Din Sosyolojisi

BELLAH’IN EVRİMCİ YAKLAŞIM MODELİNDE DİN

BELLAH’IN EVRİMCİ YAKLAŞIM MODELİNDE DİN

Bununla birlikte, insanlığın bilinen tüm din tarihini, bütüncü bir yaklaşımla genel bir değerlendirmeye aldığında R. N. Bellah’m, top­lumun ve toplumsal değişimlerin din ve dindarlıklar üzerinde meyda­na getirdiği etkiler bakımından orada, tekamülcü bir gelişmeyi gördü­ğüne işaret etmeliyiz. Böylece, konuyu bir anlamda Weber’ci bir yak­laşımla ele alan Bellah, insanlık tarihi içerisinde evrimsel perspektif­ten “ilkel din”, “arkaik din”, “tarihî din”, “ilk modern din” ve “mo­dern din” şeklinde birbirini izleyen beş gelişim dönemi ve bunlara te- kâbül eden beş tip din ve dindarlık ayırt ediyor. Gerçekte ise, Bel- lah’ın ayırdettiği bu dinî gelişim evreleri, genel sosyo-kültürel evrim Şemasınm dinî kültür ve yaşayış alanındaki bir yansımasından ibaret bulunuyor. Böylesine bir dinî gelişimin safhaları aslında gerçeğin te­orik formülasyonunun bir ideatipleştirilmesinden çıkartılmış bulunu­yor. Bu bakımdan da onlar, dinî tarihin kronolojik seyrine tam anla­mıyla tekabül etmiyorlar. Başka bir deyişle gerçekte tarihi olarak bu safhaları birbirinden net olarak ayırt etmek mümkün olmuyor. Bir sonraki safhanın karakteristiklerinin bir öncekinde taslak halinde bu­lunduğu görülüyor ve aslında daha gelişmiş gibi görünen bir safha ta­rihte daha az gelişmiş olana doğru da gerileyebiliyor. Nihayet, bu ev­rimci modele göre hiçbir safha insanhk tarihi ve hayatında tam olarak yerini bir diğerine bırakmıyor; önceki evreler ve onlara ait karakteris­tikler sonrakilerin yanında az çok varlıklarını sürdürmeye devam edi­yorlar. Her halükârda, varlığının nihaî şartlarına insanı bağlayan sem­bolik şekiller iforms) ve fiiller {acts) şeklinde tanımlanan bir din an­layışı üzerine temellenmiş bulunan bu evrimci dinî gelişim anlayışı, yi­ne de gelişimin gittikçe ilerleyen her bir evresinde, insanın ve toplu­mun çevre şartlarına nispetle hürriyetinin giderek daha da arttığını varsayıyor. Eliade ile birlikte Bellah da, ilkel insamn, varhk ve gelişi­min öteki tüm evrelerindeki insan kadar dindar olduğunu kabul edi­yor. Buna göre, aslında insanlığın gelişmiş dönemlerindeki dindarlığı­nın “arketip”\tn “teksifi” (compact) olarak zaten ilkel insanın dindar­lığı içerisinde mevcuttur ve gelişim bu yoğunlaştırılmış durumdan gi­derek farklılaşan bir sembolleştirmeye doğru seyreden bir evrimdir. Böyle olunca, değişen şartlarda gelişen, “dindar insan” (korno religi- osus) değildir. Esasen, insanın nihaî dinî durumunun yapısında bir ev­rim de söz konusu değildir. Değişime ve gelişime uğrayan, sembolik bir sistem olarak dindir. Böylece, beşerî mevcudiyetin nihaî şartlarına karşı, gelişmiş din, ilkel insanın dininin yaptığından daha farklılaşmış ve karmaşık bir semboller ve ilişkiler sistemi ortaya koyabilmektedir. İşte, bu sûretle anlaşılan bir evrimsel değişim süreci modelinde, Bel- lah’a göre, insanlığın dinî tarihi, şu şekildeki bir seyri izliyor: [1] iştirak ve temsil ile karakterize olmaktadır. İlkel sembol sistemi mit­lerden oluşuyorsa, ilkel dinî fiil de “törensel davranışlar” (rites) yani menseklerden meydana gelmektedir. İlkel dinî hayat, günlük yaşa­mın alışılmış rutinleri şeklinde belirlenmiş bulunmaktadır. Orada, toplumsal hayattan ayrı bir dinî teşkilatlanma mevcut değildir. Dinî Cemâat ve toplum bir ve aynı şeydir. Dinî roller öteki toplumsal rol­lerle kaynaşmış durumdadır ve ancak yaş, cinsiyet ve akrabalık siste­mi gibi değişkenlere göre farklılaşma gösterebilmektedir. Her şeye rağmen ilkel dinin de kendine mahsus yenilikçi ve değişime açık bir yönü mevcuttur. Efsaneler ve törenler ilkel dinin bu bid’atçi yönünü tipik bir biçimde yansıtmaktadırlar. Bununla birlikte, ilkel dinin sey- yaliyet ve esnekliği, köklü bir yenilik ve değişime açık görünmemek­tedir. Avustralya yerlilerinin dini bu tür bir ilkel dinin en tipik bir ör­neğini oluşturmaktadır.

