Sosyoloji

Ernst Cassirer – Sembolik Formlar Felsefesi – Bilginin Fenomenolojisi

Ernst
Cassirer – Sembolik Formlar Felsefesi

3.
kitap: Bilginin Fenomenolojisi

1. Bilginin Maddesi ve Formu

            

Sembolik
formlar felsefesi, farklı yansıtma araçlarının kendine özgü doğasını tanımak ve
onlardan her birini, onların kendi iç yapısında egemen olan ilkelere ve onların
kendi özelliğine göre gözleyip anlamak ister. (s. 13)

“Düşünce
ile onun yöneldiği nesne aynı şeydir” Parmenides (s. 14)

Nesne
ile öznenin özdeşliği, birinin diğerinde yok olup gitmesi, bilginin gerçek
amacı olarak gösterilir.

Esse
= (varolmak) = Percipi = (algılamak) (s. 15)

Dil,
kendileriyle belirli bir anlamın birleştiği resimler ve ses sembolleri
dünyasında yaşar. (s. 31)

2. Sembolik Bilgi ve Nesne
Dünyasının İnşa İçin Anlamı

Felsefe
kavramı, ilk önce dilsel ve mitik kavramlarda kendini gösteren dünya görüşü
terk edilip ilkesel bakımdan aşıldığında tam berraklık ve kuvvet kazanmıştır.
Felsefenin mantığı öncelikle bu aşma / aşama biçimi içinde kurulur. Bu mantık
kendi olgunluğuna erişmek için, öncelikle dilsel ve mitik dünyayla hesaplaşmayı
ve her ikisine diyalektik olarak karşı koymayı gerektirir. Felsefe kendi
hakikat ve varlık kavramının belirlenişine ve konumlanışına, sadece bu yolla
erişmiştir. (s. 34)

3. İç Deneyim Doğrudanlığı –
Psikolojinin Konusu

Her
bilme, bir bütüne basitçe sahip olmakla değil, tam tersine bütünün, göreli
yalın unsurlardan inşa edilmesinde yatar. (s. 47)

Her
dağınık oluş, aşağılıktır. (s. 58)

4. Modern Metafizikte Sezgisel
ve Sembolik Bilgi

Metafiziksel
anlamdaki bilgi, sadece mekansal sembollerin zorlayıcılığından kendini
kurtaran, varolanı artık mekansal benzetmeler ve sembollerle kuşatmayıp,
varolanın ortasında bulunan ve saf biçimde bu varolanın içine bakışta varlığını
sürdüren bir bilgidir.

Bergson’un
öğretisinin temel anlayışı, bu cümlelerde özetlenmiş olan görüşlerdi.
Bergson’un kendisi, düşüncelerinin doğuşunu en açık biçimde gösteren
yazılarının birinde, problemi şöyle formüle etmiştir; “metafizik
sembollere dayanmadan varolabilme talebinde bulunan bilimdir”. (s. 61)

Bergson’un
öğretisi, bu anlayışla, metafiziğin tarihinde zaman zaman ortaya çıkmış olan ve
her türlü sembolik şekil vermenin haklılığına ve değerine karşı net tavrı
takınan görüşler içinde, belki en kökten reddiye haline gelmiştir.

Bergson’un
sembolik eleştirisi, her türlü sembolik biçim vermenin sadece bir aracılık
süreci olarak değil, aynı zamanda bir şeyleştirme süreci olarak görülmesi
üzerine temellenir. Bergson’da şey formu, gerçekliğin ‘dolaylı’ kavranış
biçiminin ilk örneği olarak ortaya çıkar. (s. 62)

Bergson
için her ‘basılı form’, hayatın düşmanı olarak ortaya çıkar. Çünkü hayat asıl
sınırsızlık iken, form asıl sınırlandırmadır. Böyle bir yaşantı haraketi göreli
destek noktalarından başka hiçbir şeyi tanımazken, form bitmişlik ve durmuşluk
olur.

