Küreselleşme Anthony Giddens
Küreselleşme Anthony Giddens
FIKIR
Günümüzde, tüm dünyaya mal ve hizmetler sağlayan küresel bir piyasaya dayalı küresel bir ekonomide yaşadığımız fikri yaygındır. Ayrıca, Marshall Mc Luhan’ın -dünyanın diğer taraflarında neler olup bittiğini bilmekle kalmayıp, onları bizzat olurken izleyebileceğimiz- ‘küresel bir köy’ olarak dünya fikri de bir gerçekliktir. Modern küresel iletişim araçları ve Internet sayesinde dünyanın her yerindeki insanlar -en azından monitörler aracılığıyla- yüz-yüze konuşabilmektedir. Küresel dünya şu an içinde yaşadığımız dünyadır ve hayatın her yanı, toplum ve kültür, ‘küreselleşme’ tarafından yeniden belirlenmese bile, ondan etkilenmektedir. Siyasal dünya bile artık gerçekte küreseldir. İki Dünya Savaşı, Soğuk Savaş, Körfez Savaşı, Balkan savaşları ve -New York Dünya Ticaret Merkezi’nin 2001 yılında bombalanmasının ardından- Terörizmle Savaş bütün dünya açısından etkilere sahiptir.
Savaş-sonrası dönemde Amerika ve Sovyetler Birliği arasında askerî, ekonomik ve siyasal hâkimiyet mücadelesi verilirken, komünizmin çöküşüyle Amerika ve küresel kapitalizm 1990’lar dünyasına egemen olmaya başladı. Ancak Amerika’nın bu gücü itirazsız sürüp gitmedi ve bugün Amerika sadece çevreciler ve Üçüncü Dünya ülkelerinden gelen meydan okumalarla değil, kimlikleri ve inançlarının küresel kapitalizmin ve Batılı tüketim tarzının etkisi altında yok olacağı kaygısını taşıyan dinsel ve kültürel hareketlerden gelen direnişlerle de karşı karşıyadır. Küreselleşmenin doğası, nedenleri, sonuçları ve gelecekteki gelişme eğilimleri yirminci yüzyıldaki sosyologları büyüledi ve kaçınılmaz olarak küreselleşmenin sebepleri ve sonuçları hakkında farklı teoriler ve perspektifler üretildi.
Mike O’Donnell (2001) küreselleşme teorisyenlerini iki genel
kampa ayırır:
- liberal çoğulcu bir perspektifi benimseyen, dünya toplumunun daha eşitlikçi ve daha küresel bir topluma doğru ilerlediği ve evrildiğini düşünen iyimserler;
- Marksist veya post-modern bir perspektifi benimseyen, kapitalizm ve onun kâr arayışını bir tehdit olarak gören, Batının ve kapitalist müttefiklerinin yerküreyi kontrolüne ve dünya egemenliğine doğru bir gidiş olduğunu düşünen kötümserler.
Önde gelen bir İngiliz sosyolog ve sosyal teorisyen olan Anthony Giddens genelde liberal bir perspektiften yazar ve küreselleşmeyi şöyle tanımlar:
Dünya, artık herkesi etkileyen karşılıklı bağımlılıkların gelişmesinin bir sonucu olarak, önemli açılardan fiilen tek bir sosyal sistem haline gelmiştir. Küresel sistem, içinde belirli toplumların – örneğin, İngiltere- geliştikleri ve değişim geçirdikleri bir çevreyle sınırlı değildir.
Ülkeler arasındaki kesişen sosyal, politik ve ekonomik bağlar bu ülkelerde yaşayanların kaderini kesin olarak etkiler. Dünyanın artan karşılıklı bağımlılığını anlatan genel terim ‘küreselleşme’dir (Giddens 1997:63-64).
