FİTNE
Lügat manası altının
ve diğer madenlerin; ateşe atılmak suretiyle, halisini sahtesinden ayırmak,
demektir. Bunun dışında, bir insana düşüncelerinden ve inançlarından ayırmak
için İşkence etmek, denemek, aklım ifsat etmek ve zorbalıkla kalbini
değiştirmeye çalışmak gibi manalara da gelir. İslami ıstılahta: “Allahü
Teala (cc)’dan imtihan için gelen belâ, musibet, azab ve musibet, azab ve buna
benzer nefsin hoşlanmadığı fiilleri ifade ettiği gibi, İnsanların birbirlerine
zulüm etmesine de fitne denilir” şeklinde tarif edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de
“Fitne” kavramı farklı anlamlarda kullanılmıştır. Şimdi bunları
sırasıyla gözden geçirelim.
1- İnsanı
deneme manastndaki fitne: Kur’an-t Kerim’de: “-Her can (nefis) ölümü
tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de, şer ile de, (fitne olarak)
deniyoruz. (Nihayet sonunda) Ancak bize döndürüleceksiniz” (Enbiya; 35)
hükmü beyan buyurulmuştur. Buradaki “Ncblûkûm bi’ş-şerri vc’l hayri
fitne” ibaresi; İnsanın başına gelen (isabet eden) hayrın ve şerrin birer
fitne (birer deneme vasıtası) olduğunu haber vermektedir. İnsana herhangi bir
hayır isabet eder de, şükredemez veya herhangi bir şerre (musibete) muhatap
olur da, sabredcmezse; ruhlar aleminde verdiği mi-sak’a sadtk kalması güçleşir.
İşte bütün İnsanların; sürekli olarak imtihana tabii tutulduğu dünya hayatı,
bu açıdan denemelerle (fitnelerle) doludur. Yine bir başka ayet-i kerime’de:
“İnsanlar (yalnızca) inandık demeleriyle bıra-kılıvereceklerinİ, kendilerinin
imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar? Andolsun, biz onlardan evvelkileri
de imtihan etmişizdir. Allah elbette sadık olanları da bilir, elbette yalancı
olanları da bilir” (Ankebût; 2-3) hükmü beyan buyurulmuştur. bu ayet-i
kerime; iman ettikleri için türlü işkencelere ma’ruz kalan müslü-manlar
hakkında nazil olmuştur. Mekke’deki ‘Tebliğ dönemi’nde”; işkenceler
altında inleyen mü’minlerin, imtihana tabii tutulduğunun bariz bir delilidir.
Aynı mahiyette olan bir başka deneme de; silâhlı mücadelenin (Kıtafin) farz
kılınmasından sonra gündeme girmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey
Mü’minler) Yoksa siz sizden evvel geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete
girivereceğinizi mi sandınız? Onlara Öyle yoksulluk(lar) ve sıkmtı(lar) gelip
çattı ve (çeşitli belâlarla) öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber(leri)
maiyetindeki mü’-minlerle birlikte: “Allahu Teala (cc)’nın yardımı ne
zaman?” diyordu. Gözünüzü açın, Allah’ın yardımı yakındır muhakkak”
(Bakara; 214) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Ta-beri’ye göre bu ayet; Hendek
savağı sırasında mü’minlerin çektikleri zahmet ve sıkıntılar üzerine İnmiştir.
Bir başka rivayete göre;
Uhud savaşında
müslümanlann uğradıkları felâket üzerine nazil olmuştur. İbn-i Abbas (ra)’dan
gelen rivayete göre İse; “Resûl-İ Ekrem (s) ve ashabı Medine’ye hicret
edince, bir çok açıdan zarara uğramışlardır. Çünkü müs-lümanlar; evlerini,
mallarını ve kıymetli eşyalarını kafirlere bırakarak hicret etmişlerdir. İşte
bu ayet; hicret yüzünden uğradıkları sıkıntı ve zararlardan dolayı müslümanları
teselli için inmiştir”. Bu üçüncü rivayet, diğerlerinden daha
kuvvetlidir. Zira Uhud savaşı; Al-i İmran sûre-si’nde, Hendek savaşı ise
“Ahzab” sûresinde anlatılmaktadır. Bu ayetin Bakara sûresinde yer
alması; kendilerinden önce gelen ayetlerle ilgisinden dolayıdır. HzAdem
(as)’den itibaren; tevhid mücadelesine gönül veren insanların tamamı, değişik
fitnelerle (mali sıkıntı, işkence vs) denenmişlerdir. Bu ayette
“Sünne-tûllah’ın mahiyeti” hatırlatılmakta ve hicret sonucu güç duruma
düşen mü’minlere, teselli verilmektedir. Bu aynı zamanda bir müjdedir.
