Din Sosyolojisi

SOSYAL GRUPLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ

SOSYAL GRUPLARIN GENEL ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ

İnsan sosyal bir varlıktır. Bu bakımdan, insanlık tarihinin ne ka­dar eski devirlerine indirse inilsin, yeryüzünün her yerinde insanla­rın daima birtakım topluluklar veya gruplar halinde yaşadıkları mü­şahede edilmektedir. Hal böyle olunca, sosyal gruplar meselesi, eski devirlerden beri mütefekkirlerin dikkatini üzerine çekmiş önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hakikaten, meselâ antik dönem­de Aristo ve X. yüzyılda yaşamış bulunan bir İslâm âlimi olan Fârâbî’nin üzerine eğildiği toplumsal konulardan biri sosyal gruplar mevzuudur. Bunun gibi, XIV yüzyılda yaşamış büyük İslâm âlimi İbn Haldûn’un Mukaddime’sinde de sosyal gruplaşma şekilleri önemli bir yer tutmaktadır.

Maamafih, “grup” tabiri, XVIII. yüzyıldan itibaren sosyal bir an­lam kazanmıştır ve daha sonra da hemen bütün dillerde kullanılır bir hal almıştır. Sosyal gruplar meselesi ise, sosyoloji biliminin ilk siste­matik tasnifini yapan A. Comte’ta dahi aslî bir konu olarak yer almış ve “sosyal statik” başlığı altında incelenmiş olup; konu bugünün sos­yologları için de sosyolojik önemini korumaktadır.

Sosyal gruplar konusunda, üzerinde en çok durulan hususlardan biri, onların mahiyeti meselesidir.

Sosyal grupların mahiyetinden söz ederken ilk önce onların, in­sanların birlikte yaşamaları vakıası sonucu ortaya çıkan şekiller ol­duklarını belirtmeliyiz. Dinamik açıdan bakıldığında bir toplum, da­imî sûrette dalgalanan, çalkalanan ve değişikliğe uğrayan bir durum ve mahiyet arz eder. Buna karşılık, topluma statik açıdan bakıldığın­da onun muayyen bir kuruluş veya “yapı” (strüktür) ya sahip olduğu görülür. Bu iki değişik bakış açısı birleştirildiğinde toplumun, bir yan­dan sürekli olarak değişikliğe uğrayan bir kitle olmasına karşılık, ay­nı zamanda daima belli bir birlik ve bütünlük arz eden bir yapıya ve düzene sahip bulunduğu anlaşılır. Esasen, belli bir yapıya ve düzene sahip bulunan toplumda ortaya çıkan her çeşit dalgalanma ve değişik­lik bir süre sonra toplumun bünyesine mal olur ve böylece toplum, daima bir yapıya sahip olma özelliğini korur. İşte toplumun böyle da­ima belli bir yapı arz etmesi olgusu, sosyal hayatın gruplaşma özelli­ğinden ileri gelen bir durumdur. Zira, insanlar toplu halde yaşadıkla­rı gibi, hemen her toplum da, belli pek çok ünitelerden yani toplum­sal kategoriler, gruplar ve alt gruplardan oluşmaktadır.

Gerçekte, büyük küçük her organize insan topluluğu bir sosyal gruptur. Nitekim, gerçi “sosyal grup” kavramının tarifi konusunda sosyologlar arasında tam bir birlik bulunmamakla birlikte, genellikle bununla yoğunluğu, büyüklüğü ve sayısı çok değişik olabilen insan birlikleri kast edilmektedir.

Sosyal gruplar, insanların bir araya toplanmaları sonucu ortaya çı­kan topluluklardır. Ancak, insanların her çeşit birleşmeleri sosyal gru­bu meydana getirmemektedir. Meselâ, genellikle sosyologlar, sosyal grupları, geçici insan birikmeleri ve sosyal kategorilerden ayırt etmek­tedirler.

Bir sosyal grubun olabilmesi için, her şeyden önce birden fazla in­sanın bir arada bulunması gerekir. Ayrıca bu topluluğun öteki insan­lardan ayrı, başlı başına bir birlik meydana getirmesi, bir varlık kazan­ması ve topluluk içerisinde her üyeye düşen bir “rol”ün ve bir “sta­tünün var olduğu yapısal bir sistemin oluşması gerekmektedir. Buna göre sosyal grup, orada bir “teşkilat” ve her üyenin bir rolünün bu­lunduğu bir “roller sistemi” olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekil­de sosyal grup, içersinde her bir üyenin bir rolünün bulunduğu belli bir teşkilatlanmayı da beraberinde getirmektedir.

