 15. ve 16. yüzyıllarda Italyan müellifleri ve Alman kameralistleri verginin aleyhinde olmuşlardır. 18. yüzyılda da J.J.Rousseau’nun “Sosyal Mukavele
Nazariyesi’ne göre, bir arada yaşamak mecburiyetinde olan kişiler, kendi aralarında yaptıkları zımni bir anlaşma ile hak ve menfaatlerinin bir kısmını “devlet” denilen manevi bir kuvvete bırakmışlar, buna mukabil devlet de fertlere karşı bazı hizmet ve mükellefiyetleri üzerine almıştır.” Buna göre devlet ve vatandaş arasında karşılıklı hak ve menfaat alışverişi sözkonusudur (Sayar, 1975, s.79-80). Rousseau’nun bu görüşü, verginin meşruiyeti konusuna yeni bir bakış açısı kazandırmıştır (Tekir, 1990, s.18).
Kanaatimizce, verginin meşruluğu tartışmasına ışık tutan ve bu konudaki görüşlerin önemli ölçüde farklılaşmasına ve yön değiştirmesine sebep olan Mon- tesquieu, vergi konusuna Rousseau’dan farklı bir yaklaşımla eğilmiştir. Bu nedenle Montesquieu’nun siyasi, mali ve ekonomik görüşlerini içeren “Kanunların Ruhu” adlı eserini esas alarak, yazarın bu konuya olan bakış açılarını incelemeye çalışacağız.
III – MONTESÛUIEU VE VERGİLEME
Montesquieu, vergiyi karşılık ilkesine dayandırarak açıklamaya çalışır. Ona göre devletin gelirleri vatandaşın gelirlerinin bir bölümünü devlete vermeleri yoluyla oluşur. Devlete vergilerini vermek suretiyle, vatandaşlar mallarının geri kalan bölümünü güven altına almış olurlar ve ondan rahat ve huzur içinde faydalanmak imkanını bulurlar (Montesquieu, 1748, C.1, s.390).
Montesquieu’ya göre vergi görüldüğü gibi, devletin genel hizmetlerinin karşılığında ödenir. Bir başka deyişle vergi devletçe gerçekleştirilen güvenlik ve savunma hizmetlerinin finansmanı içindir ve vatandaş verginin karşılığında devletten bu hizmetleri talep hakkına sahiptir.
Montesquieu yaşadığı dönemin şartlarından etkilenmiş bu sebeple de “karşılık ilkesinden” hareketle, varlık vergisini gerekli görmüştür. Ona göre “madem ki toplum (devlet) mülk (varlık) sahibinin varlığını koruyor ve korumak için masraf yapıyor, varlık sahibinden vergi almada da haklıdır” (Şanver, 1992, s.4).
Montesquieu’dan başka farklı ifadeler kullanmalarına rağmen, esas itibariyle bu görüşte birleşen yazarlar arasında Mirabeau, Proudhon, Loocke, Hobbes ve Von VVieser’ı saymak mümkündür (Nadaroğlu, 1985,s.267).
Montesquieu vergi eşitsizliğinden bahsederken, kişiler arasındaki vergi eşitsizliğine neden olarak devletin, devlet görevlilerinin ticari faaliyetlerde bulunmasını göstermektedir. Ona göre, asilzadeler ve devlet görevlilerinin ticari faaliyetlerde bulunmalarını kanunlar men etmelidir. Çünkü bu derece itibarı olan kişiler çeşitli imtiyazları ellerinde bulundururlar, ellerinde bulundurmasa- lar bile en azından elde etmede zorluk çekmezler. Oysa ticaret eşit şartlardaki kişilerin yapacağı iştir. Nitekim totaliter devletlerin içinde en sefili, en kötüsü hükümdarı ticaretle uğraşan ülkedir diyerek bu konudaki tepkisini ortaya koyar.