Bergson’un
görüşü, vitalizmi mekanizmin karşısına, ‘öznedeki doğa’yı nesnedeki doğa’nın
karşısına yerleştirir. (s. 63)

Bergson’un
metafiziği, sadece bütün bilme formlarının eşitlenmesinde yakalanabilecek olan
yaşama olgusundan hareket eder. (s. 65)

İfade
Fonksiyonu ve İfade Dünyası – 1. Öznel ve Nesnel Analiz

İşaretlerin
dünyasına geri dönüş, düşüncenin kendi gerçek dünyasını, fikir dünyasını ele
geçirişini sağlayan kesin adımın hazırlık aşamasını teşkil eder. (s. 70)

Dil,
yalnızca soyut düşünme formu olarak kavranamaz, o ayrıca somut yaşantı formu
olarak da anlaşılmalı ve nesnelerin değil de kavranan ruh halinin farklılığının
sebebini açıklamalıdır. Bu değişim sadece kendimizi psikolojinin sevk ve
idaresine terk etmemiz suretiyle mi mümkün olabilir? (s. 77)

Algı Bilincinin Temel Unsuru
Olarak İfade Olgusu

Algıyı
anlamak onu gerçeklik bilgisinin inşaasındaki özel parça olarak kavramak ve
dünya nesne hakkındaki tüm bilgimizin ilişkisi’nin dayandığı fonksiyonların
topyekünü içinde ona uygun olan yeri tahsis etme anlamına gelir. (s. 89)

Mitos
karşımıza, özellikle belirli bir içyapı ve düzene sahip olan ama gerçekliğin
düzeninin henüz ‘şeyler’e ve ‘özellikler’e göre tanımlandığı bir dünya koyar.
Burada daha ziyade bütün varlık biçimleri, henüz kendine özgü bir ‘akılcılık’a
sahiptir. Bundan dolayı onlar, bir diğerinden ayrılmaksızın farklılaşır. Bu
varlık görüntülerinden her biri, adeta her an içinde, görünüşte tamamen karşıt
olması gereken başka bir varlık görüntüsüne dönüşmeye hazırdır. Mitik ‘dönüşüm’
hiçbir mantıki özdeşlik yasasına bağlı değildir. (s. 90)

Mitos
ve algı, tümüyle birbiri içinde gelişir ve birbiriyle doğrudan ‘somut’ bir
birlik halinde kaynaşır. Mitos üzerine düşünüldüğünde değil, gerçekten mitosun
içinde yaşandığında, mitik ‘hayal gücü’ dünyası ile ‘esas’ algı gerçekliği
arasında hiçbir çizgi bulunmaz. Mitik ürünler buradan / burada doğrudan doğruya
dolaysız ve tam algının renklerini taşırlar. Diğer taraftan algının kendisi,
mitik biçimlendirmenin aydınlığına batmış gibidir. (s. 91)

Mitik
bilinç, varlık hakkında görüşe bakarak hüküm vermez, aksine o varlığa,
görünüşün içinde sahiptir. Bu bilinç görünüşün arkasına çekilmeyip, görünüşün
içinde ortaya çıkar. O görünüşte kendini perdelemez, tam tersine görünüşün
içinde kendisi olarak var olur. (s. 100)

İfade
anlamı, algının kendisine sinmiştir ve algının içinde kavranıp deneyimlenir.
Mitik dünyanın belirli ayırıcı özellikleri, bu temel deneyimden hareketle tam
aydınlığa kavuşur. Belki de mitik dünyayı teorik bilincin dünyasından en net
biçimde ayıran şey, mitik dünyadaki kendine özgü önemsizliktir ki, bu
önemsizlikle o, teorik bilinç dünyasının en önemli anlam ve değer
ayrımlaşmalarına karşıt durumda bulunmaktadır. Mitik dünya için, herhangi bir
uyanık yaşantıdaki içerik gibi bir rüya yaşantısının içeriği de çok önemlidir.

