GELENEK VE MODERN DİN ANLAYIŞLARI ARASINDA İSLAM VE SELEFİLİK
Gelenekselden moderne İslam dünyasındaki gelişmeleri analiz edebilmek
Modern kültürün belirgin hâle geldiği son iki yüzyıldır dinî gelişmeler İslam dünyasında da kendini göstermiş, modernden geleneksele ve nihayet selefi anlayışlara kadar bir seri gelişme yaşanmıştır. İslam dünyasında dini, zamana ve şartlara göre yeniden anlama çabaları olarak özetlenebilecek gelişmelerin tarihide iki yüz yıl kadar öncesine götürülebilir. İslam’ı yeniden anlama tezi, İslam dünyasının Batı karşısında geri kalmışlığı üzerine yapılan yoğun bir düşünce hareketine dayanıyordu.
Bu düşüncesinin temel esprisi şöyle özetlenebilir: Batı ile aramızdaki en önemli fark Batının Hristiyan, bizim ise Müslüman olmamızdı. Ama Batı’yı tahrif edilmiş Hristiyanlık ilerletmiş, son olgun bir din olan İslam bizi geriletmiş olamazdı. Din ile ilgili bir sorunumuz varsa bu, dinin bizzat kendinden değil, anlaşılmasından kaynaklanmış olmalıydı. Dinimiz tarihsel süreç içinde batıl ve hurafe gibi yanlışlıklarla yüklü geleneklere boğulmuştu. Bu durumdan çıkmanın yolu ise İslam’ı yeniden anlamaktı. Üstelik bu anlayış, Batı karşısında bizi güçlü bir konuma getirmesi beklenen bir yoruma dayanmalı, İslam modern Batı kültürü açısından yeniden okunmalıydı. En somut ifadelerinden birisini Mehmet Akif’te bulduğumuz “Doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine (çağın anlayışına) söyletmeliydik İslam’ı”. Sonuç olarak Mısır ve Hint alt kıtası gibi bölgelerde başlayan İslamcı gelişmenin en belirgin niteliği, tarihsel birikim karşıtlığı ve modern kültüre uyarlanma tutkusudur.
Batı ile kontak noktasında ortaya çıkan ve önceki yüzyıllardan farklı güncel eğilimlerden ilki (daha sonraları bazen kendisi için kullanmaktan çekinmediği bir adlandırmayla) “Modern İslam” dı. Bu tezi savunanlara göre İslam dünyasının geriliğinin asıl nedeni tarihî süreç içerisinde getirilen İslami anlayışın ve dolayısıyla pratiklerin toplumsal gelişmelere ayak uyduramayışı idi. Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, modern Batı değerleriyle İslam’ı uzlaştırmak, bir başka deyişle İslam’ı modern kültür açısından yeniden yorumlamaktı.
Bu akımın (ilk bakışta makul görünen) gerekçeleri de vardı. Bunların başında, “İslam’ın akla önem veren bir din olduğu, dolayısıyla ilerlemeyi onayladığı ve yeniliklere açık olduğu” argümanı geliyordu. Üstelik evrensel olarak algılanabilecek modern değerlerin gerisinde İslam uygarlığının etkileri yatıyordu. Teknik ise müminin “nerede bulursa alacağı kayıp hikmet” lerinden birisi idi.
İslam ile modern Batı değerlerini uzlaştırmanın metodolojik şartı Kur’an ve sünnette yer alan dinî metinlerin lafızlarına bağlı kalmamaktı. Buna göre de mesela zekât mutlaka malın kırkta birinin verilmesi değil, gerçekleştirilmiş toplumsal şartlara bağlı bir sosyal ilkeydi ve bu, sosyal güvenlik kurumlarıyla modern toplumlarda gerçekleşmiş oluyordu. Sonuç olarak da böylesi bir yorumun gerçekleştirilmesi modern kültürden yararlanarak tarihen sabit olmuş din algısını aşmaya bağlıydı.
Bu eğilim özellikle Batı ile ilişki hâlinde olan Mısır ve Hint alt kıtası Müslümanları arasında yaygınlık kazandı, çeşitli düzeylerde taraftarlar buldu. Batı değerlerine öncelik verenlerden, her şeye rağmen salt İslami ilkelere öncelik tanıyan eğilimlere kadar farklı seviyelerde düşünürler çıktı. Fazlur Rahman gibi Bazı düşünürlerin modern İslam olarak nitelemekten çekinmedikleri yaklaşım bu hâliyle dünyevi tarafı ağır basan, pratiğe yönelik fonksiyonel bir anlayıştı ve dinden daha çok toplumsal gelişme kaygılarını taşıyordu. Onun için de çağın gereklerinden söz ederken sorunlara daha dünyevi bakıyordu. Esasen modern İslam’a göre din, manevi/moral bir özdür. İslam akılcı bir dindir. Kutsallığa vurgusunun dışında öncelikle sosyal politik bir sistemdir, insanca yaşama kurum ve kurallarıdır. Hak ve özgürlüklerdir ki bu alandaki başka sistemler tarafından gerçekleştirilen pratikler de İslami’dir ve mesela güncel sosyal güvenlik sistemi, zekâtın yerini de doldurabilir. Sözün kısası İslam, kutsal metinlerin lafızlarına bağlı kalmaksızın her hâliyle modern kültüre göre yorumlanabilir.
