Din ve Toplum

Kalvinizmin Beş İlkesi

Kalvinizmin Beş İlkesi

Protestanlığın en önemli kollarından olan Kalvinizim, beş temel inanç üzerine bi­na olur. Bunlar:

  1. Dünyayı yaratan ancak işlerinin insanın akıl erdiremeyeceği mutlak bir Tan­rı vardır.
  2. Her bireyin kurtuluşu ve helaki Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Ki­şinin çabaları bu kaderi değiştirmeye yetmez.
  3. Tanrı dünyayı kendi şanı için yaratmıştır.
  4. İster kurtuluşa ersin isterse de helaka uğramış olsun, kişinin dünyadaki öde­vi, Tanrı’nın şanını yüceltecek işler yapmaktır.
  5. İnsan için kurtuluş ancak Tanrı’nın merhametiyle mümkündür.

Katolik teoloji, manastırlarda keşişlerin bu dünyanın taleplerini aşmak için çileci bir hayat yaşama gayretinde örneklenen, bu dünyanın bir çile olduğu; insanın, bu dünyada işlediği günahların tövbe ve Kilise elçileri tarafından affedilme işlemleriyle öte dünyadaki kurtuluşu temin edebileceği inancına yaslanır. Oysa Protestan teolo­jide, özellikle de Kalvinist kollarında, daha “püriten” bir ahlak vardır ve bu ahlak an­layışında, denebilirse dünyanın tamamı bir manastıra dönüşür. Ancak bu ahlak, mü­kafatın ve cezanın bu dünyada, kişinin çalışması karşılığı verileceğine yaslanır.

Weber buna “ödev” ahlakı adını verir. Kişinin bu dünyadaki hayatının Tanrı ta­rafından ondan beklenen bir “çağrı” olarak kavrandığına ve bütün hayatının bu “çağrı”ya karşılık gelen bir “ödev”le yükümlü olduğuna inanan Protestanlar, bir tür kaderin önceden belirlendiği bir ruh haliyle yaşarlar. Kimse kurtuluşa ereceğinden ve “çağrı”ya kurtuluş için gerekli “ödev”leri yaparak karşılık verip veremediğinden emin değildir. Teolojik olarak inançları bir kilise hiyerarşisi içinde şekillenmeyen ve herkesin kendi papazı olabildiği, İncilleri de yine bir hiyerarşinin dolayımına gerek

duymadan kendi başına okuyup anlayabildi­ği bir yönelim içindeki Protestan birey, ken­di içsel yalnızlığıyla baş başadır. Weber, ka­pitalist ruhun Protestan bireyin içinde bu­lunduğu bu çileci anlayıştan doğduğunu ile­ri sürmektedir. Böyle bir birey, kurtuluş umudu için seçilmiş olma hissini taşımazsa yetersiz bir inanca sahip olamayacağından, böyle bir seçilmişliğe sahip olduğuna inana­caktır. İkinci olarak ise seçilmiş olduğu inan­cına sahip olmak için dünyevi faaliyetlerin­de “iyi iş” çıkarma vasıtasıyla sergilenebile­ceği inancına sahip olacaktır. Başarı kurtu­luşa ermek için seçilmiş olmanın bir aracı değil işareti olacaktır. Dünyevi işlerde başa­rılı olmanın getirdiği ekonomik birikim, ken­di isteklerine düşkünlük ve lüks bir hayat sürmek yerine, temkinli ve gayretli bir mes­lek olarak görüldükçe, ahlaki olarak kabul edilebilir görülecektir.
Böylece Kalvinizm’in öngördüğü püri- ten ahlak, kapitalist girişimin bir dayanağı hâline gelir ve ona ahlaki zemini hazırlar. Püritenliğin öngördüğü dünya işlerinde di­siplinli ve kontrollü bu ahlak anlayışı, ser­maye birikiminden yoksun olan emek gücü kullanan kesimlerin de çalışmalarında di­siplinli olmasının ahlaki motivasyonunu oluşturur.

Yine de Protestan zümrelerde görülen bu dini seçilmişlik hissi ve dünyadaki bütün faaliyetleri bir “ödev” olarak görme inancı, Weber’in kapitalizmin doğuşu için öngördüğü tek neden değildir. Bunun dışında bireysel ekonomik girişimin önüne engel olarak çıkan, dünyanın başka yerlerinde olduğu kadar Batı’da da yay­gın olan, üretim faaliyetlerinin hane ve çevresinden ayrışması; siyasal, ekonomik ve kültürel hayatın şekillenmesine katkıda bulunan ve kendi siyasal özerkliklerine, dolayısıyla siyasal iradeyi etkileme güçlerine sahip burjuva sınıfının şekillendirdiği kentlerin ortaya çıkışı; Roma hukukundan tevarüs edilen ve akılcılaşmayı kolaylaş­tıran hukuki pratiklerin varlığı; bürokratik bir hiyerarşi içinde örgütlenen ulus-dev- letlerinin varlığı; kapitalist girişimin gelişmesini kolaylaştıran defter tutma ve hesa­bı kontrol mekanizmalarının uygulanması ve son olarak da ücretli olarak çalışabi­lecek bir özgür emek gücünün ortaya çıkışı, kapitalizmi doğuran diğer nedenler arasında sayılır. Ne var ki bütün bu gelişmeler, kapitalist bir “ruh” ve Protestan ah­lakının motive edici gücü olmadan Batı’yı dünyanın diğer toplumlarından ayıran gelişmelerin ortaya çıkmasını sağlayamazdı
.

İlgili Makaleler