Yapılaşma Teorisi Anthony Giddens
Yapılaşma Teorisi Anthony Giddens
Sosyologlar uzunca bir süre sosyal teorinin temel sorunuyla, birey ve onun
içinde yaşadığı toplum arasındaki ilişkiyle meşgul oldular. İçinde yaşadığımız toplumun ürünleri miyiz, yoksa etrafımızdaki dünyayı ortaklaşa ve bireysel olarak mı yaratıyoruz? Birey özgür ve ^ hayatının kontrolünü elinde tutan biri midir, yoksa hepimiz sadece içinde doğduğumuz toplumun özneleri, ipleri zengin ve güçlünün elinde olan kukla hamlenin kontrolümüz ve kavrayışımız dışındaki siyasal ve sosyolojik güçlerin denetiminde olduğu dev bir satranç oyunu içindeki piyonlar mıyız?
Büyük Biraderin yönetimine evet mi? Bu tartışma, sosyoloji tarihinde, yapısal işlevselci ve yapısal Marksistlerin determinist görüşleri ile fenomenoloji, sembolik etkileşimcilik gibi farklı yaklaşımlar ve bireyin hak ve özgürlüklerine inanan geniş bir kitleyi karşı karşıya getiren bir Kutsal Savaş başlatmıştır.
İngiliz sosyolog Anthony Giddens, daha önce VVeber’in yaptığı gibi, yapısalcılık ve bireyciliğin dogmatizmine karşı çıkmış ve onun yerine yapılaşma düşüncesini önermiştir; bu düşünce, toplumsal yapılar içinde bireyin kendini ifade edecek ve zamanla bu yapıları daha iyileriyle değiştirebilecek güce ve özgürlüğe sahip olduğunu anlatır. Ona göre, ne toplum ne de birey tam güçlü bir konumdadır. Onlar daha ziyade aynı paranın iki yüzü gibidirler. Toplumsal yapılar
-aile, topluluk, iş- bir yandan insan eylemi tarafından yaratılırken, öte yandan insan davranışını ve toplumsal hayatı tanımlar ve belirler. “Yapının eylemi veya eylemin yapıyı belirlediğinden söz etmek anlamsızdır” (Giddens, 1984: 219). Toplumsal yapılar ve insan eylemi birbirlerinden bağımsız olarak varolmazlar; daha ziyade, birbirlerine karşılıklı bağımlıdırlar ve iç içe geçmişlerdir. Giddens’ın 1976’da açıkladığı gibi, toplumsal hayat ‘aktif özneler’in ürünüdür; toplum orada, her hareketimizi kontrol eden dışarıda bir şey değil, daha ziyade öze/ bağlamlar veya yapılar içinde yer alan becerili, bilgili ve refleksif faillerin ürünüdür (Swinglewood, 2000). Giddens kendi argümanını kanıtlamak için konuşma ve dil örneğini verir. Bütün diller, ortak bir anlayışa veya anlama ulaşabilmek için nasıl konuşacağımız, yazacağımız ve iletişim kuracağımızı belirleyen bir dizi kural tarafından düzenlenir. Bu kurallar dilin nasıl öğrenileceği ve kullanılacağını belirler ve hiçbir birey bağımsız olarak ve kendi isteğiyle -ciddi bir karışıklık ve yanlış anlamaya yol açmadan- bu kuralları değiştiremez. Fakat dil, yeni düşünceler ve kavramlar ortaya çıkarken -alt gruplara ait yeni düşünceler ve bir söylem ortaya çıkar ve yeni teknolojiler ana-akıma dâhil olurken- zamanla değişir ve evrimleşir. Gençler özelde eski anlayışı dışlayan yeni sözcükler icat etmeyi severler -‘kötü’ ve ‘uygun’ sözcükleri gençler için anne babalarına geçmişte anlattıklarından çok farklı anlamlar ifade eder ve 1950’lerde ‘bilgisayara girmek’ bırakınız fiili, bir sözcük bile değildi.
Bu yüzden Giddens, toplumsal yapıların hem İnsanî faillikten (veya eylemden) meydana geldiğini hem de onu yarattığını anlatan ‘yapının ikiliği’ fikrini savunur. Yapı ve faillik Giddens’ın teorisinin merkezi unsurlarıdır.
Toplumsal yapılar
Toplumsal yapıların merkezini kurallar ve kaynaklar oluşturur. Onlar toplumsal düzenin ve düzenli insan davranışının temelleridir. Kurallar resmi veya resmi olmayan, gerekli veya beklenen davranışlardır. İster bir yasaya uymak isterse bir kuyruğa ‘düzgün’ biçimde girmek biçiminde olsun, onlara uyulması beklenir. Kaynaklar mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan materyaller ve araçları (tahsis kaynakları) ve insanların üretim sürecini gerçekleştirmek için sahip oldukları beceriler ve güçleri anlatır.