  • “Arkaik din”in karakteristik örneklerini Afrika ve Polinezya’nın dinî sistemlerinin çoğunda, Yeni Dünya’nın bazı dinî sistemlerinde, Orta Doğunun, Hindistan’ın ve Çin’in en eski dinî sistemlerinde bul­mak mümkündür. İsrail dininin ilk dönemleri ile antik Yunan dini ar­kaik dine tipik birer örnektirler. Karmaşık ilahlar, tapınma sistemi, ra­hipler, kurban ve bazen İlâhî yahut rahipliğe dayalı akrabalık sistemi gibi kurumlaşmaların kendini göstermeye başlamış olması, arkaik di­ni ilkel dinden ayıran temel hususiyetlerdir. Arkaik dinin semboller sisteminde “mitik” varlıklar daha belirgin bir karaktere bürünmüş bu­lunmaktadırlar. Arkaik din sistemi, orada tabiî ve İlâhî her şeyin yeri­ni aldığı geniş bir kozmoloji geliştirme yolunu tutar. Yine de, temel dünya görüşü, ilkel dinde olduğu gibi halâ “monistik” Tek bir dün­ya mevcuttur ve oraya tanrılar hakim bulunmaktadırlar. Arkaik dinde dinî fiil artık “kült” formuna bürünmeye başlamıştır. Bu kültün süje- si insanlar ve objesi de ilâhlardır. Arkaik dinî teşkilat öteki toplumsal yapılarla büyük ölçüde birleşmiş durumdadır. Yine de orada farklı kült grupları kendilerini göstermeye başlamıştır. Ziraata bağlı nüfus yoğunluğundaki artış orada yukarı toplumsal sınıfların oluşumuna imkân verir ve onlar askerî ve siyasî gücü monopolize ederler. Asil ai­leler, kendilerini İlâhî bir menşee bağlar ve çoğu zaman rahiplik gö­revlerini üstlenirler. Rakip grupların iktidar mücadeleleri, rakip ulu- hiyetlerin mücadelesine dönüşmektedir. İsrail dininin erken dönemle­ri, eski Yunan dini ve Çu’lar döneminin Çin dini bu durumun tipik ör­neklerini bize sunuyorlar. İç düzenin bozulmaya başlaması, bu tür toplumlarda “mesiyanik” (mehdici) bir kurtarıcı beklentisini artır­maktadır. Eski Mısır ve Çu’lar dönemi Çin toplumlarmda bu tür kur­tarıcı beklentilerinin örneklerini bulabilmekteyiz.