Giddens’a göre, modern dünya öncekilerden tamamen farklı ‘post- modern’ bir dünya değildir; o modernitenin ileri bir aşamasındadır; geçmişin eğilimleri ve güçlerini yansıtır, fakat Marx, Weber ve Durk- heim’ın dünyasından çok farklı bir biçimde. O sadece doğası bakımından değil, değişimin hızı ve yönü, insanların bu değişimi kontrol kapasiteleri bakımından da farklıdır. Giddens moderniteyi bir cehennem kamyonu[1] olarak tanımlar:
o, biz insanların bir ölçüde birlikte sürebileceğimiz, ancak aynı zamanda kontrolümüzden çıkmış ve kendi yolunda giden bir güç makinesidir. Bu cehennem kamyonu karşısına çıkanları ezip geçer ve bazen güvenli bir yolda ilerler gibi görünürken, bazen de önceden göremeyeceğimiz yollara sapar. Bu yolculuk kesinlikle sıkıcı veya ödülsüz değildir, çoğu kez neşeli olabilir ve umutlu bekleyişlerle doludur. Ancak modernitenin kurumlan varlıklarını devam ettirdikleri sürece yolculuğun güzergâhı veya hızını asla tamamen kontrol edemeyeceğiz. Ayrıca, kendimizi asla tamamen güven içinde hissedemeyeceğiz, çünkü onun ilerlediği yol büyük risklerle doludur (Giddens 1990:139).
Giddens, kendisinden önceki yazarlar gibi, küreselleşme sürecinde üç temel unsur belirler:
- Ekonomik – küresel piyasaların gelişimi ve dünya çapında pazarlar ve fabrikalara sahip Sony veya Ford gibi modern çokuluslu şirketlerin gücünde artış;
- Kültürel – kitle iletişim araçları ve uydu yayınlarıyla yaratılan küresel fikirler, imgeler ve kimliklerin gelişimi;
- Politik – uluslararası diplomasiye geçiş, uluslar-üstü ve dünya çapındaki yönetim birimleri ve ağlarının yükselişiyle, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nden Güney-Doğu Asya Ulusları Birliği’ne (ASEAN) doğru geçiş.
Giddens’a göre, hayatın her yönünü ve hatta bireysel-kimliği – zorlamasa da- küresel etkilere maruz bırakan bir dünya toplumunda yaşıyoruz. Küreselleşme ulusal sınırları aşar ve hatta sırası geldiğinde onun yerini alır; dünyadaki en fakir ülkeler bile Mc Donalds ve Coca Cola’nın baştan çıkarıcı tüketimci gücünden kaçamamışlardır. Günümüzde alternatif bir komünizm ideolojisi tarafından kontrol edilmeyen Batı kapitalizmi 20. y.y sonlarının dünyasını yönetiyor görünmektedir; 11 Eylül 2001 bu algıyı değiştirmiş olabilir. Bu olay Batı’ya ve özellikle Amerikan emperyalizmine meydan okuyan ve onlarla çatışan yeni bir güç olarak İslâm fundamentalizminin göstergesi olabilir, ancak bunun gerçeklik derecesi ileride görülecektir.
Giddens küreselleşmeyi beş temel boyutta analiz eder:
- Kapitalizm, kapitalist gelişme ve -özel sermaye sahipliği, meta üretimi, mülksüz ücretli emek ve ilişkili bir sınıf sistemi temelinde- dünya ekonomisinin ekonomik hâkimiyeti.
- Sanayileşme ve modern teknolojiler, endüstriyel yöntemlerin yaygınlaşması -İngiltere ve Avrupa’dan Asya ve Üçüncü dünyaya yayılan ‘dünya fabrikası’ ve üretim hatları.
- Gözetim sistemleri ve modern hükümetler ve organizasyonların vatandaşlar ve işçileri bilgi teknolojileriyle gözetleme ve kontrol kapasiteleri.
- Uluslararası ağ ve işbirliği içindeki -bir dünya uluslararası olaylar ve kararlar düzeninde temel aktör olarak ‘ulus-devlet’in önemini yitirmeye başladığı -devletler-arası bir sistem.
