Hukuk Sosyolojisi

TOPLUM VE SOSYOLOJİ – HUKUK

TOPLUM VE SOSYOLOJİ

Sosyolojinin temel inceleme konusunu açıklamak.

Toplum, Sosyoloji ve Hukuk

 

İnsan, diğer canlılarla bazı ortak özelliklere sahiptir. Onların da bulunduğu bir do­ğal çevrede yaşar. Beslenme, giyinme, barınma ve korunma gibi biyolojik ihtiyaç­ları vardır. Bu ihtiyaçlarını, içinde yer aldığı doğal çevrenin imkânları ve özellikle­ri çerçevesinde gidermeye çalışır. Yaşamak için doğaya muhtaç olan insan, doğa ile sürekli olarak ilişki içindedir. Ancak insan, biyolojik ihtiyaçları da dahil olmak üzere, tüm ihtiyaçlarını sadece doğal çevrenin belirlediği bir şekilde değil; toplum­sal yaşam içinde geliştirdiği sosyo-kültürel ilişki biçimlerine, değer yargılarına ve davranış kalıplarına bağlı olarak karşılamaya çalışır. Hiç kuşkusuz insan, canlı bir varlık olarak her şeyden önce doğal gerçekliğin parçasıdır. Ancak insan, aynı za­manda “toplum” adı verilen bir toplumsal çevrede yaşar. Böyle bir çevre içinde in­sanlar, birbirleriyle girmiş oldukları ilişkiler ve etkileşimlerle birtakım gruplara, ku­rumlara, örgütlere, değerlere ve normlara hayat verirler. İnsanların etkileşim halin­de yarattıkları bu gerekliğe “toplumsal gerçeklik” veya “toplumsal yaşam” alanı de­
nilir. Doğal gerçeklik fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji gibi doğal bilimlerin konusu­nu oluştururken, toplumsal gerçeklik sosyoloji psikoloji, ekonomi ve siyaset bilimi gibi sosyal bilimlerin konusunu oluşturur.

Sosyoloji, toplumsal yaşam alanını veya toplumsal gerçekliği incelemeye çalı­şan, onu anlama ve açıklama yönünde çabalayan bir bilim dalı olarak ortaya çık­mıştır. Sosyolojinin inceleme alanı toplumsal yaşamdır. Dolayısıyla bu durum, sos­yolojinin tek tek kişileri değil; kişilerin toplumsal yaşam içinde kurdukları ilişki ka­lıplarını, etkileşimlerini ve davranış biçimlerini incelemeye çalıştığı anlamına gelir.

Sosyologlar, insanların değişik toplumsal gruplarda ve toplumlarda nasıl ilişki kurduklarını, ne tür ilişki ve etkileşim kalıpları yarattıklarını, hangi tarz davranışlar sergilediklerini, ne gibi değerlerin, normların, kurumların ve örgütlerin oluşmasını sağladıklarını; aynı zamanda toplumsal etkileşim sürecinde yaratıp geliştirdikleri davranış kalıplarının, örgütlerin, kurumların, toplumsal değer ve normların insan ilişki ve davranışlarını nasıl etkilediğini anlamaya ve açıklamaya çalışırlar. Bu çer­çevede sosyo-ekonomik statü, din, kültür, hukuk, yaş, cinsiyet ve eğitim gibi fak­törlerin insan ilişkilerini ve davranışlarını nasıl etkilediğini ve farklılaştırdığını ince­lerler. Sosyologlar, insanları bulundukları çevreden soyutlayarak değil; onları fark­lı toplumsal konumlara sahip etkileşim ve iletişim halindeki varlıklar olarak ele alırlar. Başka bir deyişle, sosyologlara göre kişiler, her zaman başkalarıyla ilişki ve etkileşim halinde olup onlara bağlı olarak davranışta bulunurlar.

Sosyoloji, geniş bir ilgi alanına sahiptir. Bu ilgi aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve hukuktan sapkın davranışlara, etnik ve dinsel ilişkilere kadar bütün toplumsal alanları kapsamına alır. Böylesine geniş ve kapsamlı ilgisinden dolayı sosyoloji, si­yaset sosyolojisi, suç sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi, din sosyolo­jisi, eğitim sosyolojisi gibi birçok alt dala ayrılmış durumdadır. Ancak bu bölünme­nin mutlak bir parçalanma anlamına gelmediği bilinmeli; aslında bu disiplinlerin hepsinin bir bütün olarak sosyolojinin kapsamında olduğu, toplumsal gerçekliği farklı yönlerde ve boyutlarda kavramaya çalışmanın bir ifadesi olduğu düşünülme­lidir. Sosyolojinin her bir alt dalının, genel olarak sosyoloji adı verilen bütünün parçaları olduğu ve bu parçaların karşılıklı ilişki ve etkileşim halinde bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır. Sosyolojiyi, toplumu, toplumsal grupların organizasyonu­nu, insanlar arası etkileşimi ve insanların kendi toplumsal gerçekliliklerine verdik­leri anlamı incelemeye çalışan bir sosyal bilim dalı olarak tanımlamak mümkündür (Trevino, 2008: 1).

