Makaleler

İSLAM SOSYOLOJİSİNİN İMKANI ve METOD ARAYIŞLARI

Bilim kuşkusuz olaylar arasındaki nedensellik ilişkisini keşfetmeye adanmış bir etkinliktir.İslam düşüncesinde Gazali,nedensellik kuramına karşı çıkanların başında yer alır.Onun bu kurama karşı çıkışının gerisinde,ortaya çıkan herhangi bir şeyin basit bir zaman-mekan algısı içinde beliren olgu olarak görülemeyeceği;tam tersine anlamı zaman-mekan algısının ötesine giden bir olay olduğu inancı bulunur.

 


    

Giriş

     Dini inanç,var olan her şeyi anlamı  asla olguya indirgenemeyen bir süreç olarak algılar.Dini inanç,birtakım temel unsurlara dayanmakla birlikte anlamı bu unsurlara indirgenemeyen ve daima söz konusu unsurların ötesine giden paradoksal düşünme tarzına sahiptir.Bilim kuşkusuz olaylar arasındaki nedensellik ilişkisini keşfetmeye adanmış bir etkinliktir.İslam düşüncesinde Gazali,nedensellik kuramına karşı çıkanların başında yer alır.Onun bu kurama karşı çıkışının gerisinde,ortaya çıkan herhangi bir şeyin basit bir zaman-mekan algısı içinde beliren olgu olarak görülemeyeceği;tam tersine anlamı zaman-mekan algısının ötesine giden bir olay olduğu inancı bulunur.

     Günümüzde sosyal bilimler,zaman-mekan algısını temel alan tarihselciliğin perspektifinden hareketle olguları anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktadır.Sosyal varlık alanını belirleyen determinasyon ilkeleri olarak; zaman, mekan, ideoloji, zihniyet, din, eğitim ekonomi, normlar, sebeplilik vb. ilkelerden hareket eden sosyolojinin ürettiği bilgilerin oldukça tartışmalı ve tarihselcilikle malul olduğu ortaya çıkmaktadır.

     Sosyolojik ve teolojik olarak İslamiyet bir sistem oluşturmaktadır.O kendisinin,ferdi ve kolektif yaşayışın tamamını kucaklama eğilimini teyit eder.İslam bu temayülü en önemli dünya görüşü olan ve hayatın her alanına uygulanabilecek olan Tevhit ilkesi vasıtasıyla gerçekleştirir.İslam’da prensip olarak her şey dini bir renk,dini bir ton,dini bir vasıf taşımaktadır.Şu halde bizzat din sosyolojisinin metotları,Müslüman kavramlar ve adetlerin işlevine göre esnekleştirilmek ve yeniden yaratılmak zorundadırlar.Yani oluşturulmaya çalışılan bir İslam Sosyolojisi,sosyolojik bakımdan Müslüman dini hayatı ayakta tutan büyük iskeletleri ve belli başlı şemaları kuşatmaya çalışmalıdır.

 


 

     a)İslam Sosyolojisinde Nesnellik

     Batılı sosyoloji tarihçileri,Batı merkezli bir yaklaşımla batılı sosyal teorilerin evrensel ve özgün,diğer sosyal teorilerin ise taklit ürünü olduklarını öne sürmüşlerdir.Buradaki değerlendirmelerde temel kriter ise nesnellik ve evrenselcilik mitosu olmuştur.Zira klasik sosyolojideki tüm kurucu babalar evrenselcilik mitosuyla monist açıklamalar getirmek istemişler ve batı dışı toplumların biricikliğini göz ardı etmişlerdir.Oysa sosyal teoride gelinen son nokta,bütün biriciklikleri ve özgüllükleri göz önünde bulunduran yorumlayıcı yaklaşımların ön plana çıkmasıdır.

     Nesnellik ve mutlak nesnellik konusunda İslam dünyasında en kayda değer görüşü İsa Nureddin dile getirmiştir.Ona göre:”Mutlak nesnellik bir tür yok olma ve dolayısıyla bir tür ölümdür”.Bu bi taraf olan bertaraf olur anlamına gelmektedir.