- MONTESOUIEU’YA GÖRE VERGİLEMENİN TEMEL İLKELERİ
Montesquieu vergileme ilkelerinden de bahsetmiş ve vergilerin belirli ilkelere göre toplanması gerekliliğini ifade etmiştir.
Ona göre, üstün yetkilerle donatılmış devlet tarafından çıkarılan hiç bir kanunun halkın öğrenemeyeceği şekilde gizli kapaklı kalmaması gerekir. Vergiler öyle kolay bir şekilde tahsil edilmeli, öyle açık bir şekilde düzenlenmeli ki tahsil edenlere vergiyi istedikleri gibi arttırıp eksiltme imkanını vermemelidir. Buna göre ancak toprağın verdiği mahsulün bir bölümünü (zirai), adam başına şu kadar bir parayı (cizye), satılığa çıkarılan malın değerinin (mal vergisi) yüzde şu kadarını almak şeklinde uygulanan vergilen en uygun vergilerdir (Montesquieu; 1748, C.1, S.400).
Montesquieu vergilerin açıklık ve kolaylık ilkelerini taşıması ve vergi mevzuatının açık seçik, anlaşılabilir bir nitelikte olması gerektiğini, ayrıca vergilerin ödeme ya da tahsil etme imkanlarının kolay bir yöntemle gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Buna bağlı olarak mükellefin güvence altına alıması ve kişisel hakların korunması için bazı temel ilkelerin benimsenmesi ya da bunların yasa güvencesi altına alınması gerektiğine işaret eder. Bunların gerçekleştirilmemesi halinde mükellefin vergi dairesine veya vergi memurlarına karşı korumasız bir durumda kalabileceğini ifade eder ve vergilemede kolaylık ve ılımlılık prensiplerine riayetin vergi gelirlerinde artış sağlayacağını belirtir.
- VERGİLERİN ÇOKLUĞU VE AĞIRLIĞI SORUNU
Devletin ticari faaliyetlerde bulunması hususunda Montesquieu’nun görüşlerini ortaya koyduktan sonra, şimdi de vergilerin çokluğu ve ağırlığı sorununa Montesquieu’nun bakış açısını incelemeye çalışacağız.
Montesquieu, vergilerin ağırlığı, vergilerin hürriyetle olan ilişkisi ve verginin ikamesi konusundaki görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır.
Ona göre, vergilerin çokluğu iyi olduğunu söylemek kötü bir yargıda bulunmak demektir. Vergilerin ağır olduğu ülkelerde vatandaşların sefalet içerisinde oldukları görülmüştür. Bunun en önemli sebebi de bu ülkeler de endüstri, sanat ve zanaatın gelişmemiş olmasıdır (Montesquieu, 1748, c.1 s.391).
Montesquieu bu görüşünü ileri sürerken, vergilerin ağır olmasını savunanları tenkit ederek şöyler der, “az gelişmiş ülkelerin fakirlikten kurtulması ve milletin becerikli ve çalışkan olması için, vergilerin ağır olması gerektiğini savunanlar olmuştur. Ancak, vergilerin ağırlaştırılması yani ağır vergi yükünün ekonomik faaliyetleri arttıracağı görüşü doğru değildir. Yani, verginin ikame etkisi yoktur. Vergilerin ağırlığı, önce fazla çalışmayı gerektirir, fazla çalışma bıkkınlığı, bıkkınlıkta tembelliği meydana getirir (Montesquieu, 1748, C.1, s.134).
Vergilerin ağırlığı konusunda Mon- tesquieu görüşlerini şu şekilde açıklamağa devam eder; “Keyfi bir idare, tabiatın verdiği nimetlerin tümünü vergiler adı altında vatandaşın elinden almaya kalkarsa, o zaman vatandaş da işe karşı bir isteksizlik uyanır ve insanlar çalışmak yerine oturmayı tercih ederler” (Montesquieu, 1748, C.1, s..392).