3- “Tarihî din”in içinde çıktığı toplumu karakterize eden en önemli hususiyetlerden biri onun artık okur-yazar olmasında toplan­maktadır. Dolayısıyla da bundan böyle bu toplum arkeoloji ve etno­lojiden çok tarihe konu teşkil etmektedir. Tarihî dinlerin hemen hep­si bir şekilde “aşkın” (transcendental)dırlar. Dolayısıyla da ilkel ve ar­kaik dinlerin kozmolojik monizmi burada söz konusu değildir. Tarihi dinin en önemli karakteristiklerinden biri de onun, bu dünyaya karşı bir şekilde olumsuz ve hattâ ret tavrı takınmış olmasında toplanmak­tadır. Halbuki böylesine bir ret yahut olumsuz tavır ne arkaik ve ne de ilkel dinde mevcut değildir. Bu tür bir olumsuz tavır din tarihinde ilk olarak kendini tarihî dinlerle göstermeye başlamış görünmektedir. Tarihî dinlerin dinî sembolleri kendi aralarında büyük ölçüde farklı­laşmaktadırlar. Yine de onlar aşkınlık unsuruna ortaklaşa sahip bulu­nuyorlar. Arkaik dinlerin “hiyerarşik düzen” vurgusu tarihî dinde ge­nelde büyük ölçüde artış göstermiştir. Bir anlamda, tarihi dinde bir tür “mitolojiden arınma” eğilimi kendini gösterir. Monoteist vurgu ve evrensel çağrı eğilimi güçlü bir biçimde artar ve tarihi dini tipik bir bi­çimde karakterize eder. Ancak durum ve şartlara göre orada arkaik dine ait birçok karakteristikler de bir şekilde varlıklarını sürdürürler. Dinî fiil kurtuluş için gereklidir. Ritüel unsurlar ve kurban orada ye­ni bir anlam ve hattâ şekil kazanırlar. Farklılaşmış dinî grup ve Cemâatler kendilerini gösterirler. Dinî teşkilat bir şekilde toplumsal ve siyasal teşkilattan farklılaşır ve bunların arasında bir şekilde geri­lim ve hattâ çatışma eğilimleri de kendini gösterir. Din toplumda önemli bir bütünleşme fonksiyonu üstlenir. Ancak o aynı zamanda değişim için de önemli bir potansiyel güç oluşturur.

  • “İlk modern din”in tek örneğini Protestan Reformu oluştur­maktadır. Onun en karakteristik özelliğini, tarihî dinin bu dünya ve öteki dünyaya ait hiyerarşik yapısının orada çökmüş olması teşkil et­mektedir. Yine de orada bu dünya ve öte dünya düalizmi varlığını sür­dürmektedir. Ancak ilk modern dinde, öte dünyada kurtuluşa erme, bu dünya hayatına ait faaliyetlerden yüz çevirerek değil fakat onlara ağırlık vermek süreriyle olmaktadır. Bu dini karakterize eden hususi­yetlerden biri de kurtuluş için aracıya ihtiyaç hissetmemesinde top­lanmaktadır. Aslında bunun örnekleri bazı tarihî dinlerde de mevcut­tur; ancak, onlar bunu kurumlaştırmayı başaramamışlardır. İlk mo­dern dinin sembolizmi de kişi ile aşkın gerçeklik arasındaki doğrudan ilişki üzerine temerküz etmektedir. Orada dinî fiil hayatın tamamı ile özdeşleştirilmiş bulunmaktadır. İlk modern dinde dinî hiyerarşinin yanı sıra seküler planda irsî aristokrasi de zayıflamakta veya tamamen terk edilmektedir. Dinî değerler yönünde toplumsal değişme eğilimi, ilk modern dinde tipik bir biçimde kendini gösteriyor. Ancak, rasyo­nalist, seküler ve demokratik eğilimler de güçlü bir biçimde beliriyor­lar. Yine de, oradan demokratik bir topluma geçiş oldukça uzun ve karmaşık bir süreç olarak görünüyor.
  • İlk modern dini, gerçekte belki de tarihi dinden “modern din”e bir geçiş safhasının dini olarak değerlendirmek gerekir. Her halükâr­da modern din tarihi dine nispetle önemli ve köklü farklılıkları içer­mektedir. Belki de tarihi din ile modern din arasındaki en karakteris­tik farklılık, tarihî dindeki düalizmin modern dinde ortadan kaybolu­şunda yatmaktadır. Modern dinî semboller sisteminden söz etmek güçtür. Kant’ın çalışması, geleneksel tarihî sembolleştirmenin kırılma­ya başlamasının entelektüel düzeydeki en esaslı dönüm noktasını teş­kil etmektedir. Bundan böyle din meselesi yeni bir bakış açısından de­ğerlendirilmeye başlandı. Artık klasik türden hiyerarşik sembol site­mine yer yoktur. Ancak bu, ilkel monizme geri dönüş anlamına da gelmemektedir. İkili yapı artık son derecede çeşitli bir yapıya yerini bırakmış bulunmaktadır. Modern insanın, materyalist, seküler, insan­lık değerlerinin yitirmiş ve en derin anlamında din-dışı olarak tanım­lanmak istenmesi temelinden yanıltıcıdır. Modern dönemde kendini gösteren şey tarihi dönemin tekelci ve kurumlaşmış yapısının artık egemenliğini yitirmesidir. Bundan böyle var oluşun nihaî şartlarına bağlılığın sembolizasyonu herhangi bir grubun tekelinde değildir. Ta­rihî din ferdi keşfetmiştir. İlk modern din, tüm tecrübî müphemliği içerisinde ferdi kabul eden doktrinal bir temel tesis etmiştir. Modern din, bizzat ferdin kendi mevcudiyetinin kanunlarını anlamaya ve in­sana kendi kaderini yüklenme sorumluluğunu almaya yardım etmeye başlamış bulunmaktadır. Doktrinal Ortodoksluğun ve ahlâkî standart­ların din tarafından desteklenen objektif sisteminin çöküşü, gerçekte dinî fiilin her zaman olduğundan daha çok istenen bir şey haline gel­mesine imkân tanımıştır. Thomas Paine’in “Zihnim kilisemdir” ve Thomas Jefferson’un “Bizzat kendim bir mezhebim” sözleri modern dinin dinî teşkilatlanma esprisini tipik bir biçimde dile getiriyorlar. İlk modern din, çok veçheli empirik realiteyi inkâr etmeksizin ferde yö­neldi ve böylece tarihî dinin dünyayı reddini gereksiz kıldı. Modern din ise bu yönde çok büyük mesafeler kat etti ve bu yönelişe yeni an­lamlar yükledi[2].