     Öznellik-nesnellik dikotomisini post-modern epistemolojiler perspektifçilik yaklaşımıyla aşmaya çalışmaktadırlar. Bu yaklaşımı iki noktada toplamak mümkündür:

      i) gerçeklik asla doğrudan doğruya görülemez   ii) bütün görüler,belli bir perspektifin görüleridir.Üstelik varlı, perspektiflere bağlı olarak farklı kılıklarda karşımıza çıkmaktadır.

     Konuyla ilgili olarak Mehmet Bayyiğit ise şu tespitleri yapmaktadır: ”Değer hükümlerine yenilme, objektifliğini ve realiteyi kaybetme korkusuyla takınılan tavırlar, dinamik din sosyolojisini daima perdelemiştir. İslam sosyolojisi ise değer yargısından bağımsız bir sosyoloji değildir. Bu bağlamda İslami sosyoloji, ”Ümmet halinde yaşamayı mümkün kılan nedir ve bu yaşam biçiminin anlamı nereden kaynaklanmaktadır?” sorusuna aranan cevaba ilişkin bir girişimdir. Batılı sosyolojinin ”pozitif” ruhunu reddeden İslami sosyoloji, değer-bağımlı bir girişim olduğu için bu değerlerin ana kaynağı olarak Kuran’ı görür. Çünkü ümmet halinde yaşamayı Kuran’a olan inanç mümkün kıldığı gibi,ümmet olarak kolektif hayat da anlamını yine Kuran’dan alır. Dolayısıyla İslam (Kuran) sosyolojisinin, modern sosyolojiden farklı metodik bir temeli olacaktır.Yani,modern sosyoloji nasıl teorilerden hareket ediyorsa,Kuran Sosyolojisi de naasları esas alacaktır.Bu açıdan,Kuran esaslarına dayanan sosyolojiye belki ”İlmü’s-Süneni’l-İlaheyye’ ‘(Allah’ın sünnetleri ilmi)demek mümkün olabilir.”

 


    

b)İslam Sosyolojisinde Bilgi-Değer ve Olgu-Değer İlişkisi

     Sosyal teorilerdeki temel düalitelerden olan Fail-Yapı ve Fiil-Anlam ilişkileri;değer yargı,norm,inanç ve dünya görüşü ile gerek bireysel gerekse de kolektif eylemler arasındaki bağlantıların kurulmasını zorunlu kılmaktadır.Bu bağlamda hangi aktör ve hangi yapı veya hangi anlam sorusu önem kazanmaktadır.Her toplum,kültür ve dinin insan tasavvuru,toplum tasavvuru ve anlam haritalarının farklı olduğu bir gerçektir.

     Gerek sosyoloji gerekse din sosyolojisi yerleşik bakış açıları itibariyle batı kaynaklı birer bilim olup batılı sosyologların kendi toplumlarını incelemek amacıyla ürettikleri teoriler,bakış açıları ve isimlerle doludur.İsmail Raci El-Faruki’nin başlattığı ”Bilginin İslamileştirilmesi”akımı çerçevesinde bir İslam Sosyolojisi arayışı hep gündemde olmuştur.Ancak normatif bir alan olan hususi bir din ile objektiflik iddiasında bulunan bir bilimin yan yana gelmesinin ikincisindeki nesnelliği yok edeceğine dair bir kanaat oldukça hakimdir.Joachim Wach,İslam Sosyolojisi gibi bir isim altındaki çalışmanın olsa olsa bir dinin sosyal felsefesi ya da sosyal teolojisi olacağını öne sürmektedir.Dolayısıyla bu bilimin adı”İslam Din sosyolojisi”ya da”Müslüman Toplumların Sosyolojisi”olmalıdır demeye getirmektedir.Ancak İslam kelimesi normatif kurallar bütünü olan bir dinin adı olduğu kadar aynı zamanda bir yaşama biçiminin,bir kültürün,bir medeniyetin ve bir toplumun da adıdır.Batıda ve değişik İslam ülkelerinde bu isim altında bir çok kitap telif edilmiştir.Bu konuda eser vermiş bazı İslam mütefekkirleri ise şunlardır:jean Paul Charnay,Joseph Cheldod,Ali Şeirati,Abdurrahman Momin,Yümni Sezen,Kadir Canatan,İlyas Ba Yunus,Ferid Ahmet vb.

