- Sosyal Olay Ne Demektir ?
Sosyal hayatın gerçekliği en azından iki yada daha çok insanın şuurlu karşılıklı ilişkilerine dayandığına göre, sosyal olayların ilk vasfı, onların ferdî olayların karşıtı olmalarında toplanmaktadır. Başka bir deyişle sosyoloji, ancak toplum hayatı yaşıyan insanı kendine konu edinmektedir.
Sosyolojinin hareket noktası tek başına yaşayan fert değil, tersine toplu halde yaşayan insanların oluşturduğu toplum ve onların karşılıklı etkileşimidir. İnsanların duyuş, düşünüş ve davranışlarındaki birlik ve beraberlik sosyal olayları doğrur. Toplumun varlık ve hayatını sağlayan da budur. Sosyal olay tek bir kişi tarafından yapılmış olsa bile, o bir kişi, bunu çevresinde bulmuş, başkalarından almıştır. Böyle yapmakla fert, çeşitli derecelerde hareket serbestliğini engelleyen bir kurala uymaktadır. Kişisel bir buluş kendiliğinden toplumsal değildir. Ancak tekrarlama ile toplumsal bir renk alır. Bunun bir sonucu olarak da, toplumsal olaylar genelleşmiş, bir çok kimselerle paylaşılmış ortaklaşa duyuş, düşünüş ve davranışlardır. Bu anlamda, meselâ aynı biçimde giyinmek, aynı işleri yapmak, aynı şeylerden hoşlanmak veya hoşlanmamak hep toplumsal olaylardır.
Toplumsal olayların mümeyyiz vasıflarından biri de olanların kendilerini kabule ve kendilerine uymaya zorlayıcılık özelliklerinde toplanmaktadır. Bir davranış modeline, bir kurala uyup uymama konusunda kullandığımız “sosyal baskı” tabiri toplumsal olayların bu zorlayıcı özelliğini gayet güzel bir şekilde dile getirmektedir. Hattâ, Fransız sosyoloğu E. Durkheim, toplumsal olayların özünde bu “baskı”yı görmektedir. Mamafih, bir başka Fransız düşünür olan G. Tarde, “iaklid”in toplumsalı doğurduğunu düşünmekte; bu bakımdan, onların aralarında kayda değer bir görüş ayrılığı bulunmaktadır.
Öte yandan, toplumdaki genel “değişme” özelliğini İçtimaî hadiseler için de aynen ifade etmek gerekir. Hakikaten, her toplum kendine mahsus sosyal vakıaların gelişmesine imkân verdiği gibi, diğer taraftan muayyen bir toplumdaki İçtimaî gerçeklikler de zamanla değişikliğe uğrarlar. Gelenek ve görenekler, ahlâkî kâideler, kanunlar ve değer ölçülerindeki değişmeler bunun dikkate değer örneklerindendir.
Toplumsal olayların bir başka önemli vasfı da, onların sayılabilir olmalarında toplanmaktadır. Yani onlar sayıca arttırılmaya elverişli olduklarından “istatistik” türündedirler. Ne kadar çok tekrarlanırlarsa o kadar kesinlikle ortaklaşa yaşayışa uydukları ortaya çıkar. Bu, Büyük Sayılar Kanunu’nun işe karışabildiği nisbette toplumsallık veya ortaklaşa yaşama niteliği vardır demektir. Bu bakımdan sosyolojide is- tatisliğin yeri büyüktür.
Bununla birlikte, “sosyal” tabiri, basit bir şekilde “ferdî” nin zıd- dım da ifade etmemektedir. Herhangi bir olay, bir tek ferdi ilgilendirmesi sebebiyle tamamen bireysel bir mahiyet taşıyabilir. Ancak, hemen işaret etmek gerekir ki, aynı zamanda o olayın sosyal yönleri de bulunabilir. Meselâ, bir kişinin ibadet etmesi tamamen ferdî bir hadisedir. Lâkin, bu ferdî hadisenin sosyal tarafları da, ister istemez mevcuttur.
Öte yandan, “sosyal” tabiri, basit bir biçimde kollektif veya genelin karşılığını da anlatmamaktadır. Çünkü, hatırlamak, düşünmek, nefes almak, sindirim, vs. pek çok ortaklaşa veya genel olaylar vardır ki, bunlar psişik veya fizyolojik karakterlidirler. Bu bakımdan, sosyal olayları, bir toplumda ortaya çıkan, ancak muhtevaları bakımından – gerçi onları toplum dışı başka faktörlere bağlayanlar da mevcutsa da- aslında biyolojik, psikolojik, mekânik, fizyolojik, vb. türden başka olaylara indirgenmesi mümkün olmayan genel ve kolektif hadiseler şeklinde tarif etmek mümkündür.
Öte yandan, “sosyal” kelimesi ile ifade edilen şeyi, muhtevası bakımından başka herhangi daha temel olaya irca etmek mümkün değilse de, şekli (form) itibariyle onu, belli yapı tipleri, belli “toplumsallık” (sociabilite) formları ve belli sosyal özlere indirgeme eğilimleri mevcuttur