…varlık
sebep olan şey değil, kendi yalın varoluşu içinde ‘olan’ şeydir ve bu varoluşta
kendini bildiren şey olarak, kesinlik / kesin şekilde mevcuttur. (s. 101/102)

Mitos,
asla nesnel dünya tablosunun öznel dünya tablosuna basitçe ‘dönüştürülmesi’
anlamına gelmez.

Mitos,
tamamlanmış bir ben ve ruh tasarımından hareket etmez; o, öncelikle bu
tasarımlara götüren bir vasıtadır. Mitos zihinsel bir ortamdır; bu ortam
sayesinde ‘öznel gerçeklik’ keşfedilir ve kendine özgülüğü içinde kavranır. (s.
105)

Mitosla
teorik bilginin sembol dünyaları birlikte mevcut olup aynı düşünme mekanında
yan yana bulunmaz. Her ikisi birbirine karşı, birbirini katı biçimde dışlayıcı
şekilde davranırlar. Birinin başlangıcı diğerinin sonu ile örtüşür. (s. 114)

İfade
Fonksiyonu ve Ruh Beden Problemi

Beden
ile metafiziksel töz olarak ruh arasında, hiçbir mümkün uzlaşma yoktur.
Ontolojinin ilk baştaki soru kaymasında temellenen çabası, bütün
anlam-problemlerini salt varlık problemine dönüştürmektir. Varlık duyu-anlamının
en sonunda herhangi bir şekilde bağlanmak zorunda olduğu temeldir.

Saf
sembolik ilişkilerin fundamentum in re’si(nesnelerdeki temel) gösterilmediği
sürece, yani bizzat kendi içinde anlam taşıyan şey, herhangi bir reel
belirlemeye dayandırılmadığı ve bu belirlemede temellendirilmediği sürece,
sembolik ilişkilerin hiçbirinin bilinmesi ve kesinleşmesi söz konusu olamaz.
(s. 137)

‘Ruh
bedenin duyusu, beden ruhun görüntüsüdür…

Onlardan
hiçbiri şeyler dünyasına ait değildir. Duyu ve görüntü, bir ilişkinin kendisi
ya da bütün ilişkilerin ilk örneğidir… Kavram dil sesinde saklı olduğu gibi,
ruh da bedende saklıdır. Kavram kelimenin, ruh bedenin anlamıdır. Kelime
düşüncenin elbisesi, beden ruhun görüntüsüdür. Ludwig Klages (s. 145)

Beden
ruhu açığa çıkaramaz, tam tersine onu aynen sürekli bir elbise gibi çevrelemek
suretiyle perdeler. (s. 148)

Temsil Problemi ve Görsel
Dünyanın İnşaası

1. Kavramın Temsil Problemi

İnsan
için başlangıçta, saf sembol zemini nedensel zeminden ayrılmaz; işarete, temsil
fonksiyonu yerine belirli bir nedensel fonksiyon, anlam niteliği yerine bir
etkileme niteliği yüklenir. (s. 158)

2. Şey ve Özellik

Eğer
insan öncelikle dile ilgi gösterirse, bu demektir ki, dil oluşan bir şey olarak
değil, varolan bir şey olarak insanın karşısında bulunur; insanın eseri olan
bir şey değil, insanın egemenliği altına girdiği ve boyun eğdiği yabancı bir
güç olarak.

“Dil,
aklı oluşturdu, dilden önce insan akılsızdı” Lazarus Geiger (s. 165)

Mekan

Bizim
mekan olarak adlandırdığımız şey, kendini dolaylı olarak ifade eden ve kendini
herhangi bir işaret vasıtasıyla tanıtan gerçek bir nesne değildir. Mekan daha
ziyade, özel bir temsil şemantizminin kendisi ve gerçek bir temsil biçimidir.
(s. 207)

İmgeler
salt ‘izlenimler’ değildir, tersine ‘temsil edici’ olarak görev yapar, onlar
‘duygulanım’dan ‘semboller’e dönüşür. (s. 217)

Zaman Fikri

Zaman,
şeylerin yanında fiziksel bir varlık ya da güç olarak bulunmamaktadır. Zaman
varoluş ve etkileme niteliğine sahiptir.