- Militarizm ve ‘dünya’ savaşları, dünya gücünün gelişimi ve Bosna, Afganistan veya Orta Doğu gibi dünyanın çeşitli ve farklı
bölgelerindeki uluslararası savaşlar.
Giddens bu beş faktörün karşılıklı ilişkili, ancak aynı ölçüde bağımsız olduklarını düşünür. Ayrıca bu faktörler, gerçekte modern kapitalizmin tezahürleri olsalar da. Batı Emperyalizmini güçlendirmenin yanı sıra, ona karşı kullanılabilirler. Sözgelimi Güney Kore, Hong Kong ve Singapur gibi Asya toplumları Batının endüstriyel teknolojisini benimsemişler ve kendilerine adapte etmişler ve onu Batı’yla rekabet edebilecek kendi çokuluslu firmalarını yaratmakta kullanmışlardır. Benzer biçimde, terörist gruplar da Amerika’ya ve onun bütün taraftarlarına saldırmak için modern telekomünikasyon sistemlerini ve savaş silâhlarını kullanmışlardır.
Giddens, küreselleşmenin olumsuz yanlarını, en azından ulusal kültürler ve kimliklere yönelik tehditlerini ve çevre üzerindeki etkilerini kabul ederken, küreselleşme yapıcı ve İnsanî bir biçimde düzenlendiği takdirde nispeten iyimser bir geleceğin ortaya çıkacağını düşünür. Giddens, Üçüncü Yol’da (1998), kozmopolit bir dünya, ortak bir hoşgörü ve insan hakları çerçevesi içinde kültürel farklılıkları kucaklayan ve teşvik eden ortak bir hümanite önerir. Giddens’a göre küreselleşmenin üç temel boyutu şunlardan oluşur: [2]
ne getirmek için kafa yoracakları ve bunun için çalışacakları bir ortam sağlayacağına inanır. Fakat Ulrich Beck gibi Giddens da, bir ‘risk toplumu’nda yaşadığımız ve insanın -çoğu niyetlenilmeyen sonuçlara yol açabilecek- aptalca veya kötü kararlar kadar, akıllı ve insanca kararlar da verebilecekleri gerçeğine du- yarlıdır.
Dolayısıyla, Giddens’ın küreselleşme teorisi çok boyutlu ve çoğulcu, post-modern dünyayı etkileyen pek çok farklı çatışan güce karşı duyarlı olduğu kadar bilgelik ve insancıllığın egemen olacağını da düşünen gelecekten umutlu bir teoridir. Giddens bu cehennem kamyonundan korkar, fakat insanların en azından doğru yönde ilerleme kapasitesine, risk ve gerçeklik, idealler ve ihtiraslar arasında bir denge kurabilme yeteneğine sahip olduklarına inanır -bir tür ‘ütopik realizm’.
KAVRAMSAL GELİŞİM
Giddens’ın küreselleşme perspektifi aydınlanmacı liberal geleneğe sıkıca bağlıdır ve Giddens insanların çatışma ve kendilerini yok etme eğilimlerine rağmen, sonuçta akıl ve bilgeliğin hâkim olacağını, barış ve uyumun çatışma ve kaosa üstün geleceğini umut eder. Malcolm VVaters (1995) ve Roland Robertson (1992) gibi yazarlar da benzer biçimde umutludur. Örneğin Robertson’a göre, küreselleşmenin kökleri 19. yüzyılda kapitalizmin gelişiminden öncesine, hatta Rönesans ve 15. ve 16. yüzyıllardaki keşiflere kadar uzanır. Robertson insan hakları ve ortak bir hümanite duygusuna dayalı bir ‘küresel bilincin’ gelişeceğine inanır. Malcolm VVaters, bir yandan 1930’larda Milletler Cemiyeti ve günümüzde Birleşmiş Milletler gibi organizasyonların yetersizliklerini kabul ederken, öte yandan daha ziyade küresel düzeni ve çatışmaların çözümünü sağlayacak küresel bir yönetim ve uluslararası hukuk düzenine odaklanır.