     İslam Din Sosyolojisi,Genel ve Sistematik Din Sosyolojisinin bir alt dalı veya özel din sosyolojisi çeşidi olarak kabul görürken,İslam Sosyolojisi ismi,çabaları ve yaklaşımı genel din sosyolojisinde bir araştırma eğilimi olarak Pratik ve Aksiyoner Din Sosyolojisi denemesi olarak kabul edilmiştir.Yani bir inancı veya mezhebi savunmak amacıyla girişilen bir Dini Sosyoloji olarak telakki edilmiştir.Normatif bir karakteri olduğu anlaşılan İslam Sosyolojisi denemelerinden daha normatif ve hatta ideolojik olan yaklaşımlar ise İslami Sosyoloji ve İslamcı Sosyoloji yaklaşımlarıdır.Bunlara bir de İslam’ın Sosyolojisi kavramını ekleyebiliriz.İslam toplumu nasıl incelenmelidir sorusu yukarıdaki isim farklılaşmalarına yol açmaktadır.

     Bu noktada olgu-değer ilişkilerini biraz açmak faydalı olacaktır.Biz ahlaki ve siyasi değerlere tutkulu bir şekilde önem veririz.Bu ikisi arasındaki farklılık,onları gerçekte düşüncelerimizden ve akıl yürütmelerimizden ayrı tutmamız gerektiği anlamına gelir.Bilimde bilgi-değer ve olgu-değer arasını açmamız gerektiğini en çok söyleyen kişi kuşkusuz Max Weber’dir.

     Değerler özneldir ve doğrulanamaz.Bu etkilere yapılacak ilave,ahlakın bireysel bir iman ve kabul olduğunu savunan Nietzsche ve varoluşçu düşüncedir.

     Charles Tylor ise olgu-değer yarılığına karşı çıkar.Çünkü bir şeyi ilk bakışta iyi olarak adlandırmak,insanoğlunun istekleri ve ihtiyaçlarını karşıladığını söylemektir.Yani iyilik sadece olgularla ilişkide belirleyici olan benim kararıma dayanmaz der.

     Adorno,Karl Popper ile birlikte şunu iddia eder:”Değerden bağımsız sosyoloji nesnelci değil,bilakis öznelcidir.Çünkü esas itibariyle psikolojisttir.”

     Weber’e göre ahlaki yargının esas itibariyle öznel doğası,olgularda bizi mantıken özel bir görüşü savunmaya zorlayacak kalıtsal bir şeyin olmadığı anlamına gelir.Leo Strauss ise,Weber’in nihai değerlendirmelerle ilgili öznelci görüşüne karşı bir ahlaki nesnellik duruşu ileri sürer.

     Sonuç olarak Weber dikotomisi kendisiyle geçinemeyeceğimiz fakat onsuzda yapamayacağımız bir şey olarak gözükmektedir.

 


    

c)İbn Haldun’un Yaklaşımları

     İslam Sosyolojisinin tarihteki en önemli temsilcisi kuşkusuz,İbn Haldun’dur.O dinde,karşılıklı bir işbirliği içinde barındıran değişik grupların enerjilerini ortak bir rotaya kanalize eden birleştirici bir güç gördü.O dinin koruduğu ve tarihi süreç boyunca grubun dayanışmasının devamında oynadığı tamamlayıcı rolü kanıtladı.Bunu”asabiyet nazariyesi”olarak öne sürmüştür.

     İbn Haldun tarihi,bir tecrübe alanı olarak görmüş ve bir bakıma tarih teolojisi veya metafiziği yapmıştır.