Montesquieu vergilerin ağırlığının hürriyetle olan ilişkisini de şöyle bir kurala bağlar: “Genel kural; vatandaşlar ne kadar hür olurlarsa, vergilerde o orantıda çok olabilir; kölelik ne kadar artarsa vergileri hafifletmekte o kadar zorunlu hal alır. Bu kural tabiattan alınmış değişmez bir kuraldır… Mutedil (ılımlı) devletlerde ise vergilerin ağırlığını gideren birşey vardır. Hürriyet müstebit (to- toliter) devletlerde hürriyete eşdeğer bir şey vardır: Vergilerin azlığı (Montesqui- eu; 1748, C.1, s.402-403). Montesquieu ayrıca hürriyetle-bütçe arasında ilişki kurarak, bu ilişkiyi şu şekilde açıklar: “Eğer yasama organı devlet gelirlerinin toplanması için her yıl değil de sürekli bir yasa çıkarırsa, hürriyetini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalır, çünkü bu durumda yürütme gücü artık ona bağlı olamaz”. Bu sebepten ötürü bütçenin yıllık kabul edilmesi hürriyetin bir koşulu gibidir (Aron, 1989, s.32).
Öte yandan vergilerin, ekonomik ve mali bir takım etkileri olduğunu biliyoruz. Vergiler ekonomik ve mali yapı ile ilgili olduğu gibi sosyal bir takım etkileri sebebiyle sosyal düzene de etki etmektedir. Sosyal bir olay olan verginin bazı sosyal sonuçlar doğurması veya bu sonuçların amaç olarak alınması tabidir. (Irtenk, 1971, s.115)
Belirtildiği gibi sosyal hayatla doğrudan ilgisi olan vergilerin bu alanda da çok iyi kullanılması zorunludur. Sosyal olaylar toplumun tamamını etkilediğinden vergi konusunun hiç bir surette göz- ardı edilmemesi gerekir.
Verginin sosyal yapı üzerindeki etkilerinin farkında olan Montesquieu, Avrupa’daki toplumların ağır vergiler altında ezilmesinin tepkilerini şu şekilde ifade etmektedir. Avrupa’daki ülkelerin vergilerinin çok ağır olması buna karşılık Müslümanların adil bir vergi düzenine sahip olmaları sebebiyle bu ülkelerde gerçekleştirdiği fetih hareketleri büyük bir mukavemetle karşılaşmamıştır. Müslümanların bu ülkeleri fetih ederken hiç bir güçlükle karşılaşmamış olmalarının sebebi de işte bu aşırı vergi sisteminden ileri gelmektedir. Milletler, imparatorlarının cimri düşüncelerinin sebep olduğu devamlı baskı yerine, birdenbire rahat rahat ödenen ve rahat bir şekilde alının basit bir vergi sistemine bağlandıklarını gördüler.Düzensiz bir hükümette, iyice yitirdikleri bir hürriyetin sebep olduğu kötülüklere, kölelikten doğan baskıya katlanmaktansa, yabancı millete boyun eğmeyi daha büyük bir mutluluk saymışlardır (Montesquieu; 1748, C.1, s.407- 408)
Montesquieu, görüldüğü gibi vergilerin ağır olmasını birçok sebebe bağlamakta ve bunun sosyolojik bir takım sonuçlarını ortaya koymaktadır. Bir ülkede sosyal barışın sağlanabilmesi için politik karar vericilerin bu sebepleri ve sonuçları hiçbir zaman gözardı etmemesi gerekmektedir.