2-Yeryüzünü
Fesada Venne Manasmdaki Fitne: Kur’an-ı Kerim’de: “Sizinle savaşanlarla,
Allah yolunda savaşın. Fakat (haksız yere saldırıp) aşırı gitmeyin. Şüphesiz
ki Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları (size harb açanları) nerede
yakalarsanız öldürün. Onları sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) çıkarın.
Fitne çıkarmak, adam öldürmekten (katilden) beterdir. Onlar Mescid-i Haram
yanında; o mekanda sizinle savaşıncaya kadar, siz kendileriyle savaşmayın.
Fakat (Mescid-i Haram içerisinde) sizi öldürürlerse, siz de onları öldürün. Kafirlerin
cezası böyledir. Bununla beraber, sizinle savaşmaktan vazgeçerlerse, siz de
(bırakın) vazgeçin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayı-cı, hakkı ile
esirgeyicidir. Fitne(den eser) kal-mayıncaya, din de (şunun bunun değil) yalnız
Allah’ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Vazgeçerlerse artık zalimlerden
başkasına hiçbir husumet yoktur” (Bakara; 190-193) hükmü beyan
buyurulmuştur. Burada geçen fitne; yeryüzünde fesad çıkarmak manasınadır.
“Vc’l fit-netû eşeddû mine’1-katl” hükmü; fesadın yayılma ve bütün
insanlığa şamil olma, özelliğine işarettir. Nitekim bir başka ayette “Ve’l
fitne-tû ekberû mine’l kati” (Bakara; 217) buyurul-
muştur.
Yani “fitne;
İnsan öldürmekten (katliamdan) daha büyüktür. Tarih boyunca; yeryüzünü fesada
veren müşriklerin gayretleri birer fitnedir. Enfal Sûresi’nde: “Yeryüzünde
fitneden eser kalmayıncaya ve din tamamiyle Allah’ın oluncaya kadar onlarla
(kafirlerle, müşriklerle, mürtedlerle) savaşınız. Eğer (yeryüzünü fesada
vermekten) vazgeçerlerse, onları bırakın, şüphesiz ki Allah, ne yapacaklarını
hakkı ile görücüdür” buyurulmuştur. Bütün ta-ğuti sistemler; yeryüzünde
fesad çıkarma gay-retindedirler. “Fitne” kelimesi; Allahu Teala
(cc)’ya isyan eden ve yeryüzünde fesadın yayılmasını arzulayan, siyasi
güçlerin mahiyetini ifade için kullanılabilir.
3- İşkence
ve Azab Manasmdaki
Fitne: Kur’an-ı Kerim’de: “Hakikat mü’min erkeklerle, mü’min
kadınları fitneye uğratıp, sonra da tevbe etmeyenler (yok mu?,) Onlar için
cehennem azabı vardır. Onlar İçİnfcir de yangın azabı” (Buruc; 10) hükmü
beyan buyurulmuştur. Mü’minleri hendeklere doldurup akla-hayale gelmedik
işkenceleri uygulayan ve sonunda ateşle yakan kafirlerin (Ashab-ı Uhdud’un)
durumu haber verilmektedir. Bu ayetteki “Fİt-ne”; kafirlerin
işkencesi manasındaır. Bir başka ayet-İ kerime’de: “(Onlara)
“Fitnenizi tadınız. İşte (dünyada) çarçabuk (gelmesini) istediğiniz bu
idi” denilir” (Zariyat; 10) buyurulmuştur. Allahü Teala (cc)’ya
isyan eden; hesap gününü unutarak yeryüzünde fesad çıkaran kafirlerin,
ahirette görecekleri azabın mahiyeti, “Fitne” olarak
isimlendirilmiştir. Dolayısıyla bu ayetteki fitne kelimesi azab manasınadır.
