Yoksulluk Kültürü Oscar Lewis
Yoksulluk Kültürü Oscar Lewis
Oscar Lewis (1914-1970) New York’ta doğdu. New York City College’de okudu ve Columbia Üniversitesine devam etti. 1948’de Illinois Üniversitesi’nde antropoloji profesörü olarak göreve başladı. Birleşik Devletler Ulusal Yerli Enstitüsü’nde Latin Amerika’yı temsil etti (1943-44); Hindistan’da Ford Vakfı için danışman antropolog olarak bulundu (1952-54); Asya, Meksika ve Küba köylülerinin yaşantıları üzerine araştırmalardan yararlanarak, Kuzey Kızılderili bölgesinde köy hayatı üzerine araştırmalar yaptı ve Beş Aile (1959), Sanchez’in Çocukları (1964), Yaşasın Hayatı (1968) ve Küba köylülerine ait bir dizi sözlü tarihsel hikâyeyi yayınladı; Aralık 1970’de öldüğünde karısıyla birlikte Dört Adam, Dört Kadın ve Komşuları (1977) üzerine çalışıyordu.
FİKİR
Oscar Levvis, 1950’lerde Puerto Rico ve Mexico’da kent ve kır yoksulluğu üzerine yaptığı iki çalışmasından hareketle, yoksulların bir yoksulluk (alt)-kültüründe yaşadıkları ve bu kültürün onları toplumun geri kalan kesiminden ayırmakla kalmayıp, yoksulluğa mahkûm ettiği tezini geliştirdi. Tarımcı köyler, gecekondular ve iç-kentlerde toplumun diğer kesimlerinden ayrışmış halde bulunan yoksullar, problem-
leri, engellenmeleri ve dışlanmışlıklarını yenmek için, kendilerine has tutumlar, değerler ve davranışlar geliştirir ve eşitsiz bir toplumda kendilerine göre bir ‘hayat tarzı tasarlayarak’ uyum sağlamaya çalışırlar. Bu alt kültürü, genel anlamında, bir toplumsal örgütlenmemişlik karakterize eder:
- Bireysel düzeyde;
güçlü bir marjinallik, acizlik, bağımlılık, aşağılık duygusu; nispeten düşük bir doyumu erteleme yeteneğiyle birlikte, güçlü bir şimdiki zamana yönelim, kabullenme ve kadercilik vardır (Levvis, 1959).
- Ekonomik düzeyde, işsizlik, gizli işsizlik ve düşük ücretler,
beceri gerektirmeyen mesleklerde yığılma, çocuk işçiliği, tasarrufların olmayışı, sürekli para sıkıntısı, evlerde erzak stokunun yokluğu, ihtiyaç oldukça daha sık ve küçük miktarlarda alışveriş yapma alışkanlığı, kişisel eşyaları rehin bırakma, yerel tefecilerden yüksek faizle borç alma, komşular arasında kendiliğinden organize edilen kredi olanakları, ikinci el mobilya ve giysi kullanımı yaygındır.
- Aile düzeyinde, kalabalık mahalleler ve kişisel mahremiyet yokluğu söz konusudur:
sürü halinde yaşama, yüksek oranda alkolizm, anlaşmazlıkları çözmede sıklıkla şiddet kullanma, çocukların eğitiminde çoğu kez fiziksel şiddete başvurma, kadınların dövülmesi, erken yaşlarda cinsel ilişkiye girme, serbest cinsel ilişkiler veya evlilik dışı beraberlikler, anneler ve çocukların nispeten yüksek oranda terk edilişi… erkeklerin üstünlüğüne olan inanç ve buna bağlı olarak kadınlar arasında yaygın bir öldürülme korkusu (Levvis, 1959). [1]
Nitekim, yoksulluk kültürü yoksulluğun müzminleşmesine yardımcı olur, bizzat yoksullar yoksulluğun devamına katkıda bulunurlar; kadercilikleri kendini doğrulayan bir kehanet yaratır ve bu süreç ‘dışardan’ gelecek yardımlar bile onların yoksulluktan kurtulmalarını engeller. Bu alt-kültür sadece ‘toplumun sınıfsal yapısı’ndaki değişikliklerle ortadan kaldırılamaz (Lewis, 1969).