Sosyal grupların, bu yapısal ve fonksiyonel özelliklerinden başka, sosyal grup mensupları, müşterek bir “kültür”ün içinde faaliyet ve karşılıklı münasebet halindedirler. Müşterek kültür, grup üyelerinin ortak bir tarihe sahip olmaları da demektir. Şu halde sosyal grup; do­ğan, gelişen, kendini muhafaza eden ve yerine göre dağılan bir varlık­tır. Esasen sosyal grubun ayakta kalması birtakım “norm”\ar ve “mü- essese”lerin teşekkülünü icap ettirir.

Sosyal grupların bir de “psikolojik” özelliği mevcuttur. Çünkü sosyal grup üyelerinin, kendilerini grubun mensubu saymaları veya öyle hissetmeleri ve öteki grup üyelerinin de onları o şekilde kabul et­meleri gerekir. Üyelerin gruba vakî iştirâklerini ifade eden bu duygu-

ya “mensubiyet duygusu”, “birlik veya grup şuuru” ya da “biz duygu­su” adı verilmektedir. Bu anlamda her sosyal grup aynı zamanda sos­yal psikolojik bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Genellikle sosyologlar, bu sosyal psikolojik duygunun teşekkül et­mediği sosyal kategorileri gerçek sosyal gruplardan ayırmakta ve In­giliz sosyologu Ginsberg’in tabiriyle onları “Quasi” (Şibih) gruplar olarak adlandırmaktadırlar. Zira, meselâ bir toplumda aynı yaşta bu­lunanlar, belli bir sosyal kategoriye mensup olmaları sebebiyle istatis­tik bir yekûn teşkil ederlerse de, onlarda belli bir kuruluşa bağlı ola­rak bir roller sistemi ve aynı zamanda muayyen bir bütün oluşturacak bir birlik duygusu teşekkül etmediği için onları, aralarındaki benzer­lik, yakınlık veya karşılıklı münasebetler gibi bazı müşterek özellikle­rine bakarak, hakiki bir sosyal grup sayamayız.

Aslında şibih gruplar, kendilerinden hakiki sosyal grupların doğ­dukları sosyal kategorilerdir. Zira, onların sahip oldukları müşterek hususiyetler, bazen bir birlik hissinin doğmasına ve böylece yekûnun muayyen bir sosyal kuruluşa erişerek gerçek sosyal grubun teşekkülü­ne zemin teşkil edebilirler. Hakikaten, mesela belli bir iş kolunda ça­lışan kimseler, ilk plânda sadece kemmî bir çoklukturlar. Ancak, bazı müşterek menfaatler dolayısıyla, onların arasında bir birlik duygusu oluşabilir ve onlar bir dernek veya sendikaya dönüşerek, gerçek bir sosyal grup hüviyetini kazanabilirler.

Sosyal grubun bu psikolojik boyutu, gruba mensubiyet dolayısıy­la üyelerde ortaya çıkacak bir “tutum” problemini de beraberinde ge­tirecektir. Esasen, birçok kimselerin aynı gruba mensubiyeti, araların­da karşılıklı münasebet ve enteraksiyon halinde bulunmaları yani bir­birlerine etki ve tepkilerinin olması da demektir. Bu bakımdan, sosyal grupları, sosyal hayatta insanların ortak amaçlara erişmek için, arala­rında belli bir derecede işbirliği kurarak, karşılıklı münasebetler tesis ettikleri teşekküller şeklinde tarif etmek de mümkündür. Gerçekte, grup üyelerinin birbirleriyle olan grup içi münasebetlerinden başka, grubun dışındakilerle ve grubun başka gruplarla münasebetleri de ba­his konusudur.

Sosyal grupta mevcut enteraksiyon, üyeler arasında ve dolayısıyla grupta bir birleşme ortaya çıkarabileceği gibi, bazı rekâbet ve ihtilâf­ları de doğurabilir. Esasen, sosyal grubun hayatiyetinin istikran ve sü­rekliliği açısından, grubun bütünleşmesinin sağlanması ve korunması büyük bir önem taşır. Aslında, sosyal grup üyeleri arasında, her şey­den önce, onları birbirine bağlayan müşterek menfaatler veya değer­ler ya da idealler söz konusudur ve grubun tüm faaliyeti temelde bu amacın gerçekleştirilmesine yöneliktir. Birçok durumlarda sosyal gruplar, insanların belli ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkarlar. Bu bakımdan, sosyal gruplarla ilgili olarak buraya kadar belirtilen özellikleri de göz önünde tutmak süreriyle, sosyolog Fichte ile birlik­te onları, “Ortak amaçların izlenmesi hususunda, sosyal normlara, yararlara ve değerlere uygun olarak, karşılıklı rolleri yerine getiren ki­şilerden oluşmuş bir yapıya sahip ve benzerlerinden ayrılıp bütünleşe­bilen topluluklar” şeklinde tarif etmek uygun düşmektedir.