Ancak Marksist yazarlar bu tür liberal arzuları özünde paylaşmazlar. Marksistlere göre, post-modern küreselleşme modern kapitalizmin, onun acımasız kâr güdüsünün ve küresel bir ekonomi sayesinde yaratılan yeni piyasalar ve küresel tüketimciliğin kaçınılmaz sonucudur. Immanuel VVallerstein (1989) ‘kapitalist dünya sistemi’nin ortaya çıkışını ulus devletin gelişimine ve 16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere, Fransa ve İspanya gibi imparatorlukların yayılmacı keşiflerine bağlar. VVallerstein ve diğer radikal yazarlar, Giddens ve Robertson’ın aksine, değişim potansiyeli konusunda derin bir kötümserlik içindedirler.
Onlara göre, post-modern dünya, dünya ekonomisini kontrol eden, sömürü ve eşitsizliği arttıran, insan haklarını baskı altına alan kapitalist Batı’nın ve küresel emperyalizmin bir ürünüdür. Bu baskı radikal hareketlerin bastırılması ve Batı yanlısı diktatörlüklere verilen destek gibi askerî koşullar biçiminde ifade kazanabilir. Bu baskı, dünya piyasaları ve fiyatların kontrol altında tutulmasıyla aynı ölçüde ekonomik olabilir veya küresel iletişim araçlarının Batı tarafından kontrolü ve kullanımıyla kültürel bir nitelik kazanabilir. Onlara göre, küreselleşme ulusal kimlikler ve kültürleri önemsizleştiren Batılı yaşam tarzları ve tüketimciliğinin yaygınlaşmasını içerir. Batılı yaşam tarzları normalleşmekte ve ‘McDonaldlaşma’nın geçerli olduğu bir tür dünya hegemonyası biçimine bürünmektedir (Ritzer 1993).
Ayrıca, Marksist yazarlara göre, aslında insan hakları konusunda belirli bir ilerleme kaydedilse bile. Birinci ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasındaki eşitsizlik her zamanki kadar büyüktür. Anti-kapitalist hareketler Amerikan gücü ve emperyalizmini protesto eden Batılı ülkelerde bile gelişmiştir. Bu hareketler seslerini 1999-Seattle ve 2001- Londra gösterilerinde duyurdular. Şiddet protestolarının çoğu Eylül 2001 ‘de Amerikan ekonomik ve askerî gücünün iki ana sembolü olan New York Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan terörist saldırılarla sonuçlandı.
Küreselleşme, bu yüzden, 11 Eylül’ü izleyen uluslararası diplomaside ve Amerika’nın uluslararası terörizmle mücadelesinde olduğu kadar, post-modern sosyolojik tartışmalarda da merkezî bir kavramdır. Tony Giddens, İngiltere Başbakanı Tony Blair gibi, bu tartışmayı biçimlendirmeye, sorunların rasyonel düzeyde tartışılmasını sağlamaya, küresel sürecin yanı sıra dünya silâhlı kuvvetleri ve çokulusluların kontrolü ve reformuna ihtiyacı vurgulamaya çalışır. Bununla beraber, Giddens açlığın ortadan kalktığı, demokrasinin yaygınlaştığı ve teknolojinin insanîleştirildiği post-modern bir dünya öngörür. Sadece idealist umutlar olsalar da, bu ideallere ancak kollektif irade güçlü ve yeterince kararlı olduğu takdirde ulaşılabilir. Giddens, kendi yazılarını ve kendi gibi düşünen sosyologların çalışmalarını bu tartışmaya, bu konudaki düşünceler ve çözümlere bir katkı olarak görür. Noreena Hertz’ün son eseri Sessiz İstilâ (2002), modern kapitalizmde karşılaşılan küresel sorunlara ve 2002-Johannesburg Dünya Zirvesine faydacı olduğu kadar hiddetli bir karşılıktır. Birleşmiş Milletler, örneğin, 1.2 milyar insanın günde 0.66 f’den ve 3 milyar insanın 1.30 f’den daha az parayla geçinmek zorunda kaldığını, 800 milyon insanın yetersiz beslendiğini ve 1 milyar insanın temiz su kaynaklarına ulaşamadığını hesaplamıştır. 