4- İnsanın
kendi kendini aldatması manasın-daki fitne: İslam’a kalben teslim olmayan; buna mukabil
dilleriyle iman ettiklerini ilan
eden münafıkların, ahiretteki durumlarıyla ilgili olarak Allahu Teala (cc) şu
hükümleri İndirmiştir: “(Münafıklar) Onlara (mü’minlere) bağrışırlar:
“Biz sizinle (dünyada) beraber değil miydik?” (Mü’minler)
“Evet” derler (beraberdik) Fakat kendinizi bizzat kendiniz fitneye
uğrattınız (Hep mü’minlerin felâketini) gözettiniz! (İslam dini hakkında)
şüpheye düştünüz!.. Sizi kuruntular (tûl-i emel, çok yaşama sevdası) aldattı!..
Sizi o çok aldatan (Şeytan, Tağut, dünya) Allah’a karşı bile aldattı. Nihayet
işte Allahu Teala (cc)’nm emri gelip çattı” (Hadid; 14). Burada geçen
“Velâkin-nekûm fetentüm enfûseküm” hükmü; insanın kendi kendini
fitneye uğratmasının mümkün olduğunu haber vermektedir. İnsanın kendini aldatması
İçin bir çok vesile ortaya çıkabilir. Nitekim bir başka ayet-i kerime’de:
“Bilin ki; mallarınız da, evlâdlannız da, ancak birer fitnedir. (Asıl)
Büyük mükâfat ise şüphesiz ki Allah katındadır” (Enfal; 28) hükmü beyan
buyu-rulmuştur. İnsanın; İslami hududlan tahrip edecek derecede, makama, mala
ve evlada düşkünülğü, başh-başına bir fitnedir. Çünkü bu gayr-i meşru sevgiler;
İnsanın, kendi kendini fitneye düşrümesiyle vesile olabilir.
5- Mü’minleıin
bİrbitieritıe düşmesimcmasın-dakijîtne: (Fırkaiaıu ayntma): Mü’minler için en
tehlikeli (ve en acı olan) fitne; kendi içlerinden çıkan İslami nassları
heveslerine göre tevil edenlerin faaliyetleridir. Mü’minlerin bey’atla, gayr-i
müslimlerin zimmet akdi ite bağlandığı ve İslami hükümlerin galip olduğu Darû’l
İslâm’ı tahrip gayreti!.. Emevi Kralı Yezid’le birlikte başlayan ve mü’minlerin
siyasi haklarına el koyan; zalim yönetimlerin işlediği cinayetler, en
tehlikeli fitnedir. Kur’an-ı Kerim’de “Bir de öyle bir fitneden sakının
ki, o (fitne) içinizden yalnız zulmedenlere çatmaz (bütün insanlığa sirayet
eder ve mü’min-leri perişan eder) Hem bilin ki Allah, şüphesiz azabı çetin
olandır” (Enfal; 25) hükmü beyan buyur ulmuşt ur. Kadı Beyzâvî: “Bu
ayette, sakınılması emredilen fitneden maksad, neticesi bütün insanlığa
sirayet eden günahlardır. Gayr-i meşru İşlerin yayılması, mü’minlerin
vahdetinin parçalanması, bid’at ve hurafelerin zuhuru gibi!,. İyiliklerin
emredilmesİ ve kötülüklerin yasaklanması durur, mü’minler ci-had hususunda
tembelliğe düşerlerse, bu fitne derhal ortaya çıkar” diyerek, önemli bir
mahiyete işaret eder.
