Sosyoloji

Ian McEwan – Cumartesi

Ian McEwan – Cumartesi

15 Şubat 2003, İngilizler için önemli bir gün çünkü, ülke tarihindeki en büyük protesto gösterilerinden biri yaşanıyor, Irak’ın işgaline karşı bir araya gelmiş olan çok sayıda savaş karşıtı gösterici bu tarihte başkent Londra’da toplanıp, gösteri yapıyor.
Ian McEwan, Cumartesi isimli romanında, 15 Şubat 2003 günü (Cumartesi günüdür) bir sinir cerrahının yaşadıklarını işliyor.
Romanın alt katmanlarını; 11 Eylül sendromu, terör ve savaş olarak sıralayalım.
Romanın baş karakteri Henry Perowne, branşında saygın ve başarılı bir sinir/beyin cerrahıdır. Sakin ve serin kanlı biridir Perowne; önemsemiyor, paniğe kapılmıyor, şaşkınlık geçirmiyor ve de düşlerle pek ilgilenmez, kızı Daisy’nin öneri ve yönlendirmeleriyle edebiyat eksiklerini telafi etmektedir(Daisy, şiirlerini kitaplaştırmış genç bir şairdir); Flaubert ve Tolstoy’un romanları hakkında fikir alış verişlerine tanık oluruz romanın ilerleyen bölümlerinde.
Romanın yazım sürecinde bir hastenede sinir cerrahisi hakkında araştırmalar yapmış olan McEwan, edindiği bilgi ve gözlemlerle karakterinin meslek yaşamını anlatırken, aşırıya kaçmadan, okuyucularına teknik bilgiler vermekten geri kalmıyor.
İyi bir iş, saygın bir kariyer, ev ve arabası olan Perowne, mutlu ailesiyle birlikte sosyo-ekonomik açıdan refah içindedir. McEwan, terör konulu romanında, karakterlerin “endişe”sini anlatırken(aynı endişeyi okuyucuya da hissettirmek için) inandırıcılığı arttırmak amacıyla nisbeten mutlu bir aileyi konu edinmiş.
Henry Perowne, cumartesi gününe çok erken saatte başlar; uykusu kaçmıştır. Pencere kenarında dururken gökyüzünde, alev almış/yanmakta olan bir uçağın yavaş yavaş alçalmakta olduğunu fark eder. Bu uçak sahnesinden itibaren yazar, terör düşüncesini işlemeye başlar; sinir cerrahının aklına gelen ilk olasılık, terör saldırısıdır. 11 Eylül 2001 tarihinden sonra Batı medeniyetinin özel gündemi haline gelen “hayat tarzına saldırı” gerçeği(!) McEwan’ın bu romanıyla birlikte edebiyat kurguları arasında kullanım değeri kazanıyor. İslam karşıtı düşünce ve görüşlerini bildiğimiz McEwan, kahramanın düşüncelerini İslam kaynaklı teröre odaklamıyor. McEwan, kendini politize ederek değerden düşürmüyor, “iyi bir romancı” olarak kalmaya devam ediyor.
Uykusu kaçmış olan Henry Perowne, haber başlıklarını takip edip, düşmekte olan uçağın motoru alev almış bir kargo uçağı olduğunu öğrenir, bu iyi bir haberdir zira terör saldırısı olma olasılığı Henry’nin kafasını fazlasıyla meşgul etmişti. Karısının(Rosalind) yanına dönen Henry, eşiyle sevişerek gerilimini üzerinden atar ve planlanmış günlük programını uygulamak üzere dışarıya çıkar. Cumartesi programında ilk olarak, yakın bir arkadaşıyla squash maçı yapmak vardır.
Şehir merkezi, göstericiler nedeniyle çok kalabalıktır, belli yollar göstericilerle ayrıldığı için ara sokakları kullanan Henry Perowne, yol boyunca terör ve terörün tehdir ettiği hayatlar üzerine düşünmektedir.
Romanın ilk sayfalarında anlatılan düşmekte olan uçak, kara bir gölge gibi romanın/günün tamamına yayılmıştır. Romanın yazım tekniğine dikkatlice bakıp; terör konusunu kabul edilebilir şekilde romanın içinde gündemde tutması, olay örgüsünü asıl temanın etrafında ustalıkla işlemesi bakımından McEwan’ı çok başarılı bulduğumuzu söyleyelim.
Romanın esas olayı burada başlıyor; Henry Perowne, şehir merkezinde küçük bir kaza geçiriyor. İçerisinde üç kişi bulunan bir otomobille çarpışıyor (hatalı olan Henry değil). Henry’nin arabasına çarpanlar onu soymaya çalışıyorlar. Saldırganlardan birinin hareketlerini inceleyen Henry, saldırganın mimiklerinde ve hareketerinde Huntington hastalığının belirtilerini tanımakta gecikmiyor. Kendisini soymaya çalışan Baxter’a hastalığının farkında olup olmadığını soruyor, Baxter’ın kafasını karıştırıyor. Dikkati dağılan saldırgan, soygundan vazgeçip Henry’yi bırakıyor.
Henry, uğradığı saldırıyla zihnini meşgul eder ancak yine de squash maçına gitmekten vazgeçmez. Sıkı bir maç yapar.
Maçtan sonra akşam yemeği için balık satın alır ve huzurevindeki annesini ziyarete gider. Annesinin yanından ayrılıp eve döner, yemek için hazırlıklar yapar. Akşam yemeği önemli; iki çocuğu ve kayınpederiyle birlikte bir arada bir yemek planlamışlardır.
Akşam yemeğinden önce kızı Daisy ile Irak savaşı odaklı fikir teatisinde bulunur. Terör, savaş modern dünyanın için boş hayatlarla dolu bireyleri hakkında devam eder bu sohbet/tartışma.
Romanın son dakika gölü burada geliyor; yemekten önce Baxter sahne alır; elinde bir bıçakla salonda belirir. Diğer bir arkadaşı da yanındadır.
Kayınpeder, Baxter’a, haklı olarak hakaret edince, yüzüne bir yumruk yer. Saldırganlar göründükleri kadar tehlikelidirler. Salon dolusu gerilim, Baxter’ın Daisy’nin soyunmasını istemesiyle tavan yapar. Giysilerini çıkaran Daisy çırılçıplak kalır. Durumu daha da karmaşık hale getiren, Daisy’nin gebe olmasıdır; kimsenin haberi yoktur kızın hamileliğinden, ancak Baxter yüzünden giysilerini çıkardıktan sonra karnındaki şişkinliği gören Hanry, kızının dört aylık hamile olduğunu düşünür (tahmininde yanılmaz).
Daisy soyunduktan sonra onunla konuşmaya devam eden Baxter, şiir yazdığını öğrendiği Daisy’den kendisine şiir okumasını ister.
Daisy, Matthew Arnold’ın bir şiirini okur. Ne olduysa; Baxter şiirden çok etkilenir. Baxter’ın dikkati dağılmışken Hanry şansını dener; Huntington hastalığının tedavisine yardımcı olabilecek bazı yeni tedavi yöntemleriyle ilgilendiğini ve hatta odasında bu yeni çalışmalarla ilgili raporlar olduğunu/bulunduğunu söyler. Baxter, sözü edilen raporları görmek ister, ikisi birlikte üst kata çıkarlar. Aşağıda yalnız kalan arkadaşı Baxter’ı terk eder, evden çıkıp gider.
Çarpılan kapının sesini duyan Baxter, alt kata dönmek ister, merdivenlerde Theo ile karşılaşır. Baxter merdivenlerden yuvarlanıp başını çarpar. Bilincini kaybeder. Saldırgan etkisiz hale gelir böylece.
Baxter hastaneye götürülür. Beyin hasarının tedavisi nedeniyle Henry acil servise çağrılır. Baxter’ın tedavisini/ameliyetını yapar ve evine geri döner. Bu çok uzun sürmüş olan günü karısıyla sevişerek tamamlar.
‘Cumartesi’, 11 Eylül romanları arasında sayılabilir, ne kadar kusursuz görünüyorsa da hayatın kırılganlığını hatırlatıyor okuyuculara.

