Karizma, Otorite, Teşkilat ve Gelenekleşme – Din Sosyolojisi
Karizma, Otorite, Teşkilat ve Gelenekleşme
Dinin yayılması, mensuplarının çoğalması, dinî cemâatin farklılaşması ve giderek karmaşık bir yapıya bürünmesinin güçlü bir teşkilatın kurulmasını da gerektirdiğine işaret edilmişti. Zira, aslında karizmaya dayalı bir otorite istisnaîdir. Onun hukukî bakımdan kurumlaşması ve resmîleşmesi söz konusu değildir. Karizmatik otoritenin memurları olmaz, taraftarları, bağlıları ve tilmizleri olur. O, dinî önderin veya din kurucusunun şahsî değeri, kutsal, tarihî ve örnek karakteri üzerine temellenmiştir. Onda şiddete yer yoktur. Psikolojik bir hakimiyet ve boyun eğme, itaat esastır. Şu halde, karizmatik otorite ve itaatin temelinde psikolojik ve sosyal psikolojik bakımlardan heyecan yatmaktadır. Bu bakımdan da karizma ve buna bağlı otorite, aslında değişim, çözülme ve yeniden kuruluş dönemlerinin karakteristik bir tezahürüdür. Yapı ve düzen oturmaya, kurumlaşmaya ve gelenekleşmeye başlayınca heyecan unsuru şiddetini kaybetmeye meyleder. Buna bağlı olarak karizmatik otorite de yerini, teşkilat, kurum ve geleneğe bırakır. Dinî bünyelerde kuruluşu müteakip teşkilatlanma ve kurumlaşma dönemlerinden itibaren kendini gösteren ve giderek tam bir gelenekleşmeye dönüşen bu sürece Alman din sosyoloğu Max Weber, ‘”karizmanın rutinizasyonu” adını veriyor. Nitekim, meselâ İslâmiyet’te, ilk birkaç yüzyılda ortaya çıkan kurumlaşmayı takiben bir istikrar ve gelenekleşmenin kendini göstermesi, içtihat kapısının kapanarak “taklit dönemi”nin başlaması sözü edilen bu rutinizasyon sürecinin tipik bir timsalini bize sunuyor. Maamafih Weber karizmayı, “kişisel” ve “fonksiyonel” şeklinde ikiye ayırmakta ve anlaşılan daha çok ikinci tür bir şekilde, kuruluşu takip eden dönemlerde de yerine göre etkin olabilmektedir.
Öte yandan, dinî cemâatin giderek karmaşık bir yapıya bürünmesi sürecine bağlı olarak ortaya çıkan dinî teşkilatlanmada rol oynayan faktörleri, Alman din sosyoloğu G. Mensching, üç ana kategoride toplamaktadır, ki bunlar;
- Sağlam bir dinî geleneğe duyulan ihtiyaç,
- Dinde objektifleşme ihtiyacı,
- Kitlelerin farklı yapı ve temâyüllerinden kaynaklanan
ihtiyaçlardır1
Bütün bunları açıklamak gerekirse; bir kere, din kurucusunun etrafında toplanmış bulunan ilk sâlikler, onunla doğrudan doğruya temas imkânına sahiptirler. Dolayısıyla, din konusunda karşılaşacakları her meseleyi üstada veya peygambere iletebilir ve ondan hal tarzını öğrenebilirler. Ancak, dinî liderin getirdiği yeni dinin esaslarım özellikle müteakip nesillere sağlam ve sağlıklı bir şekilde aktarmak da gerekmektedir. Esasen dinî grubun bekası buna bağlıdır. Bununla birlikte, müteakip nesillerin din kurucusu ile doğrudan doğruya temas imkânları mevcut değildir. Şu halde, din kurucusu ile doğrudan doğruya temas imkânına sahip olmayanlara yeni dinî mesajın ve bu mesaj etrafında şekillenen yeni geleneğin sağlam bir şekilde aktarılması ihtiyacı dinî cemâat içinde teşkilatlanmaya götüren temel sebeplerden birisini oluşturacaktır.
Esasen, sağlam bir dinî geleneğe duyulan ihtiyaç da çeşitli şekillerde tezahür edecektir: Din kurucusunun dinî tecrübesinin aslına uygun ve canlı bir şekilde yorumu ve temsili ihtiyacı, sağlam bir akidevî geleneğin tesisi gereksinimi ve ayin usûllerini sıkı bir şekilde tespit eden bir geleneğe duyulan ihtiyaç, mü’minlerin birbirleriyle olan sosyal münasebetlerini düzenleyen ahlâkî ve hukukî gelenekleşme, müesseseleşme ve teşkilatlanmaya duyulan ihtiyaç bunların belli başlıları arasında yer alırlar.
Öte yandan, dinî liderin vefatını takip eden ve dinî cemâatin sınırlarının giderek genişlediği dönemde sırf dinî hizmetlerin (ibadet, ayin hizmetleri) herkese açık ve objektif bir şekilde yürütülmesi ihtiyacı ortaya çıkacak ve bu durum bu hizmetlerin din görevlileri veya ruhban sınıfı aracılığıyla sürdürüldüğü bir teşkilatın oluşturulmasını gerektirecektir. [1]
Nihayet, evrensel temayüllü müesses bir din, ister istemez oldukça heterojen kitleleri bağrında toplayacak; bu kitleler dinî durumları, ihtiyaçları ve temayülleri itibariyle aralarında büyük farklılıklar arz edecektir. Bu bakımdan, meselâ Max Weber, dinî virtüözlerle alelade dindar tipleri birbirinden ayırmaktadır. Her halükârda dinî cemâate dahil olan geniş yığınları oluşturan kişilerin farklı dinî temayül ve ihtiyaçları, değişik dindarlık şekillerinin teşekkülüne imkân verecek ve bütün bunların gerektiğinde ayrı ayrı teşkilatlara bağlanmaları gerekecektir. Meselâ, hemen her dinde mezhepler ve tarikatlar aracılığıyla ortaya çıkan farklı oluşumlar ve teşkilatlanmalar bu durumun tipik örnekleridirler. Öte yandan, kitlelerin dinî bir otoriteye olan ihtiyaçlarının da teşkilatlanmada önemli rolünün bulunduğunu belirtmek gerekir.
Esasen, yukarıda görüldüğü gibi, sosyal grupların en önemli özelliklerinden biri de içerisinde her üyenin belli bir statü ve rolünün bulunduğu istikrarlı bir yapı arz edecek tarzda teşkilatlanmalarından ibaret olup, sosyal grupların özel bir türünü oluşturan dinî cemâatler de, gelişmelerinin belli bir döneminde müesseseleşmiş köklü yapılar halinde teşkilatlanmaktadırlar.
[1] G. Mensching, Sociologie Religieuse, Paris: Payot, 1951, s.231-244.