KADER
Kelimeolarak ölçmek,
düzenlemek, takdir etmek, hüküm ve kaza anlamlarını taşıyan kader, dini bir
terim olarak, Allah’ın her şeyi vakti gelince ezelî ilmine ve iradesine uygun
bir şekilde icad etmesidir. Bunun yamsıra kelam kitaplarında kader, Allah’ın
iradesinin belirlenmiş vakitlerde eşyaya taalluk etmesi, mümkinatın yokluktan
varlık sahasına birer birer kazasına uygun olarak çıkması şeklinde de tanımlanmıştır.
Kader terimi ve onunla
doğrudan ilgili olan ‘kaza’ terimi arasındaki fark, kazanın bütün mümkinatın
‘levh-i mahfuz’da toplu olarak bulunması; kaderin ise mümkinatın şartları oluştuktan
sonra arketip-lerde (ayan-ı sabitede) dağınık bir şekilde bulunmasıdır.
Yukarıdaki tanımlar
Eşarilerin kader anlayışlarını yansıtır. Maturidilere göre ise kader, Allah’ın
ezelden ebede dek olmuş veya olacak şeylerin zamanını, mekanını, sıfatlarını,
ezelde bilip ona göre belirlemesidir. Yani kader, Eşarilere göre Allah’ın
kudret, Maturidilere göre ise ilim ve İrade sıfatlarına yöneliktir. Kaza ise
Eşarilere göre Allah’ın ilim ve irade sıfatlarına, Maturidilere göre ise
tekvin sıfatına yöneliktir.
Aslında kaza ve kader
meselesindeki ihtilaf temelde, fiillerin yaratıcıları insanlar mıdır, yoksa
Allah mıdır, şeklindeki ihtilaftan doğmuştur.
Kader meselesi insanın
içinde bulunduğu durumu seçme ve o durumda bulunmadaki şahsi payı, Allah’ın
kendisine yüklediği yükümlülükler karşısındaki konumu, kısacası hayata verdiği
anlamla ilgili olduğu için, hemen her din ve inanışta insanın zihnini meşgul
eden bir problem olagelmiştir. Kader meselesinin İslam’dan önce de Araplar
arasında tartışma konusu edildiğini Kur’an’dan öğreniyoruz. (En’am 148). Bu
mesele İslamiyetten sonra da önemini kaybetmemiş, kelamî münakaşaların önemli
bir kısmı irade, fiillerin yaratılması ve kader konusu etrafında cereyan
etmiştir.
Ashab döneminde
Hz.Muhammed’in (s.) sakındırmaları ve ikazları neticesinde, akaide taalluk
eden meselelerde özellikle kader üzerinde fikrî tartışmaya girmekten uzak
duran müslümanlar, sadece O’nun kaderine, hayrın da şerrin de O’n-dan olduğuna
inanmışlardı. Fakat yabancı din ve İnanış mensublarıyla temasların artması
neticesinde sonraki devirlerde kader meselesinin yaygın bir şekilde tartışıldığını
ve zorunluluk (cebir) ve özgürlük (ihtiyar) istikametlerinde gruplaşmaların
teşekkül ettiğini, hatta her iki uç noktadan da uzak kalarak itidal üzere
olmayı tercih edenlerin dahi farklı yaklaşımlarda bulunduğu görülür. Bu
gruplaşmaların özellikle Emevi devrinde yaygınlık kazanması ve o devrin siyasi
yapısı meseleye farklı bir boyut da kazandırmaktadır.
Kader meselesinde
farklı ekoller Kur’an’dan deliller getirerek iddialarını desteklemişlerdir.
Gerçekten de bazı ayetler Kaderiyye’nin kabul ettiği şekilde, insanın
fillerinde hür ve özerk olduğuna, bazı ayetler zorunluluğa delalet etmekte,
yani insanın fiil ve hareketlerinde bağımsız olmadığım ifade etmektedir. Her
iki grup ayetten birine diğerinden sarf-ı nazar edilerek yaklaşılmış ve
neticede Kur’an’ın göstermek istediğinden farklı istikametlerde anlayışlar
ortaya çıkmıştır. Hadislerde ise özellikle üzerinde durulan husus, kaderin
ispatı olup insanın fiillerinde hür olduğu hususuna pek temas edilmez. Bu
durumu Peygamberimizin bu meselede asıl tehlikenin, kadere dayanarak
sorumluluğu iptal eden görüşten ziyade, kaderi bütünüyle reddeden bir görüşün
yayılması halinde ortaya çıkabileceğini düşünerek, müslümanlan böyle bir teh-
likeye hazırlamaya
çalışmış olmasıyla izah etmek de mümkündür. Nitekim Ceb-riyye mezhebi aynı
devirde ortaya çıkan Kaderiyye kadar yaygınlık kazanmamıştır.
Yekta SARAÇ Bk. İrade;
Kaderiyye.