2060 yılı itibariyle 9-10 milyara ulaşacak dünya nüfusuyla birlikte, kriz her geçen gün büyümektedir -ve dünya güçleri, başta Amerika, on yıl önce Rio’da yapılan dünya zirvesinde olduğu gibi, bu sorunları giderecek bir eylem plânı üzerinde anlaşmak için bir araya gelmektedir. Giddens ve Hertz pragmatizm, sağduyu ve hatta çıkarcılığın hâkim olacağını ümit ederken, günümüzde küresel krizlere karşı koordine bir tepkinin kanıtına rastlanmamakta- dır. Yine de küreselleşme konusundaki tartışmalara katkısı Giddens’a uluslararası bir ün kazandırmıştır, ancak Mike 0’Donnell’ın da (2001) belirttiği gibi,
(Anthony) Giddens’ın ‘geç modernite’ çağında yerküredeki toplumsal hayatı bir başka sosyologdan daha iyi açıkladığı veya açıklamaya çalıştığı iddiası tartışmalıdır.
AYRICA BAKINIZ
- BAĞIMLILIK TEORİSİ ve
- MODERNLEŞME TEORİSİ -dünya toplumu ve küresel gelişme konusundaki daha önceki düşünceler için
- BİLGİ/BİLİŞİM TOPLUMU ve
- RİSK TOPLUMU -geleceğin toplumu üzerine çağdaş düşünceler olarak
OKUMA ÖNERİSİ
Günümüzde küreselleşme konusunda mükemmel, güncel ve rahat okunabilir bir giriş yazısı için, bkz.
NOREENA, HERTZ, (2002), The Silent Takeover: Global Capitalism and the Death of Democracy, 2nd Edition, Arrovv Books
[1] juggernaut: kasıp kavurucu güç; ezip geçen nesne; önüne çıkan her şeyi mahveden büyük bir kuvvet; cehennem kamyonu, uzun mesafelere yük taşıyan, trafik problemlerine yol açtığı düşünülen çok büyük yük kamyonu, TIR (Longman-Metro, Büyük Ingilizce-Türkçe Türkçe Sözlük, İstanbul 1993) [Ö.B.]
[2] Zamansal-alansal uzaklaşma – zaman, mekân ve mesafe artık modern dünyanın ayırt edici temel özellikleri değildir. Daha doğrusu, modern iletişim ve ulaşım sistemleri sayesinde dünya artık küçük bir yerdir ve dünyayla birkaç saniyede iletişim kurabilir ve onu birkaç saatte dolaşabiliriz. Ancak bu küçülme aynı zamanda küresel kontrolü kolaylaştırır ve uzaktan denetimi ve kişisel olmayan şirketler ya da hükümetleri daha mümkün ve muhtemel hale getirir.
- Parçalanma – yerel topluluklar, kültürler ve yapıların uzak güçler tarafından, sözgelimi uluslararası bankalar ve şirketlerin başka yerlerde aldıkları kararlar sonucunda yıkılması, bu kararların yerel veya ulusal kimlikleri ve onların kontrol algılarını zayıflatması veya yıkması. İngiltere’de Pound’un tedavülden kaldırılması ve Euro kullanımının ulusal kimliğe etkisi bunlara bir örnektir.
- Refleksivite – Giddens’ın gelecek konusundaki iyimserliğinin altında insanın eylemleri üzerinde düşünebilmesi ve bilinçli kontrolü yatar. Küresel güç ve hâkimiyet mücadeleleri ortasında ve küreselleşmenin gezegenimizin yıkımına yol açma potansiyeline rağmen, Giddens, nihayetinde, küreselleşmenin insanlara dünyayı hastalık, açlık ve savaşın olmadığı daha iyi bir yer hali-