FERDİYETÇİ TOPLUMLAR VE EVRENSEL DİNLER
FERDİYETÇİ TOPLUMLAR VE EVRENSEL DİNLER
Maamafih, Mensching’e göre, bugün artık her yerde millî dinler kaybolmuşlardır. Onlar ya yerlerini evrensel dinlere bırakmışlar veya gerçek hüviyetlerini kaybetmişler yahut evrenselleşme yolunu tutmuşlardır. Gerçi, meselâ Şintoizm bugün halâ varlığını sürdürmektedir. Ancak o, artık gerçek Şintoizm değildir. Millî dinler, onların taşıyıcısı olan mukaddes millî cemâatin sosyolojik olarak kaybolmasıyla birlikte insan toplumlarındaki varlıklarını yitirmişlerdir. Bununla birlikte, bu sona eriş, hiçbir zaman, daha üstün karakterli bir dinin şiddet eylemleri sonucu vâki olmamıştır. Millî dinlerin ortadan kaybolması, onların dahilî ve manevî şartlarının izniyle vukû bulmuştur. Halklar varlıklarını sürdürebilirler. Ancak, onların manevî yapıları zamanla değişir. İşte, millî dinlerin kaybolarak onların yerini yeni evrensel dinlerin alması olayı, bu yapı değişikliklerinin zorunlu bir sonucudur. Bu yapı değişikliklerinin temelde, millî dinin taşıyıcısı olan organik hayat cemâatinin dinî karakterinin zamanla ortadan kalkarak, onun profan bir özelliğe bürünmesi ile karakterize olduğunu belirtebiliriz. Bu değişikliklere ve dolayısıyla da millî dinî cemâatin dünyevileşmesi olayına katkıda bulunan en önemli manevî yapı değişikliklerine gelince, hiç şüphesiz ilk sırada, insan toplumlarının zamanla arkaik cemâatvarî ve kolektif özelliklerini yitirerek, derece derece daha ferdiyetçi özelliklere bürünmesi vakıasını zikretmemiz gerekir. Bu individüalizasyon süreci boyunca, önceden cemâatin bir üyesi olan kişi, zamanla kendi ferdiyetini keşfetmekte ve giderek daha otonom bir şahsiyete bürünmektedir. Ferdiyetçiliğin artması manevî ve dinî planda cemâatvarî bir biçimde yaşanan kolektif dindarlıktan kopuş, manevî bağımsızlık ve şahsî manevî ihtiyaçları hissediş olayım da beraberinde getirmektedir. Üstelik bu sürece, ferdin rasyonel bağımsızlığını elde ediş vetiresi de eklenmektedir. Aklî bağımsızlık, millî dinde akılcı bir krizi de beraberinde sürüklemiştir. Millî dinin efsanevî dünya görüşü, akılcı tenkitlere bundan böyle cevap verebilecek durumda değildir. Böylece millî dinî cemâat içinde akılcı ve ferdiyetçi eğilimleri ağır basan yeni bir elit zümre oluşur ve onlar kırsal bölgelerin naif kitlelerinden ayrılarak, farklı dinî mecralara yönelirler ve her halükârda giderek millî dinden uzaklaşırlar. Meselâ, M. Ö. VI. yüzyılın antik Yunan dünyasında bu gelişmelerin tipik örneklerini bulmak mümkündür. Orada, bu şekilde çöküntüye uğrayan millî din ve cemâat artık evrensel bir dine yerini bırakmaya çoktan hazır hale gelmişti.
Kolektivizmden ferdiyetçiliğe doğru seyreden bir gelişme gösteren manevî ve entelektüel tekâmül, kolektif kurtuluş düşüncesinin
de yerini ferdî kurtuluşa bırakmasıyla sonuçlanır. Bu gelişmeye bağlı olarak günlük hayatın da giderek sekülarize olduğu görülür. Böy- lece ferdileşen din, beşerî varlığın hallerinin derinliklerine çekilir; din ve dindarlık, kalbî ve vicdanî bir karaktere bürünür. Mamafih, bütün bu gelişmelere paralel olarak millî ve kurumlaşmış bir dindarlığın da ortaya çıktığı görülür. Bu gelişmenin tipik bir örneğini Me- iji dönemindeki Japon Şintoizm’inde, özellikle 1882 de ortaya çıkan ve bu dinin rasyonel, ahlâkî ve tarihî bir karaktere bürünerek, basit bir devlet töreni şeklinde kurumlaşmasıyla sonuçlanan harekette bulmak mümkündür.