Zaman,
Kant’ın söylediği gibi, bir nesnenin belirlenişindeki birlikte varolanı
oluşturur.

İmge,
üretici hayal gücünün ve empirik yetinin bir üretimidir. Duyusal kavramaların
şeması ise, saf hayal gücünün a priori bir üretimi ve adeta markasıdır; imgeler
öncelikle bu hayalgücü vasıtasıyla ve ona göre mümkün olabilir. (s. 224)

Dil,
zamansal ilişkileri ve belirlemeleri işaret etme söz konusu olduğunda, her
şeyden önce genellikle mekanın aracılığına muhtaç olduğunu görür ve mekan
dünyasıyla dilin iç içe geçmişliğinden, dilin aynı zamanda mekanda varolarak
düşünülen şey dünyasına bağlandığı sonucu çıkar.

Mitos,
zamanın ilk formunda kalabilmektedir. Çünkü mitos, dünyayı donmuş varlık olarak
değil, sürekli bir olgu olarak, tamamlanmış bir yapı olarak değil, daima
kendini yenileyen bir dönüşüm olarak kavrar, ve bu temel kavrayışından
hareketle mitos, çok önceden tamamen evrensel bir zaman fikrine ulaşmıştır.
Çünkü mitosta bile, olmuş ve olacak olanların seyri, bizzat oluşun seyrinden
ayrılır. (s. 226)

Ben,
kendini sadece üç yalın zaman bilinci formu içinde bulur ve bilir, diğer
taraftan zamanın üç aşaması sadece bende ve benin sayesinde birlik halinde
toplanır. Ben, değişmezlik ve değişimdir, süreklilik ve bir içine geçiştir. (s.
236)

Semon’a
göre, bizim ‘hafıza’ olarak adlandırdığımız şey, ‘bilinç’ alanına ait değildir,
tersine bir hafızada, bütün organik malzemelerin ve yaşantıların temel bir
özelliğini görürüz. (s. 241)

Hatırlama,
adeta sadece algının ikileşmesi olarak, iki gizli gücün algısı olarak ortaya
çıkar. Hatırlama Hobbes’ta ifade edildiği gibi, geçmiş bir algının algısıdır:
Sentire sensisse meminisse est. Fakat bu formüle ifadenin kendisinde de iki
yönlü bir problem ortaya çıkar. (s. 244)

Zamanı
duyumlamak ise hatırlamayı gerektirir. (s. 246)

Bilinç
sadece kendi içinde donup kalmayarak, sürekli kendi kendisi dışına, verili
şimdiki zaman dışına, verili olmayana yönelerek var olur. (s. 249)

Sadece
isteyen ve eyleyen, bir geleceği buradan doğru yakalayan ve onu kendi iradesi
sayesinde belirleyen varlık bir ‘tarih’e sahip olabilir.

Sembol,
varolan ve olmuş olan gerçeklik olarak gerçekliğe, geriye doğru bakmaz; tersine
sembol, gerçekliğin bir oluş unsuru ve motifi haline gelir. (s.251/252)