İşte bu noktada ileri sürülen eleştiriler “geleneksel İslam” kategorisi çerçevesinde toplanmaya çalışıldı. Modern yorumun hatalarına karşı çıkma ve tarihsel birikimi sahiplenme gibi bir temel espri taşıyan bu tepkisel çizgi her ne kadar kendisini geleneksel olarak nitelememişse de değerlendirmeler bu nitelemenin altında yapılmıştır. Aslında geleneksel İslam da grupsal olmaktan çok, kategorik bir olgudur. Çünkü Guenon, S. H. Nasr ve takipçilerinin oluşturduğu bir kesimin dışında hemen hiç kimse kendini doğrudan gelenekçi olarak nitelememekte ve açık bir geleneksel İslam savunusunda bulunmamaktadır. Ancak yine de böylesi yaygın bir olgusal durumdan ve hatta söylemden söz edilebilir.fiüphesiz bir İslami kaygı taşıyorsa da modern İslam’ın bu görüşleri tartışmaya açıktı. Bu eğilim şu tür sorulara yeterli bir cevap bulamamıştı: Mesela İslam yalnızca bir sosyal sistem midir, mevcut Batı değerleri her hâliyle İslam’ın yerini doldu
rabilir mi? İslam salt akılcı bir din midir, bu kadar esnek bir yorum yolu kullanılacaksa ilahi mesajın mevcudiyeti kişisel yorumlardan nasıl masun kılınabilir?
Bu eğilime göre, İslam’ın tarihsel birikiminde eleştiriyi ve hele reddi hak edecek hiç bir şey yoktur. İlk birkaç yüzyılda yapılan yorumlar da tüm ihtiyaçları karşılayacak durumdadır. Bütün sıkıntı bunu hayata dökememekten kaynaklanmaktadır. Esasen geri kalmadık, geri bırakıldık. Dinî çerçevedeki modern eğilim bir İslam’ı yozlaştırma hareketi, onu Batı kültürü içinde eritme gayretidir.
Yine geleneksel İslami eğilime göre tarihî birikim içinde gördüğümüz eksiklikler, bir şeye göredirler, bir başka deyişle modernite açısından yeniden bir kurgulama ile varılmış sonuçlardır. Sorun, birikimin kendinde değil algılanışmdadır.
İslam dünyasında kısmen cemaatleşmiş bazı kesimlerin, halk katlarının ve genelde ortanın altındaki aydınların temsil ede geldiği bu eğilim, şüphesiz modern İslam’ın çizgi dışı sayılabilecek tartışmalı yönlerine işaret etme bakamından bir önem taşımakta ve özellikle, asla yönelik tehlikeleri dile getirmektedir. Bu anlayış günümüzde Kur’an adına ortaya konan yorumların, modern kültürün izlerini taşıdığını, yine tarihin yargılanmasında etkili olduğunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Ne var ki bu gelenekselci anlayış yine de içinde bulunduğumuz durumu yeterince açıklayamamaktadır ki işte bu noktada selefi İslam (veya selefiyecilik) olarak adlandırılan bir eğilim kendini göstermiştir.
Selefiyecilik, sözlük anlamı itibarıyla daha öncekilerin yolunu izlemek anlamına geliyorsa da, bu öncekiler, bütün bir geleneği içine almamakta, tarihsel birikimi atlayarak dinî ilk uygulamalardan alıp getirmeyi teklif etmektedir. Hatta buna bir dönem “Asrı Saadete” (Hz. Peygamberin mutlu zamanına) dönüş” adı verilmişti.
Bu anlayış, tarihî birikimin atlanması ve İslam’ın yeniden yorumlanması düşüncesi ile modern İslam’a; İslam’ın verilerine ve kaynaklarına bağlı kalmak düşüncesi ile de geleneksel İslam’a benzerlik göstermektedir. Esasen selefiyeci İslam, Asrı Saadet modelinin tarihsel bir olgu, tutunulacak şeyin Kur’an ve Sünnet olduğu kanaatine ulaşmada gecikmemişti. Batı dünyasının (özellikle Goldziher’den beri oluşturduğu bazı kuşkularla birlikte) Sünnetin kısmen de olsa devre dışı bırakılmasıyla, yegâne kaynak Kur’an kalmış, ondan yeniden bir İslam inşası esas alınmıştı. Ne var ki İslam’ın gövdesi sayılabilecek, başta Sünnet olmak üzere fıkıh, ulema, vb. bütün kurumsallaşmalar bir kenara bırakılınca İslam’ı salt zihinsel, edilgen bir şekle sokmak kolaylaşmıştı. Yani Kur’an okunuyor, modern fikri birikimle yorumlanıyor, modern toplumsal kurumlar ve normlar açısından bir nevi ayıklamacılık gerçekleşmiş oluyordu. Selefiyecilik, ilk bakışta Batı dünyasındaki fundamentalizme (dinî köktenciliğe) denk düşmektedir. Ancak aralarında benzerlikler kadar farklılıklar da vardır.
Batılı düşünürler selefiyeciliği fundamentalizm anlamında kullanmaktadırlar. Ancak günümüz selefiyeciliği İslami köklerine bağlı olarak anlamak çerçevesinde
köktenci bir imaj taşıyorsa da bu imajın dışında Batı’daki fundamentalizmle ortak bir tarafı yoktur. Mesela oradaki kökler kutsal metinden çok gelenektir, tarihsel birikimdir. Hâlbuki İslam selefiyeciliğinde kök gelenek değil, kutsal metinler, özellikle Kur’an ve kısmen sünnettir. Yine fundamentalizm kutsal metinlerin modern kültüre göre yorumlanmasını kesinlikle reddederken selefiyecilikte kutsal metinlerin güncel kültüre uyarlanması esastır.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan sonra denebilir ki bu gün dinlerin, içine yerleştirildiği modern-geleneksel ikilemi dinler konusunda bize ortalama bir fikir veriyorsa da günümüzde daha analitik açıklamalara ihtiyaç vardır. Bir başka deyişle dinler bu iki kategoriye de sokmadan alınabilecek gelişmelere de sahiptirler
.