Bu şekilde, beş safhalı olarak insanlığın dinî gelişimini analiz eden Bellah, öte yandan, çalışmasının sonunda, insanlığın dinî tarihini böy- lesine evrimci bir modelden yaklaşımla ele almanın oldukça riskli ol­duğunu belirtmekten de kendini alamıyor. Yine de o, bu evrimci yak­laşım modelinin gerçeğin ona zoraki olarak uydurulmaya çalışıldığı bir hazır şema olmadığına, tersine onun, tarihî gerçekliğin daha iyi aydınlatılması ve anlatılmasına yönelik bir formülasyondan ibaret bu­lunduğuna önemle işaret ediyor. Bu bakımdan da, onun tahlil ve de­ğerlendirmeleri, din ve toplum ilişkileri bakımından, değişen toplum­sal şartlara göre dinî yaşayışlar ve dindarlıklardaki değişimlerin anla­şılması bakımından önem taşıyor.

Öte yandan, toplum tipleri ile dindarlıklar arasındaki ilişkiler söz konusu edildiğinde, insanlığın dinî tarihinin tamamını göz önünde tutmak, ilişkiler ve değişimlerin genel seyrini kavramak bakımından oldukça aydınlatıcı oluyor. Bununla birlikte, konuya yaklaşımlar ve yapılan değerlendirmeler, oldukça çeşitlilik arz edebiliyor. Nitekim, Menschig’in değerlendirmesi, Bellah’ınkine nispetle önemli farklılık­ları bize sunuyor. Bu bakımdan da burada şimdi de onun konu ilie il­gili tahlil ve değerlendirmeleri üzerinde durmamız uygun düşüyor.

[1]   “İlkel toplumun dini”, var oluşun nihaî durum ve şartlarının mutasavver bir sembolizasyonunu bize sunmaktadır. Bu dini sembol­ler sistemi “mitik dünya” şeklinde karakterize olmaktadır. Gerçekte ise, bu mitik dünya, halihazır dünyanın vasıfları ile ilişkilidir. Öyle ki, var olan ve yaşanan dünyanın her şeyi mitlerin oluşturduğu paradig­ma ile ilişkiye konulmuş ve adetâ toplumsal düzen buna göre şekil­lenmiştir. Bununla birlikte, yine de mitlerin seyyal bir yapısı mevcut­tur. İlkel “dinî fiil”, tapınma veya kurbanla değil fakat özdeşleşme,

[2] R. N. Bellah, “Religious Evolution”, Sociologie ofReligion (ed. R. Robertson), Harmondsworth: Penguin Books Ltd., 1969, s. 262-292.

İlgili Makaleler