 


  

   d)İlyas Ba-Yunus’un Yaklaşımları

     İlyas Ba-Yunus,bugün İslami bir sosyolojinin oluşturulmasını belki de en hararetli şekilde savunan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır.Ferid Ahmet’le birlikte kaleme aldıkları İslam Sosyolojisine Giriş adlı eserde,sosyolojinin İslamileştirilmesi için daha sonraki ana önerileri aşağıdaki konuların ayrıntılı biçimde eleştirisini kapsar:

     i)Tabiatın doğası

     ii)İnsanın doğası

     iii)Sosyal sistemin doğası

     iv)İnsan tarihinin doğası

     Bu iki sosyolog İslam Sosyolojisini,sosyologların bir parçasında sorumluluk değeri ifade eden ve göz ardı edilmesinin en ufak bir mazeret bile tanımadığı bir çaba olarak tanımladılar.

     Şimdi İlyas Ba-Yunus’un iddialarını gözden geçirelim.Ona göre:

     ”Batı medeniyetinin tecrübe ettiği bilim ve din arasındaki çatışmanın İslam bilim,fikir ve kültür tarihi içinde hiçbir paralelliği yoktur.Müslüman bilim adamları dinin sonsuz ve şaşmaz dünyasıyla bilimin geçici ve devamlı değişen dünyasını İslam’ın çatısı altında birleştirmeyi asla zor bulmamışlardır.

     İslam Sosyolojisinin bakış açısına göre din,İslam toplumunun bütün sosyal aktivitelerine ve ilişkilerine nüfuz eder.Böylece İslami bir sosyolojik çalışma;toplumun temel kurumsal biçimlerinin bütününün veya bir kısmının İslami ilkelerle ne kadar bağlantılı olduklarının çalışılması anlamına gelir.

     Bu disiplin kendi bağımsız geçerliliğine,değer yönelimine,İslami dünya görüşünden elde edilen metodolojisine sahiptir ve Batı sosyolojisinin tezgahından çıkmak istemez.

     Var olan sosyoloji teorilerinin,Batılı olmayan toplumlardaki suç,sosyal değişim,eşitsizlik veya din konularını açıklamakta yetersiz olduğu görülmektedir.Bu ise çağdaş sosyolojinin karakterinin kültüre bağlı olduğunu göstermektedir.Eğer yakından bakarsak Batılı sosyologların yaklaşımlarında bir ülkeden diğer ülkeye büyük farklılıklar gösterdiğini buluruz.”

     Ba-Yunus,çağdaş sosyoloji teorilerini de mercek altına alır ve onları şu şekilde değerlendirir.Ona göre:”Yapısalcı-işlevselci yaklaşım,çatışmanın ve devrimin rolünü umursamaması ve toplumsal analizlerde göz ardı edilemez ihtilaflar temelinde eleştiriye tabidir.

     Çatışma teorisinin toplumsal çatışmayı açıklamak için,işlevselci yaklaşımın da toplumun çeşitli kalıcı özelliklerini açıklamak için daha iyi olduğu sık sık iddia edilmektedir.Her halükarda,toplumsal değişime daha fazla önem veren çatışma teorisinin bu konudaki genellemeleri büyük olasılıkla güvenlidir zira onlar çok büyük olasılıkla radikal toplumsal değişimi arzu etmektedirler.

     Bu iki makro bakış açısı bize sınırlandırılmış durumdaki insanlar arasındaki doğal etkileşim hakkında hala bir şey söylememektedir.Onlar,insan ilişkilerini ve karar vermelerini,kendi kontrolü dışındaki güçler tarafından atılan bilardo topuymuş gibi görerek atlamaktadırlar.Peki sosyoloji toplumsal süreci algılayan,ona anlam veren,toplumsal bireyin varlığına nasıl umursamazlık edebilir?