Sosyolojiyi, kısaca toplumun bilimi olarak da tanımlamak mümkündür. Bu ta­nım ise, toplum kavramını açıklamamızı gerektirir. Toplum, kişilerin bir toplamı ol­mayıp bir etkileşim sistemidir. İki kişi arasındaki ilişkiden, aynı toplumun bireyle­ri arasındaki ilişkilerin tümünün oluşturduğu bütünlüğe kadar bir süreklilik söz ko­nusudur. Toplum halinde yaşayan insanlar, etkileşim süreci içinde birtakım değer­leri, kuralları ve kurumları yaratırlar. Böylece bazı değerleri, normları ve kurumla­rı yaratarak ve paylaşarak, meydana getirmiş oldukları grupları, toplulukları ve toplumları diğerlerinden farklı görmeye başlarlar. Etkileşim sürecinin sonunda or­taya çıkan grupların, toplulukların ve toplumların şekillendirdikleri değerler, norm­lar ve kurumlar ise, insan ilişkilerinin ve etkileşimlerinin çerçevesini çizerek, kişi­lerin değişik yer ve zamanlarda nasıl davranacaklarını veya nasıl davranmaları ge­rektiğini belirler.

Doğal gerçeklik: Toplum halinde yaşayan insanlar, yaşamak için doğaya muhtaç olup onunla hem ilişki hem de mücadele içendedirler. insan tarafından yaratılmamış olan, ancak insanı etkileyen ve insan tarafından etkilenerek dönüştürülen bu alana, doğal gerçeklik denir.

Toplumsal gerçeklik:

Toplumsal yaşamda birbirleriyle ilişki halinde bulunan insanlar, etkileşim süreci içinde birtakım değerleri, inançları, kuralları ve kurumları, kısacası kültürü yaratırlar. Bu ortak kültürel değerleri ve normları paylaşarak, kendilerinin meydana getirmiş oldukları grupları ve toplumları başkalarından farklı görmeye başlarlar. insanların birlikte yaşamaları ve karşılıklı etkileşimleriyle meydana gelen, insan ilişkilerine ve davranışlarına yön veren bu alana toplumsal gerçeklik denir.

Her toplumda, insan ilişkilerini düzenleyen değerler, görenekler, gelenekler, din kuralları, hukuk kuralları, ahlak kuralları ve görgü kurallarından oluşan bir sis­tem vardır. Bu toplumsal sistem içinde, toplumsal değerlerin ve normların yanın­
da; hem bu değerlere ve normlara hayat veren, hem de bunlar sayesinde insan davranışlarını düzenleyen aile, din, siyaset, ekonomi, eğitim ve hukuk gibi kurum­lar bulunur. Bunların sayesinde, toplum hayatı ve düzeni sağlanmış olur. Her top­lumsal kurum, belli toplumsal amaçları ve ihtiyaçları karşılamak için doğar ve var­lığını sürdürür. Onlara hayat veren amaçlar ve ihtiyaçlar ortadan kalkınca, kurum­lar işlevlerini yitirip yok olurlar veya işlevsiz kalarak bir süre daha varlıklarını sür­dürebilirler. Toplumsal olan her şey gibi, toplumsal kurumlar da değişir.

Toplumsal kurum kavramı,

dar ve geniş anlamda incelenebilir. Örneğin, ilkokul, dar anlamda bir kurumdur. Bir lise veya üniversite de dar anlamda kurumdur. Ancak, bu dar anlamda kurumları içine alan bir kurum vardır ki işte ona, geniş anlamda eğitim kurumu adını veririz. Aslında, geniş anlamda toplumsal kurumları, “toplumsal kurum” kavramı ile; dar anlamda kurumları ise, örgüt veya organizasyon kavramı ile ifade edebiliriz. Yani, toplumsal örgütler, dar anlamda toplumsal kurumlardır.

Anomi: Kişilerin davranışlarına yön veren kuralların ve değer sistemlerinin zayıflamasıyla, kişilerin şaşkınlığa sürüklendiği ve yoğun bir doyumsuzluk içinde bulundukları tsplum sal durum.

Toplumsal kurumlar arasında nispeten uyumlu bir bütünlük vardır. Yani, bir toplumsal sistem içinde ekonomi, hukuk, aile, siyaset, eğitim ve din gibi kurumlar, belli bir eşgüdüm ve uyum halinde bulunur. Zaten, böyle bir uyum söz konusu ol­madığı zaman, sosyolojinin kurucularından Emile Durkheim’in belirttiği üzere, anomik (kuralsız ya da kural kargaşası içinde) bir toplum yapısı ortaya çıkar ve toplumsal düzensizlikler söz konusu olur. Toplumsal düzensizliklerin aşılmasında ise, diğer kurumların yanında hukuk da önemli bir işleve sahiptir. Toplumun var­lığını sürdürmesinde ve düzenin sağlanmasında hukuksal kurallar ve yaptırımlar çok önemli roller oynar. Bir toplumda toplumsal yapının karmaşıklaşıp farklılaş­masına bağlı olarak insan ilişkilerini ve davranışlarını düzenleyip çerçeveleyen hu­kuk kuralları da dahil olmak üzere toplumsal yaşamı düzenleyen kurallar yetersiz kaldığı, mevcut kurallara aykırı davranışlara uygulanacak müeyyideler olmadığı veya uygulanmadığı takdirde toplumsal düzeni yürütmek mümkün olamaz. Örne­ğin, bir an için belli bir toplumda mülkiyet, miras, sözleşme ilişkilerini düzenleyen kuralların olmadığını veya etkin yaptırımlarla desteklenmediğini düşünelim. Böyle bir durumda, başkasının mülkiyetine el koyan, borcunu ödemeyen, imzalamış ol­duğu sözleşmenin hükümlerine uymayan kimselere karşı etkin tedbirler alınama­yacaktır. Toplumsal yaşamın bir düzen ve uyum içinde sürdürülmesine katkıda bulunacak normların ve yaptırımların yokluğunda kaotik bir ortam söz konusu olabilecektir.

 

 

 

İlgili Makaleler