ABSOLÜTİZM, TEKELCİLİK VE FANATİZM EĞİLİMLERİ DİNİ GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER
ABSOLÜTİZM, TEKELCİLİK VE FANATİZM EĞİLİMLERİ DİNİ GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER
Gerçekten de, insan toplumlarında din olgusu sürekli bir fenomen olarak kendini göstermekte ve nitekim tarih boyunca dinsiz bir topluma rastlanmamakta; ancak, toplumlar ve kültürler gibi dinlerin de, tarih içerisinde çok önemli çeşitlilik ve değişiklikler gösterdikleri gözlenmektedir. Üstelik, yine toplumlarda dinsizliğe ve inançsızlığa olan eğilim de en azından potansiyel olarak daima var olmuştur. Bu bakımdan, insanlığın eski çağlarına hakim görünen klan ve kabile dinleri ile millî dinler, ait oldukları cemâatin mensuplarına ortaklaşa bir kurtuluş va’d ederek, kendilerini onlara kendilerinin dışında hiçbir gerçekliği kabul etmeyen bir kesinlikle sundular. Böylesine bir kesinlik ve mutlaklık iddiası ve bu çerçevede oluşan inhisarcı tutum, din ve inanç konusunda belli bir hoşgörüsüzlük ve fanatizmi de şüphesiz beraberinde getirmekteydi.
Bununla birlikte, bu tür dinlerin mutlakçılık iddiaları ile evrensel dinlerinkiler arasında önemli farklılıklar da kendini göstermektedir. Zira, Menscking’in genel bir din tipolojisi çerçevesinde “millî dinler” kategorisinde ele aldığı bu bir klan, kabile veya en çok millete bağlı dinlerde, dahilî ve dolayısıyla da “entansif (yoğun, şiddetli) bir mutlakçılık ve tekelcilik söz konusu olmaktadır. Buna göre, bu tür toplumlar ve onların dinleri için önemli olan kendi mensuplarının varlık, hayatiyet ve güvenliğidir. Böylesine egosantrik bir varlık ve güvenlik anlayışı, belli bir dahilî toplumsal ve dinî egoizm ve tekelcilik eğilimini de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan, orada kendi mensup olduğu toplumu, yani klanı kabilesi veya kavmini yahut cemâatini ret yahut terk ve başka toplumlara yönelme, aynı zamanda kendi dinini bırakarak başkalarının dinlerine geçiş şeklindeki bir “irtidat” (dinden dönme) olmakta ve oldukça sert bir müsamahasızlıkla karşılanmakta; bu fiilin cezası da oldukça sert olmaktadır. Bunun gibi, aslında orada kendi dini ile ilgili hemen her kusur karşısında ortaya konulan tavır da oldukça sert bir müsamahasızlıkla karakterize olmaktadır. Bu dinler yabancı kutsallıkların varlıklarını kabul, ancak kendileri için onların kutsallıklarını reddetmek eğilimindedirler. Dolayısıyla da onlar, misyoner bir hüviyetle kendi dinlerini yayma eğiliminde de değildirler. Ancak zamanla, millî dinlerin bu tür misyoner eğilimlere yöneldikleri de olmaktadır. B öylesine durumlarda, bir milli dinî cemâatin, kendi millî ve dinî varlığı, güvenliği ve devamlılığı açısından, mensuplarını kaybederek dağılma sürecine sürüklenmemek için yabancı kutsallıkları kendi panteonuna dahil ettiğinin örnekleri mevcuttur. Eski Yunan ve Roma’da belli dönemlerde bunun tipik örnekleri bulunmaktadır. Özellikle fetihler, yabancı tanrıların kendi panteonuna ithali süreriyle garanti altına alınma yoluna gidilmektedir.
Bir klan, kabile veya milletin dini olarak karşımıza çıkan millî dinler gibi, dinî cemâatin belli bir klan, kabile veya milletle sınırlanmadığı, peygamberi tecrübeye dayalı, “ümmet tipi” evrensel dinler de mut- lakiyetçi ve tekelci eğilimlere sahip bulunmaktadırlar. Üstelik bir bakıma onların bu mutlakiyetçi ve tekelci eğilimleri de “dahilî” ve “entan- sif’ bir karaktere sahiptir. Çünkü genellikle onlar gerçeği ve kurtuluşu kendi tekellerinde görmektedirler. Öte yandan, evrensel dinler yayılmacı eğilimlere de güçlü bir biçimde sahip bulunuyorlar. Bu durumda onlar için gerçek ve kurtuluş evrensel bir anlam ve iddiaya bürünmektedir. Bu bakımdan da onlar kendi inançlarını misyonerlik veya sirayet yoluyla başkalarına yaymak ve genişlemek süreriyle evrensel bir kurtuluşu amaçlamaktadırlar. Böyle olunca, evrensel dinlerin absolü- tizmi de artık entansif bir tekelcilikten uzaklaşarak “ekstansif (yayılmacı ve genişlemeci) bir karaktere bürünmektedir. Budizm, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi evrensel kurtuluş iddiasına ve çağrısına sahip bulunan dinler bu eğilimin karakteristik örneklerini sunmaktadırlar. Bir Mahayana metninde “Buda’nın dışında benim için başka hiçbir kurtuluş yolu yoktur” deniyor. İncil’de (Rasullerin İşleri, iy 12) Hz. İsa’nın çağrısının dışında “Başka hiçbir kurtuluş yoktur” denmektedir. Keza Kur’ân’da, “Kim Islâm’dan başka bir din ararsa, onun bu fiili asla kabul olunmaz ve o, abirette de en büyük hüsrana uğrayanlardan olur” (Al-i İmrân, 85) buyruluyor. Nitekim, evrensel dinlerin tarihleri içerisinde, bu tekelci ve mutlakçı temayüller, radikal bir müsamahasızlıkla karakterize olan fanatik eğilimler ve tutumlarda kurumlaştırılmak sûretiyle çok çeşitli şekillerde ortaya konmuş bulunmaktadırlar. Böy- lece irtidat çok şiddetli bir tepki ile karşılanmış, mürtet için ölüm cezası öngörülmüş, kurumlaşmış resmî inanç ve dinden her çeşit ayrılık eğilimi dalâlet ve itizal şeklinde damgalanmıştır. Dinî tarih içerisinde Mihne, Engizisyon, din savaşları, mezhepler arası ihtilaflar ve çatışmalar, vs. hoşgörüsüzlük, baskı ve fanatizmin dinî tarih içerisindeki çok çeşitli ve tipik örneklerini bize oldukça bol bir şekilde sunmaktadırlar. Anlaşılan, tekelci ve mutlakçı tutum yahut eğilim, bir yandan kendi mensupları için dahilî bir fanatizm ve baskı tavrını beraberinde getirirken, öte yandan yerine göre kendisinin dışındaki mezhep, cemâat, grup ve din mensupları için tahammülsüz ve çatışmacı bir zihniyet ve eğilime de imkân vermektedir.