Muteber hadis
mecmualarında; “Kitabu’l-Fİ-ten” veya “Babu’l-Fİten”
başlığını taşıyan tfb-lümlere dikkat ettiğimiz zaman, çevremizin fit-
nelerle dolu olduğnuu
kavrarız. Dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi bağlanmak bir fitnedir. Küfrün galip
geldiği; Tağuti güçlerin insanları horve hakir kıldığı toplumlarda, onlarla
uzlaşmayı esas alan her türlü düşünce bir fitnedir. Deccal fitnesi, Kabir
fitnesi ve Bel’am fitnesi; nasslarla haber verilmiştir. Allahu Teala fitnenin
her türlüsü ile insanları imtihana tabii tutar. Kimin gerçekten İslâm’a bağlı
kaldığını; kimin fitneler kanşsında zaafa uğrayıp, imtihanı kaybettiğini
tesbit kolay değildir.
Sonuç olarak; Allahu
Teala’nm indirdiği hükümlerle doğruların geçerli olmadığı bütün toplumlarda;
küfür, fesad ve tuğyan, siyasi iktidar durumuna gelmiş demektir. Bu vasıftaki
bütün toplumlarda cihad; akil-baliğ olmuş her mü’min üzerine farz olan bir
ibadettir. Kim ci-had’dan uzak kalırsa; bizzat kendi kendini aldatma
manasındaki, fitne’nİn içine düşer!.. Günümüzdeki en büyük fitne; Allahu
Te-ala’ya isyan eden güçlerin karşısında zaaf alameti belirterek, onlarla
cihad etmekten uzaklaşmak ve boyun eğmektir. Mü’minler; fitne’-lerin birer
imtihan vesilesi olduğunu bilmeli ve meşru hududlara riayet hususunda gayretli
olmalıdırlar.
Hüsnü AKTAŞ FİYAT
Fiyat, paha, kıymet,
değer, semen, bedel anlamına gelir. Bir mal veya hizmetin elde edilebilmesi
için yapılması gereken ödeme, verilmesi gereken miktarıdır. Bir mal veya hizmetin
bir biriminin mübadele değerinin para cinsinden ifadesidir. Veya bir mal veya
hizmetin diğer mal veya hizmetlerle mübadele edildiği nisbettir. Örneğin satın
alınan bir çift ayakkabı karşılığında ödenen para miktarı ayakkabının; 1
metre kumaş için yapılan ödeme kumaşın; saç kestirme veya bir adet pantolon
diktirme karşılığında berbere veya terziye verilen para miktarları saç
kestirme veya pantolon diktirme hizmetlerinin fiyatlarıdırlar. Bir dev-leı
dairesinde memur olarak çalışan birinin aldığı maaş;bİr işçinin günlük,
haftalık veya aylık olarak aldığı ücret memur veya işçi çalıştırma
karşılığında ödenen fiyatlardır. Nihayet 1 kgelmanm2kgportakalla veya 1 metre
kumaşın 3 kg çayla mübadele edildiği bir durumda, 1 kg elmanın portakal
cinsinden fiyatının 2; 1 metre kumaşın çay cinsinden fiyatının İse 3 olduğu
söylenir.
Fiyatın söz konusu
olabilmesi için bir mübadele veya bir alışverişin mevcut olması lazımdır.
Yukarıdaki izahlardan, böyle bir mübadelenin ya bir mal ile başka bir mahn
değiş tokuş edilmesi suretiyle doğrudan doğruya veya para vasıtasıyla
olabileceği anlaşılmaktadır. Fiyatın anlamı da bu iki duruma göre farklılık
arzedecektir. Eğer bir malın veya hizmetin değeri başka bir mal veya hizmet
cinsinden ifade ediliyorsa, bu durumda söz konusu olan, “nispî
fiyat”tır. Belki binlerce yıl önce, malların fiyatları başka mallar
cinsinden ifade edilirdi. Bu, mübadele edilen her mal miktarının, bir diğer
mahn fiyatını teşkil ettiği takas (trampa) sisteminden başka birşey değildir.
Yukarıdaki Örneğe benzer bir şekilde, 1 kg çay 2 metre kumaş ile veya bir
çift ayakkabı 4 metre kumaş ile mübadele ediliyorsa, malların fiyatı muayyen
kalitedeki 1 metre kumaş cinsinden ifade edilmek istenirse, çayın kumaş cinsinden
fiyatının 2; ayakkabının kumaş cinsinden fiyatının 4 olduğunu söyleyebiliriz.