KAVRAMSAL GELİŞİM
Yoksulluk kültürü kavramı hem yoksulluk teorileri hem de 1960’lı yıllarda hükümetlerin yoksulluk problemini çözmek için tasarladıkları politikalar üzerinde -özellikle ‘yoksulluk döngüsü’ fikriyle harmanlanarak- önemli bir etkide bulundu. Zira bu kavram ‘döngü’nün nasıl süreklilik kazandığına ciddi bir açıklama getirdi. Örneğin Michael Harrington, Öteki Amerika’da (1963) Amerikan Yoksulluğu üzerine analizinde, bir ‘dil’den ve bir ‘yoksulluk psikolojisi’nden söz eder. Bu tez, 1960’lardaki refah döneminde, Amerika’nın ‘Yoksullukla Sa- vaş’ının ve çeşitli İngiliz yoksulluk programlarının temelini oluşturdu. İş Kurulları, Gençlik-Komşuluk Kurulları ve özellikle Headstart gibi programlar aracılığıyla ve bu kadercilik ve örgütsüzlük alt-kültürünü genel olarak ortadan kaldırmak için Amerikan gettolarına milyarlarca dolar akıtıldı. Genç insanlar ve öğretmenlerden oluşan ekipler, topluluk ruhu ve faaliyetlerini yeniden canlandırmak; yoksullara kendilerine nasıl yardım edebileceklerini öğretmek; -Amerikan Rüyası için rekabete teşvik ederek ve eğitim aracılığıyla getto dışına çıkmaları için bir yol bulmalarını sağlayarak- gençleri temel değerler etrafında yeniden-sosyalleştirmek için gönderildiler. Ayrıca, çok daha az politik desteğe ve çok daha az paraya (!) rağmen, Eğitsel Olarak Öncelikli Alanlar ve özellikle Topluluk Geliştirme Projesi gibi İngiliz programların arkasında, yoksulluk bölgelerini belirleme ve yoksulları topluluk faaliyetleri ve bireysel kendine yardım ideallerine çekmek için ‘misyonerler’ gönderme yönündeki bu tür bir ‘kültürel’ yaklaşım yatar.
Bununla beraber, hem yoksulluk kültürü tezi hem de yoksulluk programları 1970’lerde artan saldırılara maruz kalmıştır: [2]
mun geri kalan kesiminden büyük ölçüde farklılık gösterdiği düşüncesi sorgulanmaya başlandı. Batı Afrika’da Ken Little ve Güney Amerika’da VVilliam Margin Üçüncü Dünyanın kenar mahalleri ve gecekondularında gelişen ve büyük ölçüde örgütlü bir ‘topluluk’ hayatının varlığını tespit ettiler. Onlar, yoksulların fiziken toplumdan ayrı olsalar ve toplumun genel hayat tarzına katılacak paraya sahip olmasalar bile, yine de, genellikle bu umudu taşıdıklarını buldular. Bu gecekondu bölgelerindeki görünürdeki örgütsüzlüğün büyükçe bölümü, daha ziyade Batılı araştırmacıların görünenin altında yatan cemaat/topluluk duygusunu göremeyen orta sınıf önyargılarının bir yansımasıydı.
- 1960’lardaki yoksulluk programları genelde başarısızlıkla sonuçlandı. Çok fazla para ve emek harcanmasına rağmen yoksulluk ortadan kaldırılamadı; 1970’lerde yoksulluk derecesi genellikle ekonomik çöküntüyle birlikte artış gösterdi; bu başarısızlık da yoksulluğu ortadan kaldırmaktan ziyade daha da pekiştirdi. Hem topluluk araştırmacıları hem de görevlileri de bu tezi terk ettiler ve onların çoğu daha radikal analizlere, özellikle de Marksist yazarlara yöneldiler.
Radikal ve Marksist yazarlar yoksulluk kültürü tezini iki temel düzeyde eleştirmişlerdir: [3]
sullar ve bireysel tutumlardan, güç yapısına ve iyi dürümdakilerin tutumlarına çeker.
- Batılı hükümetler tarafından, yoksulluğa çözüm getirmekten ziyade, onu gizleyecek uygun ideolojik bir araç olarak kullanılması. 1960’lardaki programlar, yoksullukla ilgili bir şeyler yapar görünürken, gerçekte dikkatleri sadece eşitsizlikten ve onu (çok düşük bir maliyetle) yaratan kapitalizmden uzak tutmak için değil, yoksulluğu kontrol altında tutmak için de tasarlandılar.
Amerika’da 1960’lardaki Irk Ayaklanmaları sonrasında, kamu görevlileri şehirlerde ayaklanmaların ve bir ‘sınıf savaşının çıkacağı’ndan korktular. Yoksulluk kültürü tezi, bu yüzden, onlar tarafından, yardım maskesi altında yoksul bölgeleri kontrolleri altında tutmakta kullanıldı. Yoksullukla savaşın gerçek amacı, bu nedenle, yoksula karşı bir savaştı; bu savaş söz konusu topluluklar polis yerine sosyal hizmet uzmanlarıyla istilâ edilerek; bir şeyler yapıyor görünüp acıları hafifletilerek; yoksulların en yetenekli ve kitleleri sürükleyen liderlerini daha iyi iş ve eğitim teklifleriyle çekip alarak yürütülmeye çalışılıyordu. Ironik olan, bu programın en radikal eleştiricilerinin projede yer alan uzmanlar, özellikle İngiliz Topluluk Geliştirme Projesinde çalışanlar olmasıydı.
Levvis’in tezine yönelik, onun özellikle ‘kapitalist sınıfın bir aracı olduğu yönündeki eleştiriler bir ölçüde haksızdır ve aslında onun söylediklerinden ziyade, düşüncelerinin çarpıtılmış bir biçimini yansıtmaktadır (Levvis, 1968).