Güvenlikli bir mesafeden seyredilen felaket. (s. 22)
Tanrıyı inkâr etmek bile manevi bir icraattır. (s. 23)
Hayat, hayat kurtarmaktan öte bir şey olmalı. (s. 33)
İdeal İslam devletinde, katı Şeriat yasaları altında, cerrahlara epey iş düşer. (s. 39)
Radikal İslamcılar nihilist sayılmazlar –onlar dünya üzerinde kusursuz bir toplum istiyorlar ki bu da İslam’dır. Bu insanlar lanetlenmiş bir geleneğe aitler.
…ütopyanın peşinden gidilirse sonunda her türlü aşırılığa izin verilir.
Eğer sonunda herkes sonsuza dek mutlu olacaksa şimdi bir ya da iki milyonu katletmek neden cinayet sayılsın ki? (s. 39)
Ne kadar büyük düşünürsen o kadar saçma görünür. (s. 40)
İstatistiksel olasılıklarla gerçekler aynı şey değildir. (s. 58)
Anımsamada güçlük çekmenin uyuşukluğuna karşı mücadele ederken bile unuttuğunuz şeyin ne olmadığını kesinlikle bilirsiniz. (s. 59)
Tutkuların geniş mekânlara ihtiyacı vardır. (s. 61)
Artık büyük fikirler yok. Dünya, eğer düzelecekse, küçük adımlarla düzelmeli. (s. 75)
Baxter. (s. 88)
İnsanın başarısının ve üstünlüğünün anahtarı, merhametinde seçici olmak. (s. 123)
Televizyon haberlerinin kendisini yerçekimi gibi çektiğini hissetmekte. Zamanımızın bir koşulu bu, dünyamızın ne halde olduğunu duyma ve çoğunluğa, endişe toplumuna katılma dürtüsü.
Herkes korkuyor bundan, ama kolektif düşüncede daha karanlık bir arzu da var, kendi kendini cezalandırmak için duyulan hastalık derecesinde bir arzu ve imansızca bir merak. (s. 169)

Çeviren: İlknur Özdemir
Yapı Kredi Yayınları, Şubat 2007

İlgili Makaleler