Parmenides
ve Spinoza, metafiziksel düşünmenin saf ‘şimdiki zaman tipi’ni cisimleştirirler;
Fichte’nin metafiziği ise tamamen geleceğe bakışla belirlenmiştir. Fakat bu
türlü tek taraflı tüm yön belirlemelerinin, saf zaman olgusuna herhangi bir
şekilde zorla giydirildiği, onların olguyu parçalamak ve bu parçalanmada
körelmek zorunda oldukları görülür. Hiçbir düşünür, böyle soyut parçalanmaya ve
körelmeye karşı, Bergson kadar güçlü bir itiraz sergileyememiştir. Bergson’un
öğretisinin, bu öğretinin inşasının ve gelişiminin, bilincin doğrudan
verileri’nden “yaratıcı tekamül”e kadar, bu noktadan doğru
anlaşılabileceği söylenir. Bergson’cu metafiziğin hizmeti, onun, eski
ontolojinin varlık ile zaman arasında var olduğunu kabul ettiği bağlılık
ilişkisini tersine döndürmesidir. Zaman tablosu dogmatik ve kesinleşmiş varlık
kavramına göre biçimlendirilmemeli ve modellenmiş olmamalı; tersine gerçekliğin
ve metafiziksel hakikatin içeriği salt zaman sezgisine göre belirlenmelidir.

Madde
ve hafıza, Bergson’cu metafiziğin iki karşıt kutbunu ve iki temel direğini
teşgil eder. (s259)

Bergson’un
sisteminde, hafıza alanı madde alanından ayrılır.

Gerçek
kendilik… salt hatırlama içinde geriye, zamana doğru bakmaya ve kendi
derinliği içinde onu yeniden bulabilecek nitelikte olan bendir. (s. 256)

Bergson
orijinal-zamansal olarak sadece geçmiş zamanı bilmektedir. (s. 258)

Bergson
için her eylem, kesinlikle duyusal ihtiyaçta temellenmiştir ve en sonunda
belirli motor mekanizmalar ve otomatizmler içinde kaybolur. Böylelikle bizi
geçmiş zaman içine götüren saf sezgi, geleceği işaret eden ve gelecek zamanı
sabırsızlıkla bekleyen ‘niyet’in aksine olarak ortaya çıkar.

Bergson,
gelişimi ‘Yaratıcı Tekamül’ olarak kabul eder, fakat onun yaratıcılık kavramı,
bu noktada asıl olarak zihnin temaşasına değil, doğanın temaşasına dalmış,
tarihsel zamana değil, biyolojik zamana yönelmiştir. (s. 260)

Bergson
içinde, mekansal seyir fikri ve bir mekansal şema düşüncesi, zamanın ve farklı
zaman aşamalarının analizinde kaçınılmaz biçimde karışmıştır. (s. 261)

Zamanın
gerçek sezgisi, salt geçmişe yönelen hatırlama içinde kazanılamaz, tam tersine
o aynı zamanda bilgi ve eylemdir. (s. 262)

Sembolik Özlülük

Her
sembolik düşünme ve algılama, salt olumsuz bir nitelik; üzerinden atmaktan ve
üzerinden atma zorunluluğundan doğan bir niteliktir. (265)

Brentano’nun
‘Empirik Duruş Noktasından Psikoloji’si ‘psişik olan’ın, bilincin işaret edilen
unsurunu ‘niyetlilik’ niteliğinde bulur. Bu içerik kendine özgü bir yönelim
belirleyiciliğini, düşünmeye dayalı bir belirlemeyi kendi içinde kuşatırsa, o
psişik içeriktir. Her psişik olgu ortaçağ skolastiklerinin bir nesnenin niyetli
(zihinsel), içsel varoluş olarak adlandırılmış oldukları ve bizim yeterince
açık olmayan ifadelere rağmen, bir içerikle ilişki, bir objeye yönelim (burada
bir gerçeklik anlaşılamaz) ya da içkin nesnellik adını vereceğimiz şey ile
karakterize edilir. (s. 270)

Sembolik
Bilincin Patolojisi – Sözyitimi Hastalığında Sembol Problemi

Kavramın
olduğu ve ifade ettiği her şeyi kavram kendinden doğru ve -kendisiyle- kendisi
vasıtasıyla gerçekleştirir. Kavram, kendi genelliğini ve anlamlılığını yalnızca
dilden miras almıştır. (s. 282)

Dilin
birliği cümledir. (s. 292)