Aktörler olarak, özellikle liderler ve yöneticiler olarak bireyler, toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıları insanlar ve materyalleri insanlığın hizmetine sunmayı ve organize etmeyi sağlayacak bir araç olarak
yaratırlar; örneğin, binaların yapımında, fabrikaları çalıştırmakta, havaalanlarını işletmekte veya malî hizmetleri yürütmekte. Eyleyen ve refleksif bir varlık olarak insan, ona göre, çoğu yapısalcı ve determinist teorinin öne sürdüğü gibi toplumsal hayatın kıyısında değil, aksine merkezindedir. Ancak ne de, Giddens’a göre, insan tamamen özgür bir faildir. O toplumsal yapıları yaratabilir ve yeniden-üretebilir, ancak aynı zamanda onların kısıtlaması altındadır, zira toplumsal yapılar, özellikle güç konumundakiler tarafından kollektif olarak yaratılır ve yerleştirilirler. Bu yüzden, modern toplumun paradoksu, bireyin -ister seçmen ister tüketici olsun- özgür ve her şeye muktedir görünmesi, ancak pratikte çoğu kez onun, her şeye muktedir olanın toplum olduğunu, hayatını kontrol ettiğini düşünmesi ve kendini yardımsız, soyutlanmış ve yabancılaşmış hissetmesidir.
Giddens bu ikiliği kabul eder ve aksine, toplum çoğu kez her şeye muktedir görünmesine ve her yerde karşımıza çıkmasına rağmen, nihayetinde insanın -kollektif iradeye sahip olduğunda- gerek toplumu gerekse yönetim ve toplumsal yapıyı değiştirme yeteneğinde olduğunu öne sürer. En güçlü diktatörler bile, (hatta korku ve kadercilik gönüllü bir destekten ziyade bu itaatin temeli olduğunda bile), iktidarlarını sadece kendilerine tâbi olanlar izin verdikleri ölçüde sürdürebilirler.
İnsanî faillik
Giddens için, insan davranışının anahtarı ne güdüler ne de bencilliktir. Daha ziyade, insanın belirli bir durumda ‘nasıl davranacağı’nı bilmesi ve davranışlarını durumun gereklerine uyarlayabilmesidir. İnsan farkında veya bilinçli davranma kapasitesine sahiptir ve Giddens bu düşünme sürecinin bir hiyerarşi içerdiğini belirler:
- İnsanların, bir problem veya meselenin çözüm yollarını değerlendirirken ve bu değerlendirmeleri geçmiş ve gelecek davranışlarına yansıtırken başvurdukları sözel veya refleksif bilinç.
- Pratik bilinç: çoğu kez sorgulanmayan pratik bilgi veya hepimizin belirli durumlarda ne yapmamız gerektiği konusundaki bi- linç-altı bilgimiz.
- Bilinçdışı: hepimizin sahip olduğu güdüler ve ihtiyaçlar. Davranışlarımızı yönlendiren bu güdü ve ihtiyaçlar, özellikle bir yangında veya New York’taki İkiz Kuleler felâketinde olduğu gibi, normal yapıların çöktüğü acil durumlarda kendilerini belirgin olarak hissettirirler.
Bu yüzden, toplumsal yapılar ve İnsanî faillik arasında yakın bir ilişki vardır: insan eylemi toplumsal yapıları yaratır, ancak bu yapılar, bir kez yaratıldıklarında -evrim sonucunda veya devrimler, kollektif eylemlerle değiştirilinceye veya yıkılıncaya kadar varlıklarını sürdüren ve insan davranışını kontrol eden- süregelen bir ‘yapılaşma’ süreci veya yapılaşmış eylemle ilişki içindedirler. Gündelik toplumsal hayat, bir düzen ve öngörülebilirlik duygusu kazandıran, söze dökülmeyen, gerçekliği sorgulanmayan kurallar ve rutinler, kabuller ve beklentiler, yasalar ve meşrulaştırmalara dayanır. Bütün bunlar olmadığında, gerek alışveriş kuyruklarında, gerek trafikte, gerekse yasalara itaat konusunda bir kaos hüküm sürecektir. İngiltere’de arabaların aniden sağdan gitmeye başladığını veya müşterilerin aldıkları malların parasını ödemeden mağazadan ayrıldıklarını düşünün.