     Sembolik etkileşimci yaklaşım,aktör kendi bakış açısıyla bir anlam vermek için çalışırken,insan eylemlerinin tahmin edilemez olduğunu kabul ettiği için,bilimsel olmayan şeklinde tanımlanmaktadır.Yani,insan davranışlarının daha az karmaşık olanından daha çok karmaşık süreçlerde olanına odaklanma kapasitesine sahip olduğunu iddia eden bu mikro yaklaşım bir taraftan insan toplumunu anlamaya çalışırken,diğer taraftan insanların nasıl anladığı ve hareket etmeye nasıl karar verdiğini anlamaya çalışmaktadır.

     İslam ideolojisi ise,hem mikro hem de makro toplum süreçlerine odaklanır.Bu yüzden Allah’a yapılan kişisel ibadetlerin kendi başına bir amaç olması beklenemez.Onun nihai meyvesini başkalarının da katılmaya davet edildiği İslami durum oluşturmaktadır.

     İslami sosyolojik yaklaşımın çağdaş sosyolojiden farklı olacak en azından iki noktası vardır.İlki,sosyologlar tarafından dinin toplumsal iyileştirme özelliğinin dikkate alınmasıdır.Yapısal işlevselci ve çatışma teorileri çok açık bir şekilde ve sembolik etkileşim ise sadece ima yollu ve muğlak bir şekilde,dini,toplumda olan bir çok şeyden biri olarak kabul etmektedir.Yapısal işlevselcilik dini,toplumdaki sosyal kurumlardan biri olarak ele alır.Çatışmacı teorinin dine bakışı ise çok daha kötüdür.Çatışma teorisi dini kitlesel bir afyon olarak tanımlar ve sömürüden,ezeni desteklemekten, suçu ve suçluluğu üretmekten sorumlu tutar.

     Sembolik etkileşimcilik,mikro açıdan baktığı için toplumdaki daha geniş konularla direkt ilgilenmemekte,kendini bu konularla ilgili görmemektedir.Bu yaklaşımın savunucular,bireysel dindarlık,dini dönüşüm süreci ve insanların dini algılarında onların kendi algıları gibi konulara odaklanma eğilimindedirler.

      İslam dini,Batı dininden farklı bir mahiyettedir.Zira İslam dini,insanlığın faydası için gelmiştir,İslam toplumu içindeki yapının kurulması için gerekli olan temel her şeyi kapsamaktadır.Hatta Müslüman toplumlarda,din ve devlet ayrımı olmayıp,dini deneyim,ulusal ve uluslararası ialanda insanların hayatlarının her yönünü kapsamaktadır.

     İslam sosyologunun temel ilgi konusu,İslami ideolojik varsayımları takip ederek gerçek ile ideal arasındaki farkı bilme uğraşı olmalıdır.O,bütün İslam toplumlarına yönelik bir ”ideal tip”olmanın yanı sıra,İslam ideolojisine uyum derecelerine bağlı olarak Müslüman azınlıkları değerlendirebilecek bir İslami model için uğraşmalıdır.

     Özetle Müslüman sosyologlar topluma pür materyalistik ve seküler açıdan bakmak yerine sosyolojik analizleri dini açıklama ile karşılaştırabilen sosyologlar olmalıdır.

      İslam sosyolojisi hakkındaki ikinci önemli nokta,onun çağdaş sosyolojideki baskın eğilimler ve uygulamalı sosyoloji ile uyuşmuyor olmasıdır.

     Ayrıca İslam sosyologu,yaklaşımının çoğu mantığını ve içerdiği değerini anlamak zorundadır.Kıyaslamacı bir sosyolog olarak o,mevcutlar arasında hem mikro hem de makro var olan sosyolojik süreçler ve İslami ideallerin tanımlarını bulmalıdır.Ayrıca,eğer o hem makro hem de mikro seviyede bu boşluğu doldurabilecek pratik stratejileri dikkate almazsa onun görevi eksik kalır.Kısacası,dünyadaki başka bir sosyologun aksine,İslam sosyologu bir analist,bir eleştirmen aynı zamanda bir strateji geliştirmek zorundadır ve bu analiz,eleştiri ve strateji planı İslami sosyolojik yaklaşımın ayrılmaz bir parçası olmak zorundadır.”