İkinci olarak, onun analizi çok radikaldir ve gelişmiş değil ‘gelişmekte olan’ toplumlardaki yoksullukla ilgilidir. Levvis sadece yoksulların tutumlarına değil, aslında yoksulluk kültürünün bir yandan yoksulların sınıfsal tabakalaşma içindeki büyük ölçüde bireycileşmiş kapitalist bir toplumdaki marjinal konumlarını benimsemeleri anlamına gelirken, öte yandan ona karşı geliştirdikleri bir tepki biçimi olduğunu öne sürerek, toplumun yapısına dikkat çeker.
Yoksullar egemen sınıfların temel kurumlan hakkında eleştirel düşüncelere sahiplerdir, polisten nefret ederler, hükümete ve üst düzey görevlilere güvenmezler, hatta kiliseye bile şüpheyle bakarlar. Bu durum, yoksulluk kültürüne, mevcut sosyal düzeni hedef alan politik hareketler içinde, yüksek bir protesto ve kullanılma potansiyeli sağlar (Levvis, 1968).
Kabaca tahminime göre, Birleşik Devletlerde yoksulluk sınırının altındaki nüfusun % 20’si, hayat tarzlarını yoksulluk kültürü olarak nitelendirmeyi haklı kılacak özelliklere sahiptir (Levvis, 1968).
Son olarak Levvis, Amerika ‘Yoksullukla Savaş’ programını desteklemek bir yana, şu sözleri sarf eder:
Ben onların (memurlar ve politikacıların) çoğunun yoksulluk ve yoksulluk alt kültürü arasındaki fark konusunda oldukça muğlak bir anlayışa sahip olduklarını kanıtlayabilirim (Levvis, 1969).
Charles Valentine’in öne sürdüğü gibi:
Güçlü konumdaki pek çok insan, yoksulluk kültürü fikrini sırf kendi amaçları için, kötü politikalarını meşrulaştırmak için kullandı ve onların kavramı benimseme amaçlarıyla Levvis’in amaçları arasında hiçbir ortak yan yoktur (Valentine, 1969).
Bu iddia ve karşı iddiaların doğruluğu her ne olursa olsun, yoksulluk kültürü fikri, oldukça etkili ve güçlü bir tez olduğunu ve diğer tüm ‘temel fikirler’ gibi, dünyanın en acil ve derin problemlerinden biri konusunda yeni kavrayışlar ve taze yaklaşımlar getirdiğini kanıtlamıştır.
[1] Topluluk düzeyinde, “içinde bulundukları toplumun temel ku- rumlarıyla bütünleşmede ve onlara katılmada yetersizlik” -ve bu yüzden, örgütlenme ve siyasal ‘etki’ yoksunluğu- söz konusudur.
Böyle bir alt kültür, sadece bu insanların toplumdaki marjinal durumlarına tepkilerini değil, aynı zamanda bu marjinal durumun içselleştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasını da yansıtır.
Gecekondu bölgesinin çocukları 6-7 yaşlarına geldiklerinde genellikle kendi alt kültürlerinin temel değerleri ve tavırlarını özümserler ve ‘değişen koşulların avantajları’ndan tam olarak yararlanma veya ‘hayatları boyunca karşılarına çıkabilecek fırsatlar”! artırma yeteneğinden yoksunlardır (Levvis, 1968).
[2] Levvis’in yoksulluk araştırmaları, toplumun genel yapısını büyük ölçüde ihmal ederek, neredeyse tamamen bireyler ve ailelere yoğunlaşmıştır.
- Üçüncü Dünya toplumları ve gelişmiş toplumlardaki yoksulluk araştırmalarında, yoksulların her yerde bu kadercilik ve örgüt- süzlüğü sergiledikleri ve/veya yoksulların tutumlarının toplu-
[3] Yoksulluğun nedenlerinin yanlış bir analizi olarak: O yoksulluğu yoksulların hayatının bir yansıması olarak açıklama eğilimindeydi -özellikle yoksulluğa yol açan nedenleri açıklamamak- taydı. Dahası o, ‘kurbanı suçlama’, yani yoksulları, kendi tutumları ve duyarsızlıklarıyla kendilerini yoksulluğa mahkûm etmekle suçlama eğilimindedir. Böylece bu teori, dikkati gerçek nedenlerden, yani toplumun genel yapısı ve gelir dağılımından uzaklaştırır. Kapitalizmin hem erken hem de ileri aşamasında yoksullara ihtiyacı vardır -ucuz bir işgücü havuzu ve toplumun pis/ağır işlerini yapacak vasıfsız işgücü sağlamak için, daha iyi konumdakileri motive etmek ve disipline sokmak, yüksek kazançları ve tanım gereği eşitsiz gelir dağılımını sürdürmek için. Yoksullukla gerçek mücadele ‘zenginliğe karşı savaş’ı -zenginlik ve gücün büyük ölçüde yeniden dağıtımını ve üretim araçlarının mülkiyetinde özel mülkiyetten kamu mülkiyetine geçiş yönünde radikal bir değişimi- gerektirir. Dolayısıyla, yoksullar zenginler tarafından yoksulluk içinde tutulurlar; ve kendi hayat tarzları yüzünden değil, aksine bu eşitsizliğe nüfuz eden kapitalist kültür nedeniyle yoksul kalırlar. Böyle bir analiz dikkati yok-