Sembolik
formlar felsefesinin ulaşmaya çalıştığı şey varlıktaki müştereklikler değil,
anlamdaki müşterekliklerdir. (s. 381)

Zihinleştirme Süreci, Yani
Dünyanın ‘Sembolleştirilmesi’ Süreci

Kendi
anlamı ve değeri gereğince, kendisinin artık serbest ve engelsiz biçimde
gerçekleştiği yerde değil, tam tersine, ona ket vurulduğu ve bu ket vurmalara
karşı mücadele ederek, onlara rağmen gerçekleştiği yerde, bizim için doğrudan
kavranabilir olur. Bu anlamda dil ve davranış patolojisi, bize bir kıstas
verir. Bu kıstasla biz, insan kültürü dünyası ile organik dünya arasında,
‘nesnel zihin’ ile yaşantı alanı arasında mevcut olan mesafeyi ölçebiliriz. (s.
384)

Anlam Fonsiyonu ve Bilimsel
Bilginin İnşaası

Kavram Teorisi Üzerine

1. Doğal Dünya Kavramının
Sınırları

Kavram
sadece bilinen şeyi sabitleştirip onun genel çerçevesini belirginleştirmez;
ayrıca o, yeni bilinmeyen bağlantılar için ufku sürekli olarak tetkik eder. (s.
419)

Bilinç,
bir nesneyle karşı karşıya olup onunla ilişki kurmak için, kendini, kendisinin
dışında yakalamak ‘zorundadır’. (s. 434)

Dil
asla sadece bildirim değildir, onda aynı zamanda bir kip, konuşan öznenin
bizzat kendini beyan ettiği bireysel bir anlatma formu yaşar. Her canlı
konuşma, bu iki yönlülüğü, bu özne ve nesne kutbunu taşır. (s. 463)

Teorik
oluşum gözleme dayalı kavrayıştan başka hiçbir şey değildir. (s. 523)

Sembolik,
biri ya da diğeri değildir; tam tersine diğerindeki birini ve birindeki
diğerini ifade eder. (s. 525)

Leibniz’e
göre sembolik bilgi matematiğin temelini oluşturur. Sembolik bilgi bu temelden
hareketle eksiksiz kanıtlama zinciri vasıtasıyla, sonuç çıkarımına doğru
ilerlemeyi sürekli kılar. (s. 529)

Descartes
matematiksel kesinliğin iki temel kaynağını ayırır, sezgi ve tümdengelim.
Sezgi, aklın ışığı vasıtasıyla doğrudan akla uygun bulunduğundan dolayı, artık
daha genişçe temellendirme gerektirmeyen ilkeleri sağlar.

Tümdengelim,
bizzat kendinden hareketle aydınlanmayan, öncelikle dolaylı bir kanıtlama
yöntemiyle kendinde apaçık olan aksiyomlardan türetilen önermelerle kurulur.
Çünkü burada düşünme saf ‘çıkarımsal’ davranmak zorundadır. (s. 531)

İdeaların
anlamı onlarla gerçekten örtüşen bir görünüşüm asla var olamayacağıdır.

…her
varoluş belirsizliğe mahkum olurken ve teslim olmuşken, her bilme, kendi formu
ve doğası gereğince belirlemeye yönelmektedir. (s. 534)

Modern Fizik Sisteminde
‘Sembol’ ve ‘Şema’

…şeylere
(pratik olan) yönelme yerine, (sözler)e düşüncede olanlara geriye dönüş gereği duyar.
Platon, (Phaidon)

Burada
çatlak yeniden açılır; gerçeklik ile kavram arasındaki bağ tam bir
bilinçlilikle koparılır. Gerçeklik üzerinde, görüntü’nün gerçekliği olarak yeni
bir evren yükselir. Saf anlam dünyası.

Bilginin
tüm hakikati, güvenilirliği ve sağlamlığı artık bu dünyada temellenir. (s. 619)

Üçüncü
kitabın sonu

İlgili Makaleler