Hesap birimi olarak çay seçildiğinde, aynı mübadele nis-betlerinin geçerli
olduğunu farzederek, 1 metre kumaşın fiyatının 1/2 kg çaya; bir çift ayakkabının
fiyatının İse 2 kg çaya eşit olacağını söyleyebiliriz.
Görüldüğü gibi takasta
her mübadele için bir nispî fiyat söz konusudur. Mübadele iki mal arasında
cereyan ederse bir nispî fiyat; üç mal arasında cereyan ederse üç nispî fiyat;
dört mal arasında cereyan ederse altı nispî fiyat ve nihayet (n) mal arasında
cereyan ederse n (n-l)/2 kadar nispî fiyat mevcut olacaktır. Mallardan
birinin kıymet ölçüsü olarak alındığı durumla alınmadığı durum arasında fark
vardır. Mallardan birinin kıymet ölçüsü olarak alınması halinde nispî fiyat sayısı
(n-1) kadar olacaktır. Bu durumda nispî fiyat sayısının ne kadar azaldığı
aşikârdır: Meselâ mübadele 100 mal arasında cereyan ediyorsa, birinin kıymet
ölçüsü olarak alınması durumunda nispî fiyat sayısı 100-1 – 99; alınmaması
duru-
munda 100 (100-l)/2 =
4950 olacaktır. Bu, paranın mübadele vasıtası olarak kullanılmaya başlamasının
sağladığı kolaylığı göstermektedir.
Önceleri bazı mallar,
daha sonraları üstün özelliklerinden dolayı altın ve gümüş, insanlar arasında,
hatta milletlerarası seviyede ödeme vasıtaları olarak kullanılmışlardır. Para
olarak seçilen mal hesap birimi olarak kabul edilip, diğer malların
fiyatlarının onun cinsinden ifade edilmesi yoluna gidilmiştir. Malların fiyatlarının
para cinsinden ifade edilmesi halinde, artık nispî fiyat değil “mutlak
fiyat” veya “gerçek fiyat” söz konusu olacaktır. Yukarıda da
ifade edildiği gibi, bir malın mutlak fiyatı, o malın elde edilmesi sırasında
verilmesi gerekli olan para miktarıdır. Günümüzde, son derece geri kalmış
bölgeler hariç, dünyanın hemen her tarafında, fiyatlar milli paralar ile (ABD
Doları, Batı Alman Markı, Türk Lirası, Kuveyt Dinarı v.s.) Ölçülmektedir.
Malların neden birer
fiyatlarının olduğu meselesi son derece önemlidir ve eskiden beri münakaşalara
konu olmuştur. İlk ve orta çağlarda, fiyat normatif açıdan değerlendirilmiş ve
daha çok fiyatın hangi yükseklikte olması gerektiği üzerinde durulmuştur.
“Adil fiyat” doktrini buna örnek olarak gösterilebilir. İktisat
ilminin kurulmaya başlamasıyla birlikte, fiyatı neyin tayin ettiği problemi
üzerinde durulmaya başlanmıştır. Klasik İktisatçılar, fiyatın tayininde hakim
faktörün maliyet (arz tarafı) olduğu fikrini savunmuşlardır. Fiyatlar malla-rm
üretim maliyetlerine eşittir. Piyasa fiyatı maliyet civarında dolaşır.
Neo-Klasik-Marjina-list Ekol ise, fiyatın tayininde sübjektif faktörlere önem
verir. Fiyatın kaynağı faydadır (talep tarafı). Nihayet arz ve talebi bir
makasın iki koluna benzeten A.Marshall, fiyatların tayininde maliyet (arz) ve
fayda (talep) faktörlerinden her İkisinin de önemli olduğu görüşünü savunarak
yukarıdaki iki görüşü uzlaştırmaya çalışmıştır.
Fiyatların piyasalarda
nasıl teşekkül ettiği hususu da önemlidir. Fiyatların teşekkülünde iktisadi
sistem ve piyasa şekilleri büyük rol oynamaktadır. Serbest piyasa
ekonomilerinde,
fiyatlar tam
rekabetten monopole (tekel) kadar yayılan çeşitli piyasa şekilleri İçerisinde
teşekkül etmekte, hatta devlet tarafından da zaman zaman tespit edilmektedir.