- MONTESÛUIEU’YA GÖRE VERGİ TAHSİLATI
Montesquieu, vatandaşlardan alınan vergilerin ne şekilde ve hangi usullerle toplanmış gerektiği konusunu da ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre vatandaşlardan vergiyi iki değişik yöntemle toplamak mümkündür. Bunlardan ilki, vergilerin mültezimler tarafından toplanmasıdır. Bu usule Montesquieu “reji” usulü adını vermektedir. Ancak burada akla hemen vergilerin mültezimler tarafından toplanması mı, yoksa doğrudan doğruya devlet memurları tarafından tahsili mi daha faydalıdır sorusu gelebilir. Montesquieu bu soruyu bize aşağıdaki ifadeleri ile cevaplandırmaktadır:
“Reji usulü, yani vergilerin doğrudan doğruya devlet memurları tarafından tahsili usulü, gelirini tasarrufuna uyarak düzenli bir şekilde bizzat toplayan iyi bir aile babasının yönetim usulü demektir” (Montesquieu, 1748, C.1, s. 410). Montesquieu burada bir analoji yaparak reji usulünü, gelirine, giderine ve tasarruflarına riayet eden disiplinli bir aile babasına benzetmektedir.
Reji usulü ile vergi toplamanın faydalarını ve mültezimlerin vergi toplarken ne gibi sakıncalar ortaya çıkarabileceğini de Montesquieu şu şekilde ifade etmektedir.
“Reji usûlünde hükümdar, kendi ihtiyacını veya milletin ihtiyaçlarına göre vergileri isterse geciktirir, isterse daha çabuk toplattırır. Reji sayesinde hükümdar, devleti çeşitli şekillerde fakir duruma düşüren mültezimlerine o büyük menfaatından kurtarmış olur, böylece para bir çok el değiştirmeden doğrudan doğruya hükümdara gider, dolayısıyla daha büyük bir süratle millete döner” (Montesquieu, 1748, C.1, s.411).
Montesquieu burada vergileri ekonomiklik ilkesinden bahsederek, vatandaşı kötü durumlara sürükleyen mültezimlerin uygulamalarının, reji usulü sayesinde ortadan kalkacağını ve vergi gelirlerinin en kısa sürede, devlet kasasına gelerek kamunun ihtiyaçlarını da buna paralel olarak kısa süre eçirisinde giderileceğini açıklamaya çalışır. Ayrıca vergi toplama dönemlerini, ekonomik konjonktüre göre devletin ayarlamasının daha uygun olacağını, vergi toplama insi- yatifinin mültezimlerin ellerinden alınması gerektiğini önemle belirtmiş olmaktadır.
Ancak mültezimlerin yukarıda bahsedilen olumsuz uygulamalarının yanı sıra, olumlu sayılabilecek bir süreç içerisinde kullanılabileceğini ifade eden Montesquieu, bu olumlu sayılabilecek uygulamayı da aşağıdaki şekilde açıklamaktadır.
“Yeni çıkan vergileri başlangıçta mültezimlere vermek bazan yararlı olur. Vergi kaçağını önlemek için öyle bir sanat öyle bir maharet sahibidir ki menfaat için mültezim bunları bulup çıkarmakta güçlük çekmez. Devlet memurunun ise bu önlemler alkına bile gelmez. Böylece vergiyi alma (toplama) usulü bir defa mültezim tarafından düzene konulduğu taktirde arkasından devlet tarafından uygulanması kolay olur. Ingiltere’de içkilerden alınan vergi ile posta gelirini düzene koyan doğrudan doğruya mültezimler olmuştur” (Montesquieu, 1748, C.1, s.411-412)
Montesquieu mültezimlerin yapmış olduğu bir takım kötü uygulamalarının yanı sıra, faydalı olabilecek bir uygulama içerisinde kullanılabileceğini belirterek mültezimlerin yeni uygulamaya koyulacak vergilerin yerleştirilmesinde etkili olabileceklerini savunmaktadır. Gerçekten günümüzde uygulama zorlukları çekilen birtakım vergilerin bu yöntemle aşılabilmesi düşünülmesi gereken konular arasında yer alabilir nitelikte gözükmektedir. (Adana Büyüşehir Belediyesinin bir dönem emlak vergileri toplamada özel bir sektörle işbirliği yapması buna güzel bir örnek teşkil etmektedir.) Bkz. 12.05.1986, Dünya, 7.6.1988, Tercüman
MONTESQUIEU, İBN-İ HALDUN, VERGİLEME VE BİR KARŞILAŞTIRMA
Montesquieu’nun yukarıda belirttiği vergi ve ticari faaliyetlere ilişkin görüşlerini, 14. yüzyılda büyük İslam düşünürü İbn-Haldun’un görüşleri ile karşılaştırdığımızda ilginç benzerlikler görmemiz mümkündür. Montesquieu ile Ibn-i Haldun’un arasındaki benzerlikleri ortaya koyabilmek için Ibn-i Haldun’un yine vergi ve ticari faaliyetlerle ilgili görüşlerini sunmamız gerekmektedir.