Millî dinin çöküşü bir yandan onun profan karaktere bürünmesi olayını getirirken, öte yandan da paganizm eğilimi kendini göstermektedir. Üstelik sekülarizasyon, eski dinî geleneğin belli bir ölçüde muhafazası sürecini de beraberinde getirmektedir ve Cermen millî dininin son dönemleri bunun tipik örneklerini bize sunmaktadır. Her halükârda, millî din çökse bile, özellikle kırsal bölgeler onun izlerini uzun süre devam ettirirler. Hattâ, millî dinin yerini evrensel bir dine bıraktığı durumlarda dahi kırsal bölgeler, eski millî din inanışları ve uygulamalarını uzun süre ve büyük ölçüde muhafaza ederler. Büyü ve hurafeler, köylü hayatın geleneksel kalıpları arasında hayatiyetlerini koruma hususunda oldukça uygun ortamlar bulurlar. Maamafih, sadece kırsal alanlar değil, fakat aynı şekilde şehir çevreleri de, evrensel ve yüksek dinler seviyesinde bile, bu tür kalıntıların yaşaması için elverişli olmaktadır. Böylece, evrensel dinler seviyesinde, “halk dindarlığı” dediğimiz ve içerisinde eskî millî dinî geleneklerin ve inanışların önemli bir yer tuttuğu bir çeşit dinî yaşayış kendini gösterir. Bunun çeşitli örneklerini, evrensel dinî cemâatlerin hemen hepsinde, hattâ günümüz toplumlarında, Müslüman topluluklarda ve meselâ bizim toplumumuzda dahi bulmak mümkündür. Örnek olarak, Brezilya’da Katolikliğin, Afrika menşeli inançların karakteristik unsurlarını bünyesine dahil etmek sûretiyle bir tür “Katolik Spiritizmi” oluşturduğunu belirtelim. Keza, Afrika’da birçok Müslüman ve Hıristiyan topluluklarının da dinî kültürleri içerisinde, kendilerinin geleneksel inançları ile yeni ve evrensel dinleri arasında bir tür sentez ya da sembiyoz oluşturduklarına işaret etmeliyiz. Meselâ Gabon Kilisesi, geleneksel atalara tapınma kültü ile Hıristiyan inancmın sembiyozunun tipik bir örneğini bize sunmaktadır. Afrika’daki çeşitli Zenci Müs’üman toplulukların, Kuzey Afrika toplumlarının Müslümanlığının yahut Endonezya’da ve hattâ Türkler gibi başka birçok Müslüman topluluk ve ülkelerde İslâmiyet’in “halk dindarlığı” formu altında benzeri sentez ve sembiyozları tipik bir biçimde bize sunduğuna önemle işaret edelim. Esasen, bugün geleneksel inançlar, dünyanın birçok bölgelerinde, büyük ölçüde yerlerini evrensel dinlere bırakmış olmakla birlikte onlar, hiç değilse dünyanın kenar yörelerinde ve özellikle de tabiat şartlarının dış dünyaya geçit vermeyen ıssız bölgelerindeki son sığmaklarında hayatiyetlerini sürdürmekte olan topluluklarda varlıklarını halâ devam ettiriyorlar. Amazon yerlilerinin geleneksel inançlarmın durumu bunun en tipik bir örneği olarak zikredilebilir. Mamafih, Amazon yerlilerinin inançları dahi, bugün artık orman sanayii, sel baskınları, çiftlik sahipleri ve şehir medeniyetinin tehditleri gibi tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Mensching, evrensel dinlerin özelliklerini de şöyle sıralıyor:
- Evrensel dinin süjesi doğrudan doğruya ferttir. Evrensel dinler hitaplarını doğrudan doğruya fertlerin vicdanına yöneltirler.
- Millî dinde cemâatin kolektif esenliği söz konusu olduğu halde, evrensel dinde fert dinî ümmetin bir üyesi olarak, uluhiyetle doğrudan doğruya temas halindedir ve kurtuluşu da bu çerçevede objektif bir biçimde aramak durumundadır.
- Evrensel dinde kişi, ailevî ve millî bağlılıklarının ötesinde bir ciddiyetle dine bağlamr ve din uluslararası bir mahiyete bürünür. Bu durumda evrensel dinler bir yandan yayılmacı ve misyoner bir eğilime yönelirken, öte yandan onlar müsamahasız bir mutlaklık iddiasında da bulunurlar. Bu anlamda genellikle evrensel dinler, kurtuluş konusunda inhisarcıdırlar.
- Evrensel dinî mesaj, birçok halklardan, milletlerden, kültürlerden, sosyal tabaka ve çevrelerden oluşan, farklılaşmış bir insanlığa hitap eder. Bu durumda onun bu farklı sosyal çevrelere bir tür transpo- zisyonu ve adaptasyonu söz konusu olur ve bütün evrensel dinler, tarihin her döneminde, sosyal farklılaşma ve değişmelerden kaynaklanan bu adaptasyon problemiyle ciddî şekilde karşı karşıya gelmişlerdir ve bugün de gelmektedirler.