insanlar daima birtakım grupların içinde yaşarlar ve devamlı sûrette yeni gruplar oluşturmak eğilimindedirler. Zaten, sosyal hayat­ta bizzat toplum büyük bir sosyal gruptur ve onun içerisinde başka birçok alt-gruplar yer almaktadırlar. Bu bakımdan, bu şekilde küçük grupların büyük gruplar içinde vücut bulacak şekilde var olmaları keyfiyeti de, sosyal gruplarla ilgili kayda değer bir başka özelliktir. Küçük grup, büyük grup tabirleri ise, sosyal grupların çeşitlerinin bu­lunduğu gerçeğine işaret etmektedir.

Aslında, sosyal grupların pek çok çeşitleri mevcuttur. Aile, klân, kabile, köy, şehir, millet, dernek … gibi topluluklar sosyal grup örnek­leridir. Öte yandan çeşitli sosyal grupları, muhtelif kriterlerden hare­ketle tasnif ederek belli tiplerde toplamak mümkün olmaktadır. Bu tasnif ve tipoloji işleminde, şüphesiz seçilen kriter büyük bir önem ta­şıyacaktır.

Meselâ, küçük ve büyük gruplar ayırımı, genellikle grupların nü­fusunun azlık ya da çokluğu nazarı itibara alınarak yapılmış bir sınıf­lamadır.

Gayelerine göre ise, sosyal grupları; basit gruplar ve kümülatif gruplar diye ikiye ayırmak mümkündür. Basit gruplar, tek bir gaye için oluşmuş sosyal teşekküllerdir. Kümülatif gruplar ise birçok amaç­ların birbirine bağladığı fertlerden müteşekkildirler.

Ayrıca sosyal gruplan, yine gayelerine göre meslekî, ailevî, siyasî, dinî, vs. maksatlı gruplar şeklinde tasnif etmek mümkündür. Sosyal grupların teşkilatlanma tarzları da, onların tasnifinde öne Ai bir kri­ter oluşturmaktadır. Bu bakımdan onlar, ilkin “teşkilatı olmayan gruplar” (kalabalık, halk) ve “teşkilatlı gruplar” diye ikiye ayrılmakta­dırlar. Teşkilatlı gruplar da “resmî gruplar” ve “gayrı resmî gruplar”, “demokratik gruplar” ve “otoriter gruplar”… gibi çeşitli şekillerde sı­nıflamalara tabî tutulmaktadırlar.

Nihayet, “ilk gruplar” ve “ikinci gruplar” ayırımı da önemli bir sosyal grup tasnifi olarak dikkati çekmektedir, içerisinde az sayıda kimsenin bulunduğu ve yüz yüze münasebetlerin hâkim olduğu, sev­gi, sempati… gibi unsurlara dayalı gruplara ilk gruplar adı verilmek­tedir. Aile, arkadaşlık, dostluk ve oyun grupları ilk grupların tipik ör­nekleridirler. Buna karşılık, ikinci dereceden gruplar, üyeleri arasın­da daha çok akılcı ve kategorik münasebetlere yer veren ve genellik­le kişilerin isteyerek ve çoğunlukla sözleşme yoluyla oraya dahil ol­dukları sosyal gruplardır. Şu halde, ikinci dereceden gruplarda hakim olan, duygudan ziyade belli bir formaliteye bağlı şeklî ve hukukî un­surlar ve objektif kurallardır. Modern toplumlarda sayıları gittikçe artan çeşitli şirketler, dernekler, vs. ikinci dereceden sosyal grup ör­nekleridirler. İlkel toplumlarla, dar boyutlu, akrabalık ve komşuluk temellerine dayalı köy, kasaba, vs. gibi geleneksel ve cemâatvâri top­lumlarda ilk grup özelliklerine dayalı münasebetler hakimdir. Buna karşılık günümüzün, menfaat bağlarının hakim olduğu, geniş organi­zasyonlara yönelmiş, resmî, bürokratik, rasyonel ve objektif hukuk kaidelerine dayalı modern toplumlarında ikinci dereceden münase­bet şekilleri giderek egemen olmaktadır. Mamafih, bu tür toplumlar­da da, ilk grupların insanlarının yaşayış özelliklerini taşıyan münase­bet şekilleri mevcuttur.