Sosyologlar

Ziya Gökalp Sosyolojisi Hayatı ve Fikirleri

 

23 Mart 1876’da Diyarbakır’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Diyarbakır’da yaptı. 1896’da yüksek öğrenim yapmak amacıyla İstanbul’a gitti. Burada Baytar Mektebi’ne kaydoldu. Padişah Abdülhamit aleyhtarı çeşitli olaylara karıştı. Ayasofya camiinde bildiri dağıtırken yakalanıp gözaltına alındı. Bu nedenle okuldan atıldı.1900 yılında on ay hapiste kaldı. Hapisten çıktıktan sonra Diyarbakır’a sürüldü. Fakat orada da gözaltına alındı. 

1908’den sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişki kurdu ve Diyarbakır’da adı geçen cemiyetin şubesini kurdu. 31 Mart olaylarından sonra tekrar İstanbul’a geldi. Daha sonra “öğretim müfettişi” olarak Diyarbakır’a atanır. Bir müddet sonra Selanik’e geçer ve burada dergilerde yazılar yazar. Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a gelir. İstanbul Dârü’l-Fununu’nun eğitim faaliyetlerine katılır. Dârü’l-Funun’da sosyoloji dersleri okutur ve dünyanın ikinci sosyoloji bölümünü kurar. 30 Ocak 1919 da İstanbul’un işgali sırasında Malta adasına sürülür. İki buçuk yıl sürgün hayatından sonra 1921 yılında vatana döner. Bir süre Ankara’da kalır. Sonra Diyarbakır’a gitmeye karar verir. 1923 yılı seçimlerinde Diyarbakır’dan milletvekili seçilir. Hastalığında İstanbul’a gelir ve Fransız hastahanesinde 25 Ekim 1924 de vefat eder.

 

Türk sosyolojisinde millici ve uyuşmacı modelin ilk temsilcisi Ziya Gökalp’tir. Gökalp aynı zamanda ilk Türk sosyoloğudur. Sosyoloji onun vasıtası ve gayretleri ile Türkiye’ye girmiştir. Başlangıçta sosyolojisini Emile Durkheim’dan ve psikolojisini de Gabriell Tarde’den almıştır. Bu özelliği ile o mukallitler arasında yer alır. Ancak Gökalp’in düşünce kaynakları arasında yalnız bu ikisi yoktur. Onun mücerret dini bilgisi yanında, Gazali, İbn Sina, Farabi, İbn Rüşt gibi büyük İslam filozofları, İbn Arabi, Celaleddin Rumi (Mevlana) gibi mutasavvıfların eserlerini okuduğunu, Aşık Garip, Şah İsmail, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa’nın, Tekin Alp, Yusuf Akçura gibi milli şair ve düşünürlerin etkisinde kaldığını biliyoruz.  Bütün bu üçlü kültür müktesebatı ile “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” sentezini oluşturduğu sonucuna varıyoruz. 

Gökalp’in bu üçlemesi aslında sosyoloji öncesi Türk düşünürlerinin Osmanlı devleti için öne sürdükleri ve ortaya çıkan düşünce akımlarının bir sentezi mahiyetindedir. Daha önce sunulan Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük reçeteleri imparotorluk bünyesi için tedavi metotlarını içermekteydi. Halbuki Türk Milli Mücadelesi ve onun sonucunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti milli hudutlar içerisinde bir Türk devletiydi ve bu yeni devlet de milli bir toplumdan kaynaklanmalıydı. 

Gökalp’a göre içtimai tekâmülün son aşaması millettir. O, milleti “aynı dili konuşan, aynı terbiyeyi gören ve aynı dinî, ahlakî, bediî mefkûrelere bağlanan insanların meydana getirdiği cemiyet”  olarak tanımlar. Bu teşrîî milletten farklıdır. Teşrîî millet harsi millete geçiş aşamasıdır. Fakat henüz hiçbir toplum harsi millet aşamasına geçememiştir.  Gökalp harsi milleti yalnızca bir milli şuur olarak görmüyor. Ona göre bir milletin harsi millet olabilmesi için mutlaka din, ahlak, hukuk, güzel sanatlar, dil, iktisat, bilim ve fenden oluşmuş gelenekler ve bunların temsilcisi bir elit insanlar grubunun varlığı gereklidir.  O ırk, din ve çağdaşlık olgularına sosyolojik anlamlar yüklüyor. Gökalp’e göre, bir ırktan doğmak, bir dine mensup olmak, 20. yüzyılda yaşamak yeterli değildir. Ona göre harsi millet, mensubu bulunduğu ırkın, dinin ve çağın değerlerini benimseyen ve hayat uslubu haline getiren millettir.   Bu özelliği ile o, karşımıza bir kültür milliyetçisi olarak çıkmaktadır.