 


 

     e)İslam Sosyolojisinde Yöntem Konusunda Bir Çıkış Yolu

     Prof.Dr.Ali Çoşkun’a göre fenomenolojik metot,İslam sosyolojisi için kullanılabilir bir metot olma özelliği taşımaktadır.Çoşkun,fenomenolojik sosyoloji ekolünün en önde gelen temsilcisi olarak kabul edilen Berger’in bu metotu pozitivist sosyolojiye ve dolayısıyla sosyal davranışın meydana gelişinde bireysel aktörler yerine sosyal güçlerin önceliğini ve etkinliğini savunan anlayışa bir alternatif oluşturacak şekilde kullandığını söylemektedir.Fenomenolojik sosyolojinin temel özelliklerini ise şöyle sıralamaktadır:

     i)Tabiatçı yada Pozitivist sosyolojinin aksine insan öznesinin sosyal eylem halindeki anlamlı hareketlerini tanımlamak amacıyla insancı denilen sosyolojiye uygulayarak daha titiz ve köklü bir tanımlama özelliğine sahiptir.

     ii)İndirgemeciliğe karşı olması hasebiyle,sosyal olayları tek bir sebebe dayandırmaz.

     iii)Yönelmişlik,yani her öznenin bir nesneyi amaç edinmesi ve bunun tespitine çalışması.

     iv)Epoche,yani önyargıları ve kesin kabulleri parantez içine alma.Bunları geçici bir süreliğine bir tarafa bırakma tutumu.

     v)Özlerin sezgisi,yani evrensel mahiyetleri anlamaya çalışma,fenomenlerin arkasındaki özleri kavramaya çalışmak.

     Bu özellikler din fenomenine uygulandığında şunları da ilave etmek gerekir:

     i)Empirik yaklaşım ii)Tarihi yaklaşım iii)Mukayeseli ve sistematik yaklaşım iv)Deskriptif yaklaşım v)İndirgemeciliğe karşı olma vi)Özerk disiplin olma iddiası vii)Kutsal özne ve bilince yönelme viii)Tırnak içine alma,empatik ve sempatik anlama. ix)Temel yapıları ve manaları anlama

      Fenomenolojik bakış açısı ve yöntemi,denilebilir ki,Berger tarafından ağırlıklı olarak teorik bir biçimde ilk defa ”KUTSAL ŞEMSİYE”adlı kitabında din olgusuna uygulanmıştır.Ali Çoşkun’a göre din gibi bir olgunun doğasına da ancak böyle bir yöntem uygun düşebilirdi.Çünkü böylesi bir yöntem olguların bize yatay açıklamalarının yanı sıra,onları daha geniş anlam dünyalarıyla ilişkilendiren dikey açıklamalarını da yapma imkanı verebilmektedir.

        Bir kavram olarak fenomenoloji çift kutuplu bir anlama sahiptir.Dışardan bakılınca bir fenomenin görüntüsünden iç anlamına nüfuz etmeyi ve dolayısıyla onun özünü kavramayı ifade ederken,içerden bir bakışla gizli ve örtülü olan ”kendinde şey”in görünmekle kendini açması(İslam Düşüncesindeki Keşfü’l Mahcub)olarak tanımlamak mümkündür.

      Bir yöntem olarak fenomenoloji kimi çevrelerde nitel ve insancı bir sosyolojiye yönelik yeni bir ilgi uyandırmışa benzemektedir.Evvela o,dine karşı yanlı olmayan ve değer-bağımsız bir yaklaşım,ikinci olarak,kültürler arası ve dinler arası mukayeseli çalışmalar için uygun bir yöntem ve nihayet Kutsal’ın hem ötesindeki Nihai Gerçekliği hem de onun bu dünyadaki toplumsal tezahürleri üzerindeki bütün etkilerini ”parantez içine alan”bir tasvirini sağlayan fakat onu açıklayamayan bir yöntem olarak kendini göstermektedir.   

 

Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi

Yüksek Lisans

Beytullah Çakır

İlgili Makaleler