Ibn-i Haldun’a göre; “kaynakların israf edilmesi ve gereğinden fazla ihtiyaçların çıkması, vatandaşlar üzerinde yeni ve ağır vergilerin konulması anlamına gelmektedir. (Devlet) ziraatla uğraşanlara, tüccarlara ve vatandaşların her sınıfına çeşitli vergiler koyarak bunların büyük ölçüde arttırılması yoluna giderek, piyasada satılan her maldan vergi alır, her çeşit vergi ihdas edilerek, vatandaşın sırtına çok ağır bir yük konulmuş olur. (Vergiler ağırlaşınca) çalışma ve üretimin kendilerine pek fazla bir yarar getirmediğini anlayan vatandaş, kazandığı ile ödediği vergileri mukayese etmeğe başlar. Çalışmalarının karşılığı az olduğu için işten el çeker, üretimin azlığı nisbetinde vergilerin elde edilen gelirler de azalır. Bundan da en büyük zararı devlet görmüş olur. Çünkü, üretimin çokluğu ülkenin kendi menfaatinedir” (Haldun, C.2s.58-60).
Ibn-i Haldun, devletin ticari faaliyetlerde bulunması konusunda da Montes- quieu’ya paralel fikirler üretmiştir.
Ona göre; “ticari ve zirai faaliyetlerde bulunanların, sermayeleri az olduğu halde, büyük kar elde ettiklerini gören devlet bu karlı sektörlerde faaliyet gösterme yoluna gitmiştir. Ticarette kar, sermaye nisbetinde olduğu ve devletin elinde büyük sermaye bulunduğu için, sermayesi sınırlı olan ticaret erbabını zor duruma sokar” (Haldun; C.2, s.63).
Devlet, daha çok servet elde edeceğini ve vergi toplayacağını ümit ederek ticari ve zirai faaliyetlerde bulunarak, belirli ölçüde ekonominin normal seyrine müdahale etmiş olur. Ibn-i Haldun bu durumun bir takım sakıncaları olabileceğini belirterek şöyle demiştir:
“Devlet, mal ve eşya satın almak hususunda tacir ve çiftçileri sıkıştırmış olur. Çünkü vatandaşın serveti birbirine denk ve yakın bir nisbettedir. Bunları alışverişlerinde birbirine olan rekabetleri servetleri nisbetinde olup, zaten az olan paraları mukabilinde eşya ve mal satın almakta tükenir. Serveti büyük olan devlet alışverişe başlarsa, bunlardan herbiri zaruri olan ihtiyaçları temin edemeyecek hale gelir. Üstelik devlet zorla bu malları elde etmeğe kalkışırsa, çoğunu halkın elinden alır veya en ucuz fiyatla elde eder, kendisine rekabet eden kimse bulunduğu taktirde bu mahsûllerin fiyatlarını indirir. Bu yolla bütün mahsûlleri elde ettikten sonra, bu mal ve eşyanın pazarda sürüm vakti beklemeden, devletin masraflarını kapatmak üzere, değerinden fazla bir fiyatla vatandaşa satılır, tacirler sermayelerin devlet tarafından kendilerine satılan mal ve eşyaya yatırmış oldukları ve başka sermayeleri olmadığı için bu mal ve eşya, sermayelerinin karşılığı olarak ellerinde kalır, ellerinde alışveriş edecek paraları bulunmadığı için, alışveriş edemeyecekler ve ailelerini geçindiremeyecek bir duruma düşeceklerdir. İhtiyaç ve zaruret, bu mal ve eşyayı satmak gerektiğinden pazarlar durgun olduğu için, en ucuz fiyatla satılır. Bu suretle halk büyük zorluklara ve sıkıntılara uğrar, kazanç temin etmek yolları büsbütün kapandığından çalışmaktan ümidini keser. Bu hal devletin vergi toplamasını zorlaştırır, gelirini azaltır” (Haldun; C.2, s.63-67).