Gökalp hemen hemen bütün sistemini milli şuurun yaratılmasına adamış, bunun için de “mefkûre” (ideal-ülkü) dediği kavramı geliştirmiştir. Ona göre mefkûre fertleri toplum şuuru etrafında birleştiren güçtür. Onun ifadeleriyle “mefkûre hissi kesafet kazanan ma’şeri fikirlerdir. Fert yoğun bir içtimai şuur içinde yaşayarak beşer seviyesinden insan seviyesine yükselir. Ferdin beşer yapısı, insanın karışık maddi yapısından, yani hayvani ve şehevi varlığından ibarettir. Fert bu maddi amiller zincirinden koparak, kucağında yaşadığı cemiyetin üyeleriyle mefkûrelere uygun düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenince şahsiyet olur. “Bu nedenle Gökalp terminolojisinde “şahsiyet, cemiyetin şuurunda mevcut ve ferdin şuuruna akseden düşünce ve hislerin, kısaca ülkülerin bütünüdür.” Eğitimin amacı da ülkücü nesiller yetiştirmektir. 

Gökalp terminolojisinde birbiriyle ilişkili iki önemli unsur “İslamlaşmak” ve “Muasırlaşmak” kavramları ile ifade edilmektedir. Bu iki kavram da “hars” ve “medeniyet” olguları ile yakından ilişkilidir. Ona göre “Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet mutlaka beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şekiller vardır ki, bunlara “hars”  adı verilir.”  Maddeler halinde sıralarsak:

 

 Medeniyet bir milletten başka bir millete geçebilir, fakat hars geçe-mez.

 Bir millet medeniyetini değiştirebilir, fakat harsini değiştiremez.

 Medeniyet usul ve akıl vasıtasıyla yapılır.

 Hars ilham ve sezgi vasıtlarıyla yapılır.

 Medeniyet iktisadi, dini, hukuki, ahlakı daha birçok fikirlerin mec-muu (toplamı)dur.

 Hars dini, ahlaki, bedii duyguların mecmuu (toplamı)dur.

 

Dikkat edilecek olursa Gökalp medeniyetin temelinde akıl ve ilmin, harsın temelinde ise duyguların olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda din bir yandan medeniyet dâhilinde, diğer yandan ise hars içerisinde yer almaktadır. Ona göre bir millet din değiştirmeden medeniyet dairesini de-ğiştirebilir. Mesela “Türk kavmi iki kere medeniyet dairesini değiştirdi: İslamiyet’i kabulden önce “Aksa-yı Şark medeniyeti” (Uzak Doğu medeni-yeti) dairesine mensuptu. İslam olduktan sonra,”Şark medeniyeti” dairesine girdi. Geçen asırdan beri de üçüncü bir daireye “Garb medeniyeti”ne gir-meye çalışıyoruz.” 

Gökalp’a göre “Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak” arasında bir çelişki yoktur.” Türkleşmek, İslamlaşmak mefkûreleri arasında bir taarruz olmadığı gibi, bunlarla muasırlaşmak ihtiyacı arasında da bir taarruz mevcut değildir.” O halde her birinin nüfuz dairelerini tayin ederek bu üç gayenin üçünü de kabul etmeliyiz; daha doğrusu bunların bir ihtiyacın üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğunu anlayarak “muasır bir İslam Türklüğü” ibda etmeliyiz.” 

Model Türk toplumu olunca Gökalp bunların bileşimine Türkleşmek adını veriyor. Gökalp’ın bu teorisi harsi millet meydana getirmek isteyen bütün toplumlar için geçerlidir. Zira ona göre İslam ümmeti İslam milletlerinin ayrı ayrı hükmi şahsiyetler olarak bir bütünüdür.

Gökalp’in Mustafa Kemal Atatürk’e fikirleri ile etki ettiğini biliyo-ruz.  Bu yalnızca bir etkileşmeden ibarettir ve Atatürk’ün Gökalp’in siste-mini aynen benimsediği ve uyguladığı anlamına gelmez. Zira Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurum ve yapıları Ziya Gökalp’in 24 Kasım l924’te vefatından sonra oluşmuştur.