Karizmatik Din Kurucusunun Vefatından Sonra Cemaatin Durumu
Din Kurucusunun Vefatım Müteakip Dinî Cemâat İçerisinde
Ortaya Çıkan Gelişmeler: “Teşkilatlanma ve Müesseseleşme”‘
Yeni kurulan bir dinde, din kurucusunun etrafında toplanan ilk dinî cemâatin, dinin tarihi içinde bir ilk adım olup, daha sonra ortaya çıkacak olan gelişmeler için mesnet teşkil edeceğine işaret edilmişti. Yeni teşekkül etmekte olan dinin ilk formasyon safhasını oluşturan bu ilk dinî cemâat içerisinde, din kurucusunun vefatı önemli bir dönüm noktasını teşkil edecektir. Zira, gerçekte karizmatik bir grup olan bu ilk dinî cemâat, bu sûretle üyelerinin onun etrafında kenetlendiği merkezî şahsiyeti yani dini kuran ve onun esaslarını va’z veya tebliğ eden şahsı kaybetmiştir. Bu bakımdan onun ölümü, yeni dinî grubun bünyesinde esaslı bir değişikliğin ortaya çıkmasına vesîle olacaktır. Grup dağılma veya hiç değilse parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bundan böyle yeni dinin taraftarlarını kim birleştirecek, din kurucusunun cemâat içerisinde oynadığı fonksiyonu kim üstlenecektir? Bu kritik durumda, dini kuranın en yakını veya emini olanlar yahut ilk tilmizler ortaya çıkar ve onlardan biri -genellikle şüphesiz en etkini ve en seçkini- din kurucusunun cemâat içindeki birleştiricilik ve önderlik fonksiyonunu üzerine alır. Ancak, gerçekte hiçbir zaman dini kuran şahsın yerini tamamen doldurmak, onun yerine geçmek söz konusu değildir ve hiçbir peygamberin, din kurucusunun veya önderin yerini alan şahıs bunu iddia etmemiştir. Çünkü dinî cemâatin mensupları, din kurucusunun nev’i şahsına münhasır bir şahsiyet olduğuna ve onun yerini hiçbir kimsenin dolduramayacağına inanmaktadırlar. Esasen bu anlamda onun karizması ona bu müstesna mevkii ziyadesiyle bahşetmektedir. Nitekim, bu durum, ileride dinî grubun içinde ortaya çıkacak olan ayrılıklar ve hattâ bölünmelerde temel bir rol oynayacaktır.
Aslında, din kurucusunun vefatından sonra yeni dinî cemâati parçalanmadan ayakta tutan şey, onun en gözde tilmizlerinin şahsiyetinden veya hattâ din kurucusunun sağlığında onların dini tesis eden şahsa yakınlıklarından ziyade, yeni dinin getirmiş olduğu dinî esaslar, inançlar ve ibadetlerdir. Başka bir deyişle bundan böyle grup bağı, ka- rizmatik özelliğini giderek kaybeder ve onun yerini, dini tesis edenin bıraktığı dinî miras yani yeni dinin ortaya koyduğu din nazariyesi, inançlar, ibadetler, âyin ve törenler, gelenek ve görenekler ve nihayet din kurucusunun sağlığında ya da vefatından sonra oluşan birtakım teşkilat esasları almaya başlar. Nitekim meselâ Hz. Peygamber’in ufû- lünden bir süre önce Veda Haccı’nda irad ettiği hutbede, “Kendinden sonra sımsıkı sarıldıkları müddetçe delâlete ve ayrılığa düşmeyecekleri iki şey bıraktığını; bunların da: Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber’in sünneti olduğunu” belirtmesi bu bakımdan mülâhaza olunduğunda oldukça calib-i dikkattir. Aslında, daha din kurucusunun sağlığında, grup birliği ve bütünleşmesinin sağlanmasında ve dayanışmanın artmasında önemli fonksiyonları bulunan yeni dinin inanç ve ibadet esasları ve usûlleri, din kurucusunun vefatını takip eden bu devrede nesiller boyunca hiçbir değişikliğe uğramaksızm devam edebilmeleri için, muayyen ve sabit esaslara bağlanmak zorundadırlar. Bununla birlikte, yeni dinî cemâatin hayat kurallarının, din mensuplarının giderek artmasına ve cemâatin kemiyet ve keyfiyet bakımlarından genişleyip çeşitlenmesine ve nihayet içtimai ve kültürel farklılaşmasına paralel olarak yeniden gözden geçirilip, yeni yeni açıklamaların yapılması gerekir ve ancak bu sayede yeni din, kendine bağlanan ve sayıları giderek artan taraftarlarının yeni sosyal, sosyoekonomik ve kültürel şartlarına uyum sağlayabilir.
Yine bu safhada, dinin sözlü gelenekleri yazılı hale getirilir, yazılı gelenekleri derlenerek kitap halinde toplanır. Dinî akideler yeni ve
köklü tarif ve açıklamalara kavuşurlar ve böylece artık dinin temel inanç esasları ile ilgili olarak bundan böyle yapılacak yeni açıklama ve görüşler resmî ve Sünnî (veya Ortodoks) dinden itizal ve inhiraf olarak değerlendireceklerdir.