Ibn-i Haldun’da daha 14. yüzyılda devletin ticari birtakım faaliyetlerde bulunmasının sakıncalarından bahsederek bu faaliyetlerin ekonominin genel seyrini ne şekilde etkileyeceğini açık bir şekilde belirtmiştir. Devletin ticaret yapması, eşitsizliğin ve haksız rekabetin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Çünkü ticaret eşit kişilerin (eşit şartlarda) yapacağı bir faaliyet sahasıdır.Cesamet itibariyle kişilerin ticari faaliyetlerde bir takım farklılıklar vardır. Ancak, rekabet şartları itibariyle bu kişiler eşit durumda ticari faaliyetlerini icra etmektedirler. Fakat devletin sahip olacağı imkanlarla, kişilerin elde edeceği imkanlar kıyaslanamayacak kadar farklı olacaktır. Bu nedenle kişilerin yapacağı ticari faaliyetler neticesinden elde edecekleri menfaat, ticareti yapacak kişiler için belirsiz bir durumu ortaya çıkaracaktır. Bu kişiler belirsiz birtakım sonuçlara katlanmaktansa ticari faaliyetlerini asgari ölçülere indirmeyi yeğleyeceklerdir. Bunun sonucunda da devletin elde edeceği vergi gelirlerinde önemli ölçüde bir azalma meydana gelebilecektir.
- SONUÇ
Vergi fenomeni, zaman ve şartlara göre değişik şekillerde uygulanabilen ve yorumlanabilen bir nitelik taşımasına rağmen, tarihin her döneminde varlığı gözlenen bir olgudur. Bu özelliği ile vergi, bazen devletin fertlere ve topluma yaptığı kamu hizmetlerinin bir bedeli olarak algılanmış, bazen de fertlerin toplumun bizatihi devletin varlığını devam ettirmek için katlanmak zorunda olduğu bir fedakarlık olarak kabul edilmiştir.
Birinci görüş, vergiyi bir hizmet bedeli olarak kabul etmektedir. Montesqui- eu’da bu görüşü benimseyenler arasında bulunmaktadır. Montesquieu’ya göre, devletin gelirleri, vatandaşların gelirlerinden bir bölümünü devlete vermeleri sonucu oluşur. Devlete verilen bu paylar vatandaşların canlarını, mal ve servetlerinin geri kalan kısmını güven altına almak içindir. Montesquieu’nun bu görüşü, diğer bilim adamlarının görüşlerine göre farklıdır. Bununla birlikte, ekonomik gelişmeler ve bu konuda ortaya çıkan sorunlar, vergiye ilişkin görüşlerde de değişmelere neden olmuş ve vergi kamu hizmetlerinin karşılanması için, fertlerin devlete ödemek zorunda olduğu kaçınılmazı bir katkı payı olarak algılanır hale gelmiştir.