Tamamen teorik bir modelden ibaret olan tam rekabet piyasasına gerçek hayatta
rastlanmamaktadır. Ancak, bazı malların piyasalarında (mesela bazı tarım
ürünleri) tam olmasa bile buna yakın bir piyasa şekli söz konusu
olabilmektedir. Böyle bir piyasada, fiyatlar tamamen arz ve talep
kuvvetlerinin karşılıklı etkileşimiyle teşekkül etmektedir. Bazı mallarda ise
(örneğin bazı sanayi mamulleri) durum böyle değildir. Bu malların fiyatları
aksak rekabet şartları altında (monopol, düopol, oligopol, monopolcü rekabet)
teşekkül etmektedir. Bir malın bir tek satıcısı varsa (tekel), o malın fiyatı
satıcı tarafından bizzat belirlenir. Bazan da firmalar kendi aralarında
anlaşarak sattıkları mamullerin fiyatlarını tespit ederler. Devlet te savaş zamanlarında
ve bazı hallerde de barış zamanlarında çeşitli mülahazalarla fiyatları tespit
edebilmektedir.
Merkezi planlamanın
uygulandığı ekonomilerde, fiyatlar, genelde merkezî otoriteler tarafından
empoze edilmektedir. Bununla beraber, bazı tüketim mallan ve tarım ürünlerinin
fiyatlarına müdahele edilmektedir. Fakat bu ekonomilerde emek faktörünün fiyatı
merkezi otorite tarafından belirlenmektedir.
Fiyat, ekonomide
anahtar bir role sahipti. Bu, en barîz bir şekilde serbest piyasa ekonomilerinde
görülmektedir. Hangi malların, hangi kaynaklar kullanılarak ne miktarlarda
üretileceği meseleleri fiyatlar sayesinde halledilir. örneğin arzına nisbetle
talebi artan bir malın fiyatı yükselmeye başlar. Bu, o malın üretildiği
endüstrideki kârlan yükseltir. Piyasada daha önce mevcut olanlar üretimlerini
artırırlarken, bu arada endüstriye yeni firmalar da girer. Sözkonusu malın
üretiminde hangi kaynakların kullanılacağı da üretim tekniğinin imkan verdiği
ölçüde söz konusu kaynakların (ü-retim faktörlerinin) fiyatlarına göre
belirlenir. Üreticiler kendilerine en ucuza malolacak faktör kombinezonunu
teşkil etmeye çalışırlar ve dolayısıyla daha ucuz olan üretim faktörlerini
tercih ederler.
Üretimden pay alınması da fiyatlar yardımıyla olur. Üretimde rol alan üretim
faktörlerinin sahipleri, üretimdeki rolleri karşılığında, sahip oldukları
faktörler için piyasada geçerli olacak fiyata bağlı olarak gelir elde ederler.
Fiyatı yüksek olan faktörlere sahip olanların gelirleri, diğerlerine kıyasla
daha yüksek olacaktır. Böylece Üretim ve bölüşüm meselesinin halledilmesinde
fiyat çok önemli bir rol oynamaktadır.
Özetlemek gerekirse
fiyat malların ve hizmetlerin mübadele kıymetinin para ile ifadesidir. Hangi
mal veya hizmet elde edilmek istenirse onun İçin bir fiyat ödemek gerekir. Malların
değerleri diğer mallar cinsinden ifade edildiğinde nispî fiyatlar, para
cinsinden ifade edildiğinde mutlak fiyatlar söz konusu olmaktadır.
Mal ve hizmetlerin
fiyatı, tamamen serbest bir şekilde piyasa kuvvetlerinin etkisinden devlet
tarafından tespit edilmeye kazar uzanan geniş bir yelpaze içerisinde belirlenir.
özellikle serbest piyasa ekonomilerinde fiyatlar hangi malların, nasıl ve
hangi miktarlarda üretileceğinden üretimin nasıl bölüşüleceğine kadar bir çok
problemin halledilmesinde son derece önemli bir role sahiptir.
M.Hanifi ASLAN Bk.
Piyasa; Neo-Klasik İktisat; Ücret.