Psikolojiye Giriş

Bilişsel Gelişme

Bilişsel Gelişme
Yeni doğan bir bebeği düşünün. Gelirken getirdiği bazı yeterlilikleri ve eğilimleri olmakla birlikte, içinde yaşadığı dünyayı, kendinin ve diğerlerinin zihinlerini anlamak, açıklamak ve anlamlandırmak için oldukça uzun bir yolu vardır. İnsanlar dünya hakkındaki kavram, fikir ve anlayışlarını yaşadıkları süre boyunca edinir, geliştirir ve değiştirirler. Yirminci yüzyılın ilk yarısında, insanlarda zihinsel/bilişsel gelişimin çocukluk süresince olagelen ve yetişkin olunduğunda sona eren bir süreç olduğu düşünülmekteyse de, bugün bu değişimin niceliksel ve niteliksel olarak yaşamın sonuna kadar devam ettiğini kabul ediyoruz artık.
İnsanların dünya ve zihin hakkındaki anlayışlarının nasıl değişip geliştiği bilişsel gelişimin inceleme alanına girmektedir. Bu alanda ele alınabilecek pekçok konu bulunmaktadır. Ancak, biz zihinsel gelişim sürecini farklı açılardan açıklayan iki önemli kuramcıdan ve yaşam boyunca bilişsel işlevlerde görülen bazı değişimlerden söz edeceğiz.
5.1.1.    Jean Piaget (1896-1980) ve Bilişsel Gelişme Kuramı
Piaget, bilginin yapısı, kökeni ve oluşumu gibi epistemolojik sorulardan yola çıkarak, küçük çocukların dünyayı nasıl anladıkları ve yapılandırdıklarını açıklayan kapsamlı bir kuram ortaya koymuştur. Bugün kuramı pek çok yönden eleştirilmekte ve farklı sonuçlar elde edilmekle birlikte, Piaget hala bilişsel gelişim alanının en önemli ve etkili isimlerinden biridir. Bunun bir nedeni, kuramının deneysel olarak araştırabilir hipotezlerin üretilebilmesi için son derece verimli olması ve böylece yeni araştırmalara kaynaklık edebilmesidir.
Piaget’nin bilişsel gelişme kuramı, hem bilginin nasıl edinildiğine, çocuk düşüncesinin işleyişi ve bilgiyi nasıl ürettiğine ilişkin epistemolojik bir yaklaşımı ve hem de bu değişimin bir evreler silsilesi halinde nasıl karmaşıklaştığını açıklayan gelişimsel evreleri içerir.
Şimdi Piaget’nin bakış açısından bakalım ve bir çocuğun/insanın dünya hakkındaki bilgiyi nasıl edindiği veya kendisinin tabiriyle “yapılandırdığını” anlamaya çalışalım. Ancak, önce şunu bilmemiz gerekir, Piaget’ye göre insan zihninin doğuştan getirdiği iki yapısal eğilimi vardır: Uyum sağlama (Adaptation) ve Örgütleme (Organization). Nasıl ki insan bir yiyecek yediğinde onu içine alır, sindirir, bedenine mal eder ve ona uyum sağlamış olur; işte tam da böyle zihin de, bir bilgiyi alır, sindirir ve kendine mal eder ve bu yeni bilgiye uyum sağlar. Buradaki uyumun gündelik hayatta kullandığımız gibi diğer insanlar ya da ortamlara uyum sağlamaktan farklı kullanıldığına dikkat ediniz. Aynı zamanda zihin, dış dünyadan aldığı bilgileri karışık yığınlar halinde biriktirmez, onları çeşitli şekillerde bütünleştirir, düzenler, sınıflar, geneller yani bir diğer ifade ile örgütler. Zihin bütün bunları yaparken dengede durma /dengeleme eğilimi taşımaktadır. Bir diğer ifadeyle, hem yeni bilgilere uyum sağlamalı, hem eskileri ve yenileri birleştirerek sınıflanmış ve genellenmiş bütünler halinde düzenlemeli ve böylece eskilerle yenilerin dengesini kurmalıdır.
Böyle bir şey nasıl yapılmaktadır? Piaget’ye göre zihin bu dengeyi sağlamak için iki tür işlev kullanır: Özümleme (Assimilation) ve Uyumsama (Accomodation). Küçük bir çocuk ile annesinin hayvanlarla ilgili resimli bir kitaba baktığını hayal ediniz.
Olası bir konuşma şöyle olabilir:
Ç: Bu kedi,
A: Evet, bu bir kedi, sarı kedi.
Ç: Bu Köpek,
A: Evet, bu da beyaz bir köpek, ne uzun kulakları var değil mi?
Ç: Aa, bak bu da bir kedi    kocaman kedi