Montesquieu, kamusal hizmetlerin finansmanı için vergi toplayan devleti, vatandaşlar arasında ortaya çıkan eşitsizliğin en önemli nedeni olarak görür ve bunu bizatihi devletin veya devlet görevlilerinin ticari faaliyetlerde bulunmasında kaynaklandığını söyler. Ona göre, devlet veya devlet görevlileri, ticari faaliyetlerde genellikle devlet otoritesine veya devletçe kendilerine verilmiş imtiyazlara dayanırlar. Bu da piyasada haksız rekabet şartlarının doğmasına neden olur. Haksız rekabet ise ekonominin genel dengesini bozar ve vergi eşitsizliğine neden olur. Nitekim günümüzde KİT kumluşlarının genei ekonomi içerisinde yer alan faaliyetlerinin benzer sonuçlar verdiği görülmektedir.
Azgelişmiş ülkelerde fakirlikten kurtulma, fertlerin daha becerikli ve çalışkan olması için vergilerin dolayısıyla vergi yükünün ağırlaştırılmasının ekonomik faaliyetleri arttıracağını ileri sürenlere katılmayan Montesquieu, vergilerin ikame etkisinin olmadığını söyler ve vergilerin önce fazla çalışmayı gerektirdiğini, fazla çalışmanın bıkkınlığa, bıkkınlığın da tembelliğe neden olduğunu söyleyerek önemli bir tespitte bulunur.
Montesquieu, vergi tahsil usullerinin kendine özgü sakıncalarının ve yararlarının bulunduğunu da belirtir. Bunlardan reji sisteminin sakıncalı yönlerinin ağır bastığını, ancak yeni bir verginin ihdas edilmesinden sonra, verginin benimsenmesi ve gelişmesi için ilk önce bu verginin mültezimler tarafından toplanabileceğini ve daha sonra da vergi tahsil işinin devletçe yapılmasının daha yararlı olacağını söyler.
Bu arada Montesquieu ile Ibn-i Hul- dan’un görüşlerinin benzerlikleri de gözden kaçmamaktadır. Ibn-i Haldun, Montesquieu’dan asırlarca önce vergileme konusunda görüşlerini daha somut olarak ortaya koyabilmiştir. Buradan hareketle, Montesquieu’nun önemli ölçüde Haldun’dan etkilendiği ve aynı konularda Haldun’a parelel fikirler taşıdığı söylenebilir.
Özetle ülke kalkınmasına yönelik olmak üzere ülkedeki üreticilerin vergi yüklerinin azlığı, onlara sağlayacağı faydaları arttıracak, fayda artışı vatandaşı daha fazla çalışma konusunda motive edecektir.
Hakan Ay
KAYNAKÇA
Meydan Larousse- Büyük Lügat ve Ansiklopedi, 8.cilt, Meydan Yayınevi, 1981, İstanbul
N.Nihat SAYAR, Kamu Mâliyesi, Cilt:1 I.T.İ.A., N.Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayın No.256, 5. Baskı, 1975-lstanbul
Türk Ansiklopedisi
Afet İNAN, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları: Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1969
Devlet’in Kavraı ve Kapsamı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yayınlarından No.1, Ankara-1990
Sabri TEKİR, Vergi Teorisi, izmir-1990
Montesquieu, De L’e sprit des Lois, Cenevre, 1748, Çiv.Fethi Baltaş, M.E.Basımevi, Ankara-1963
Salih ŞANVER, “Varlık Vergisi, Dünya Gazetesi, 10.01.1992
Halil NADAROĞLU, Kamu Mâliyesi Teorisi, Genişletilmiş Gözden Geçirilmiş, 6.bas. Sermet Matbası, istanbul-1985
Raymond ARON, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev.Korkmak Alemdar, Bilgi yayınevi, İstanbul-1989Saffet İRTENK, Maliye, E.Ü.İ.İ.B.F Yayın No: 64/13, 4.Bası, izmir-1971
ibn-i HALDUN; Mukaddime, 1378, Çev..Zakir Kadiri UGAN, Şark-i İslam Klasikleri^, M.E.G.S.B. Yayın Yon:481, istanbul-1988