Ancak insanlar yukardan yönetilen robotlar değillerdir. Onlar, ref- leksif düşünce ve kollektif eylemle üretken, hatta kontrollü değişmeler sağlayabilen yaratıcı ve bilinçli varlıklardır. İnsanlar gündelik hayatlarında etraflarındaki toplum hakkında düşünür ve buna göre davranırlar (örneğin onlar, demiryolu grevi nedeniyle işe tren yerine arabayla gidebilir veya baskıcı bir yönetimi protesto için sokağa dö- külebilirler). Giddens, bu yüzden, olumlu ve çok iyimser bir insan davranışı anlayışına sahiptir ve bu anlayış onun ‘İnsanî faillik’ anlayışına yansır. İnsanlar özgür varlıklardır, ancak sadece kendi yarattıkları kurallar ve yapılar içinde. İnsanlar sadece çok özel durumlarda tamamen özgür veya tamamen kısıtlanmış durumdadırlar. Seçim çoğu kez kısıtlı olsa bile her zaman bir seçim imkânı vardır ve bu kısıtlamanın ardında güç, yani bazı bireylerin toplumu, bir toplumsal yapı veya sosyal sistemi diğerleri adına veya onların desteğiyle değiştirme ve dönüştürme kapasitesi ve yeteneği yatar. Modern hükümetler ve şirketler ne kadar güçlü görünseler de, nihayetinde onların eylemleri de kısıtlıdır ve yönettikleri insanların (örneğin, seçmenler, tüketiciler veya yurttaşların) desteğine bağlıdır; nihayetinde, onlar da yasalara tâbidir (örneğin, başlarda çok itibarlı olan, ancak 2002’de büyük malî bir dolandırıcılıkla suçlanan uluslararası şirket Enron veya onun denetleyen firma Arthur Anderson’ın durumu).
Giddens’ın yapılaşma teorisi bu yüzden çok pratik bir tezdir. O farklı sosyolojik teorileri bütünleştirmeye, birey ve toplum arasındaki ilişkiyi toplumu geliştirmek için tasarlanmış kamu politikalarını biçimlendirecek bir araç olarak kavramaya çalışır. Hem bireysel yaratıcılık hem de toplumsal düzen modern dünya ve modern hayatın temel unsurlarıdır. Değişim ve onun önceden görülemeyen sonuçlan gönümüz hayatının merkezinde yer alır ve bazen toplum kontrol dışı olarak görünürken, Giddens’ın düşüncesinde insan onu kontrol edecek ve yeniden yönlendirecek refleksif düşünme ve kollektif eylem kapasitesine sahiptir -fakat sadece böyle davranmayı seçtiği takdirde!
KAVRAMSAL GELİŞİM
Yapılaşma teorisi çatışan yapı ve eylem anlayışları, makro ve mikro sosyoloji, determinist ve iradeci insan ve toplum anlayışları arasındaki eski gerilimi giderme ve çözüme kavuşturmanın gerçek ve oldukça pratik bir yolunu sunar görünmektedir. Giddens’ın tezi derinlik ve genişlik bakımından “sosyal bilim topluluğunun imgelemini eline geçirmiştir” (May, 1996:118).
Yapılaşma teorisi Giddens’ın modernite ve küreselleşme konusundaki görüşlerinden önce geliştirilmiştir, fakat onun bütün düşüncelerinde İnsanî faillik, toplumsal yapı ve refleksivite kavramları her zaman nettir. Bu kavramlar gündelik hayatın ve toplumsal düzenin ince ayrıntılarını genel insan tarihiyle birleştirir ve özelde Giddens’ın teorisi toplumsal ilişkilerde ve toplumsal düzende gücün önemine ışık tutar. Yapılaşma teorisi siyasal güç konumunda olanlar ve tâbi konumdakiler arasındaki ilişkiyi belirlerken, aynı ölçüde toplumsal cinsiyet veya etnik ilişkilere ve bu ‘güç’ ilişkilerinin zaman içinde İnsanî faillikle ortaya çıkış biçimine de uygulanabilir. Örneğin, hukukî fırsat eşitlikleri ve İnsan Hakları Yasası’nın hem erkekler ve kadınlar hem de azınlık ve çoğunluk etnik gruplar arasındaki ilişkileri nasıl değiştirdiğini ve daha eşitlikçi bir toplumsal düzen ve kültürün gelişimine nasıl yol açtığını hatırlayın. Giddens’ın 1981’de öne sürdüğü gibi, “zayıf… her zaman kaynakları güçlüye karşı dönüştürebilecek bazı kapasitelere sahiptir” -bu örnekte, azınlık gruplar, hukuku toplumsal reformlar yapmak, kendi konumları ve fırsatlarını daha iyi bir hayat tarzı ve hayat standardına kavuşturmak için kullanmışlardır.
Yapılaşma teorisi kaçınılmaz olarak -özellikle sosyolojide- eleştiriler almıştır; görünüşte uzlaştırılamaz sosyolojik teorileri uzlaştırmaya çalışan bir tez doğal olarak saldırılara açıktır.
