Din ve Ekonomi Kurumları Arasındaki İlişki
Din ve Ekonomi Kurumları Arasındaki İlişki
İnsani varoluşun temel esaslarından birisi olan ekonomik davranış, toplumun maddi ihtiyaçlarının teminatı doğal ortamlarda teknik donanımın niteliğiyle değişen miktarda enerji ve zaman kullanmayı gerektirir. Hemen her türlü oluşum gibi ekonomik davranış da toplumsaldır ve diğer kurumlarla aynı düzlemi paylaşması nedeniyle karşılıklı bir ilişki içinde bulunurlar. Bu çerçevede din ve ekonomi de karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler (Kehrer, 72.). Yani dinin her kurumla olduğu gibi ekonomi ile de yakın bir ilgisi, içten bir bağlantısı vardır.
Dinin ekonomi üzerindeki etkisi güdüleyici bir ahlak sistemi üzerinde toplanabilir. Gerçekten de ekonominin arz ve talep dengesi gibi en temel yasaları, din kökenli bir etik (ahlaki) düzlemde olup biterler.
Bu ilişkinin önemli görünümlerinden birisi dinin ekonomi için bir tutum ahlakı oluşmasına katkısıdır. Esasen dinin her türlü eylemi motive eden bir yönlendiriciliği vardır. Ekonomiyi öncelikle ilgilendiren dini motivasyonların başında tutum ahlakı gelmektedir. Belirtildiği üzere tutum ekonominin temel özelliklerinden birisidir. Ancak bunun ahlak gibi içsel bir olguyla pekiştirilmesi gerekmektedir. Burada dine önemli bir görev düşmekte, dinin ahlaki ilkeleri toplumdaki ekonomik şartlarla birleşerek bir tutum ahlakı oluşturmaktadır. Weber bunu Protestan hareket üzerinde gayet açık bir biçimde göstermiştir. Gerçekten de dünyevi çabanın meşrulaştırılması ekonominin önemli itici güçlerinden birisidir.
Bu açıklamada Weber’in anahtar sözcüğü “tutum ahlakı” dır. Weber’e göre modern kültürün biricik ekonomik modeli olan kapitalizm dinin Protestan yorumu olan, Allah için çok çalışma ama israf etmeme ilkeleri arasında toplanan servet ile doğmuştur. Yine ona göre ekonomik hayat için anahtar olgulardan meslek kavramı, bir dini yola girmek anlamı taşıyan sülûk etmekten gelmektedir (Kehrer, 74).
Kalvinizmin dünyaya yönelik zahitlik kavramı, Lutherizmin meslek ahlakı, din ekonomi ilişkisini açıklayan dikkat çekici tezlerdir. Batı toplumlarına özgülük tartışmalarını bir tarafa bırakarak diyebiliriz ki şöyle ya da böyle üretim, tüketim ve dağıtım kalıplarının belirlenmesinde dinin önemli bir yeri vardır. Dünyaya daha fazla dalmayı teşvik de sakındırma da aynı düzlemde dinî bir etki olarak değerlendirilebilir.
Weber her ne kadar söz konusu tutum ahlakını büyük çapta Protestanlığa has kılmak isterse de özellikle bütün yüksek tipli dinlerin müntesiplerine çalışmayı emredip ekonomik verimi hedeflediklerinde şüphe yoktur. Daha dindarca bir hayat için dünyadan el etek çekmeyi tavsiye eden dinî tavır genel değil, özel bir din tutumudur.Genelde Weber, dinin ekonomi üzerindeki etki alanını üretim üzerinden göstermeye çalışmıştır. Düşünüre göre din insanların vicdanına seslenerek Allah için daha fazla üretmelerini ve lüzumsuz yerlerde harcayıp israf etmemelerini tavsiye etmiş ve böylece dinlerin genel olarak kabul ettiği dünyaya mesafeli durma ilkesinin dine ters düşmeden aşılmasını sağlamıştır. Bu itici güç, devletlerin tasarruf tedbirleri, çalışma seferberliği, gibi dünyevi tedbirlerle yapamadıklarını gerçekleştirmiştir.
Din, ekonomi ve toplum ilişkileri için yararlı bir kitap olarak Sosyoloji Yazıları adlı kitaba bakabilirsiniz. (Max Weber, çev. Taha Parla. İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1986)
islam’da da üretim başta olmak üzere tüm ekonomik faaliyetleri özendiren ayet ve hadis vardır, “insan için ancak çalışmasının karşılığı vardır” ayeti, “Hiç ölmeye- cekmiş gibi dünya, hemen yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış” hadisi bunlardan sadece iki örnektir.