- Millî dinler kişi üzerinde ekstansif bir totaliter iddiada bulunurlarken evrensel dinler entansif bir totaliter iddiaya sahiptirler. Böylece millî din seviyesinde kişinin hayatı, tüm genişliği içinde aile ve milletin kolektif organizasyonuna dahilken, evrensel din ferdin beşerî mevcudiyetinin derinliklerine yönelir.
- Evrensel dinlerin önemli bir özelliği de, onların, millî dinlerden farklı olarak yayılmacı bir karaktere sahip olmalarında toplanmaktadır[1].
Mensching’in, millî dinler ve evrensel dinler şeklindeki ikili ayırımından hareketle çeşitli toplumlardaki dinî farklılaşmaları bu şekilde özetledikten sonra, farklı toplum tiplerinde din kpnusunu daha iyi anlayabilmek için, G. Rocher’in geleneksel toplumlar ve teknolojik yahut modern sanayi toplumları şeklindeki ikili tasnifine[2] göre dinî yaşayış konusuna el atmak da bizim için oldukça aydınlatıcı olabilir. Zira, ister ilkel halklar ve kültürler seviyesinde olsun isterse tarihî kültürler ve medeniyetler seviyesinde olsun, toplumların dinî yaşayışına göz attığımızda onların son birkaç yüzyıla gelinceye kadar geleneksel bir yapı arz ettiği bilinmektedir. Buna karşılık, bilim ve tekniğin son birkaç yüzyıl içerisinde kaydettiği baş döndürücü ilerlemeler, içinde yaşadığımız XX. yüzyılın son çeyreğine erişmiş bulunan günümüz toplumlarında feza ve bilgi çağlarının açılmasıyla yeni boyutlara ulaşırken, insanlık da, dünyanın her yerinde benzer hız ve oranlarda olmamakla birlikte, yeni buluşların beraberinde getirdiği modern medeniyetin gerekleri karşısında köklü değişmelere sahne olmaktadır. Öyle ki, bu değişiklikler sadece bilimsel ve teknolojik alanda kalmamakta, fakat aynı şekilde toplumların ekonomik, demografik ve kültürel yapılarında da önemli değişmeler gözlenmektedir. Böylece, bir yandan toplumların öteden beri alışılagelmiş hayat tarzları, özellikle
- yüzyıldan itibaren Batı ülkelerinde ortaya çıkan sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin dinamiği altında sarsılır ve yeni şekillere bürünürken, öte yandan toplum içinde sosyal hayatın en hâkim noktasında bulunan din de, ister istemez bu değişmelerden etkilenmektedir. Esasen Batı’da, Rönesans ve Reformla başlayan dinî ve sosyal değişmeler, büyük coğrafî keşifler, matbaanın icadı, müspet bilimler alanındaki ilerlemeler; insanın, tabiatta rastlanan muarız güçlerin düşmanlığına karşı kendini savunması ve hayatın maddî şartlarını iyileştirmek ve daha ileriye götürmek için başvurduğu çareler olarak tanımlayabileceğimiz teknolojik gelişmeler, XVIII. yüzyıldan bu yana Avrupa, Kuzey Amerika ve daha sonra da Japonya’da, sanayileşme adı verilen, üretimde makineleşmenin, yaygınlaşması ve rasyonel bir şekilde kitle üretimine geçişi ve bunun yanı sıra kentleşme yani nüfusun büyük çapta şehirlerde toplanması ve şehir alanlarının genişlemesi süreçlerini ve bunlara paralel olarak da, geleneksel toplumların sosyal, ekonomik ve kültürel yapılarında, kişilerin sosyal davranışları ve zihniyetlerinde köklü değişiklikleri doğurmakla ve bütün bu değişiklikler, bu toplumların sosyo-kültürel bünyeleriyle sarmaş dolaş bir halde hayatiyet bulan dinî yaşayışları etkilemekle kalmamış; üstelik onlar, farklı derecelerde de olsa, sanayileşmeyi ve kalkınmayı aynı ölçüde başaramamış bulunan dünyanın öteki toplumlarının dinî ve sosyal yaşantılarında da derin yankılar uyandırmıştır.
Bu durumu daha iyi görebilmek için, ideal-tip düzeyinde de olsa, geleneksel toplumlar ve modern toplumlara ve onların dinî yaşayışlarına göz atmak ve sonra da buna, yine bu gelişmelerin sonucu ortaya çıkan öteki iki tipte yani postmodern toplum ile tranzisyonel toplum tiplerinde din konusunun makro düzeyde sosyolojik tahlilini eklemek yerinde olacaktır:
[1] Bk.: G. Mensching, Sociologie Religieuse, s. 19-93.
[2] Bk.: G. Rocher, Introduction â la Sociologie Generale, Paris: HMH, 1968, C. II ve III.