Margaret Archer (1982), örneğin, Giddens’ı faillik ve yapıyı çok yakından bir araya getirmediği için eleştirmiştir. Ona göre, kolay uzlaştırılamayacak, öz olarak farklı iki düşünce vardır. İnsan özgür iradeye sahipken nasıl aynı zamanda kısıtlılığı seçebilir; insanlar toplumu değiştirmekte ne kadar özgürlerdir? Ona göre, insanın toplumu değiştirme yeteneği oldukça sınırlıdır. Gerçek toplumsal devrim nadir bir oluşumdur. Ayrıca Archer, Giddens’ın toplumsal düzen ve değişme arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin özel durumlarda nasıl işlediğini tamamen açıklayamadığını düşünür. Bu argüman Layder vd.nin (1991) okuldan iş hayatına geçişi yapılaşma teorisi çerçevesinde araştırma girişimleriyle güçlenmiştir. O ve ortak çalışma grubu Giddens’ın teorisini genelde desteklemiş ve ayrıca yapı ve failliğin en azından “kısmen özerk ve bağımsız alanlar” oldukları sonucuna ulaşmışlardır (s. 461). Derek Layder (1997), faillik ve yapı kavramları örtüşse bile, her iki unsurun tam anlamıyla değerlendirilebilmesi için onların bağımsız ve özel analizlerinin yapılması gerektiğini düşünür. Thompson (1984) ve Livesay (1989) bu düşünceyi genişletmiş ve Giddens’ı birey aktörün gücü ve potansiyelini gereğinden fazla vurgulamak ve onların karşılaştıkları kısıtlamalar üzerinde yeterince durmamakla eleştirmişlerdir.
Giddens’ın biyografi yazarlarından lan Craib (1992a) daha da ileri gider ve onun çalışmasını ontolojik derinden yoksunlukla, aşırı basitleştirici olmakla ve modern toplumsal hayatın kompleksliğini yansı- tamamakla eleştirir. Craib’e göre, Giddens’ın tezinde yapısal işlevsel- cilik gibi büyük boy bir sosyal teorinin düşüncelerinden tamamıyla yararlanılmaz. Yapılaşma teorisi bir yanda yüksek bir genelleme düzeyine sahiptir, öte yandan, ayrıntılı açıklama ve kanıtlardan yoksun olduğu için çürütülmesi zordur. Ancak bu onun en güçlü yanlarından biri olabilir. Modern sosyal teori çok kompleks ve kapsamlı olsa da, Giddens, sosyolojik tartışmayı gerçek toplumsal hayatı akademisyenlerden ziyade sıradan insanların yaşadıkları gibi ele almaya yöneltecek güç ve ikna yeteneğine sahip bir düşünür olarak alınır.
Giddens bu eleştirilerden çoğunu reddeder. O kendini eleştirenlerle nadiren aynı fikirdedir ve daha yeni yazılarında, yapılaşma teorisinin, kamu politikası ve siyasetten cinsellik ve mahremiyete kadar çok daha genel toplumsal sorunları biçimlendirecek kapsam ve güce sahip olduğunu öne sürer. Giddens’ın teorisinin en kuvvetli yanı, bir yanda, onun sosyolojik analizinin yoğun kapsamı ve gücü, öte yandan, dogmatik olmayı reddetmesi ve açık zihinli ve pragmatik olma kararlılığıdır. O toplumu iyileştirmek ve liberal-demokratik değerleri geliştirmek için sosyolojik teoriyi kullanmaya çalışır. O masa başı bir eleştirmen değildir ve Yeni İşçi Partisi hükümetinin politikalarına katkıları İngiliz Başbakan Tony Blair tarafından açıkça kabul edilmektedir. Anthony Giddens’ın geliştirdiği ve Yeni İşçi Partisi’nin benimsediği Üçüncü Yol anlayışı yapılaşma teorisinin temel düşüncelerini yansıtır. Tony Blair Yeni İşçi Partisi’ni Eski İşçi Partisi’nin sosyalizmi ve Bayan Thatcher’in radikal Yeni Sağ Hareket’nin aşırılıkları arasında Üçüncü Bir Yol olarak, iki yaklaşımın siyasal dogmatizmine bir alternatif olarak, bir yandan sosyal reformlar ve fırsat eşitliğine bağlılığı yansıtan, ancak dogmatik değil pragmatik olmayı amaçlayan bir girişim olarak geliştirmeye çalışmıştır. Anthony Elliot’a göre (2001), Giddens’ın çalışması “toplumsal yeniden-üretim ve siyasal egemenliği analiz edecek kapsamlı bir sosyal teori, eylem ve yapının kompleks örtüşme biçimlerinin güçlü bir yorumunu” sağlamıştır.