Dinin ekonomik tüketim kalıpları üzerinde de önemli bir etkisi vardır. Dünden bugüne insanlar hemen her şeyi her yerde tüketmemektedirler. Daha sade bir anlatımla insan eline geçen her şeyi yiyip içmemekte, inandığı belli ilkeleri göz önünde bulundurmaktadır. Mesela islam ve Yahudilikte domuz eti yenmemekte, islam’da içki yasağı bulunmaktadır. Buna karşılık Hristiyanlığın komünyon ayininde şaraba ekmek batırıp yenilmesi bir ibadet sayılmaktadır.
Şüphesiz din, ekonominin dağıtım ve paylaşma alanında da önemli bir etkiye sahiptir. Öyle ki yüksek tipli dinlerin hemen hepsinde, oranları farklı olmakla birlikte din mensubunun elindeki mali imkânlardan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermesi bir ibadet olarak emredilmektedir. Bunun en açık örneklerini islam’da bulabiliriz. Ölçütleri belli zekât ve fitre ile her zaman ve ihtiyaç görülen her yerde vicdanın dışında bir ölçüye bağlı olmaksızın sırf Allah rızası için verilen sadaka ve in- fak burada birer örnek olarak hatırlanabilir.
Dinin ekonomi üzerinde bir etkisi olduğu gibi ekonominin de din üzerinde bir etkisi vardır. Yüksek tipli dinlerde bile, dinin geldiği toplumun ekonomik şartları, emredilen ahlak yasalarında kendini göstermiştir. Tarım ve hayvancılıkla geçinen toplumlarda toprak işlemenin önemi ve hayvan sevgisi vurgulanmış; Yahudilikte göçebe dönemlerinde gelen buyruklarla yerleşik hayata intibak eden buyruklar farklı olmuştur.
islam, Mekke döneminde öncelikle bir zengin tüccar aristokrasiyi muhatap aldığı için, inen ayetler, konuları kâr-zarar gibi ticari kavramlarla işlemiştir. Yani bu yüksek tipli dinlerde sistem kaynak itibarıyla ekonomik ögelere indirgenemezse de ekonomik şartlar, mesajın örneklendirilmesinde belirgin bir etkiye sahip olmuştur. Yukarıda ele alınan ve dinin katkısıyla oluştuğu kabul edilen tutum ahlakında dinin katkısı yanında ekonomik şartların payı az değildir. Weber’in Hristiyanlık tarafından oluşturulduğunu düşündüğü tutum ahlakı, Protestanlık dinî hareketinin etkisinde oluşmuş bir tavır olduğu kadar aynı zamanda 15. yüzyıl sonrasında Avrupa’da yaşanan sömürgecilik, feodalizmin sarsılması ve toprak düzeninin değişmesi gibi ekonomik şart ve imkânların da bir ürünüdür. Bu da ekonomin din üzerindeki etkisi demektir. Yani burada da ilişki tek yönlü değil, karşılıklıdır.
Yağmur duasından hasat törenlerine kadar ekonomiye yönelik pek çok eylem bir dinî ayin olarak yerine getirilegelmiştir. Ünlü antropolog B. Malinowski’nin ifadesiyle dünden bugüne insan tarafından bütünüyle kontrol edilmesi mümkün olmayan bu evrende istikrar riski hep vardır ve dolayısıyla rasyonel verimsellik kadar törensellik de önem taşıya gelmiştir. Bu da genel olarak fiziki sınırların üstünde bir güce işaret eden dinin kapsamı içinde olup bitmektedir. Yalnız bu törenler
sadece olumsuzluklar karşısında bir baş eğişi ifade etmemektedir. Verimli hasat dönemlerinde de şükür törenleri yapılagelmiştir. Yani pozitivizmin iddia ettiği gibi dinî ayinler hayatın başlangıçlarmdaki insanın bilgisizliği ve acziyeti üzerine otur- mamakta daha yüksek bir anlam taşımaktadır.
Esasen ekonomi alanındaki dinî eylemlerin önemli bir kısmı toplumsal çözülmeye karşı ciddi tedbirleri içerir. İslam’daki zekât gibi paylaşım ilkeleri birliği sağlarken israf yasağı sosyal çözülmeye karşı bir tedbirdir
.