A: Hmm, Kediye benzeyen bir hayvan.
Ç: Herşeyi çok büyük, ağzı, bıyıkları, kuyruğu..
A: Sarı kediye bakalım mı bir daha
Ç: Ama bu başkaymış çok, rengi de başka …
A: Hem ensesinde uzun tüyleri de yok
Ç: Evet, bu başka bir şey bence,
A: Evet, sanırım bu bir aslan.
Bu konuşmada çocuk, ilk sayfalarda önceden tanıdığı nesnelerle karşılaşmış ve bunlara ilişkin bilişsel yapılara sahip olduğu için onları bilmiş ve özümlemiştir. Üçüncü sayfada ise bilmediği bir nesne görmüş, bunu daha önce bildikleriyle açıklamaya (özümlemeye) çalışmış ancak yapamamıştır. O zaman bu yeni nesneye yeni bir yer açması, yeni bir bilişsel yapı oluşturması yani ona uyumsaması gerekli olmuştur. Yeni bir nesneyle karşılaşmış; bunun eski bilgileriyle farkını ve benzerliklerini gözeterek bir denge sağlamak için yeni bir yapı kurmuş veya mevcutları yeniden yapılandırmıştır.
Her yeni bilgi parçacığı (daha öncekilere uymayan), zihinde bir dengesizlik yaratır. Zihin, örgütlü yapısını muhafaza etmek ve uyum sağlamak eğilimlerinden ötürü, bir denge kurmalıdır ve bunun için özümleme ve uyumsamayı kullanır. Böylece giderek daha fazla karmaşıklaşır. Piaget’ye göre, zihinsel gelişme, zihnin, sürekli denge-dengesizlik-yeniden denge kurmasıyla mümkün olmaktadır.
Piaget, aynı zamanda, çocukların dış dünyadan gelen bilgileri yapılandırırken, her aşamasında farklı bilgi edinme yollarını içeren bir evreler dizisi geçirdiğini öngörür. Her evre, yaklaşık bir yaş aralığını kapsar ancak başlangıç ve bitişleri esnek olarak tanımlanmıştır. Evreler atlanamazlar, hiyerarşiktirler ve kültürden bağımsızdırlar. Yani dünyanın her yerinde çocuk düşüncesi bu belirli sıradan geçerek değişmektedir. Her evreyi niteleyen belirli bir bilgi edinme yolu vardır ve bu yollar giderek karmaşıklaşmaktadır.
Piaget’nin bilişsel gelişim evreleri, doğumdan başlar ve 13-14 yaşlarında soyut düşünmeye ulaşılması ile sona erer. Şimdi bu dört evreye ve kazanımlarına bir göz atalım.
1-    Duyu – Hareket Evresi (0-2 yaş): Temel bilgi edinme yolu duyular ve hareketlerdir. Evrenin temel kazanımları niyetli/amaçlı davranışın başlaması ve nesne sürekliliğinin edinilmesidir. Nesne sürekliliği yani nesnelerin/ şeylerin görüş alanı dışına çıktıkları zamanda var olduklarının bilgisi, zihinsel gelişim için çok önemli bir kazanımdır. Çünkü nesnelerin zihinde temsil edilebildiklerinin bir göstergesidir.
2-    İşlem Öncesi Evre ( 2-7 yaş): Temel bilgi edinme yolu kavram, temsil ve imgeler oluşturma ve bunlar arasında basit mantıksal ilişkilerin kurulmasıdır. Düşünce ben merkezcidir ve çocuk başkalarının kanı ve izlenimlerinin kendisininkinden farklı olacağını anlayamaz. Ayrıca, animistik düşünce, yani cansızlara canlılık nitelikleri atfetme görülür (yaprakları ağaç iter, onlar da düşer gibi).
3-    Somut İşlemler Evresi ( 7-11 yaş): Temel bilgi edinme yolu somut nesne veya gösterimlerle basit muhakemenin yürütülmesidir. Somut olarak üzerinde çalıştığında değişmezlik, sınıflar arası ilişkiler üzerinde nesnelerin bir kaç boyutu birden göz önüne alınarak muhakeme yürütülebilir. Bu evrede nesne korunumu kazanılmıştır. Nesne korunumu, nesnelerin bize görünen fiziksel özellikleri değişse bile miktar, hacim, kütle gibi açılarından aynı kalabildiklerinin anlaşılmasıdır. Aynı miktarda suyun ince uzun bir bardak ile yayvan bir kasedeki görünüşlerini gözünüzde canlandırın. Fiziksel ipuçları bize uzun bardaktaki suyun daha çok göründüğünü söylemektedir çünkü mekanda daha fazla yer işgal etmektedir. Piaget’ye göre, işlem öncesi dönemdeki çocuk, bu fiziksel görüntüye önem verir ve daha çok olduğunu söyler. Ancak somut işlemler dönemindeki çocuk, görüntüsü değişse bile suyun aynı kaldığını anlayabilir.
4-    Soyut İşlemler Evresi (12 yaş ve sonrası): Temel bilgi edinme yolu soyut kavramlar (bu dünyada fiziksel bir karşılığı bulunmayan) üzerinde muhakeme yürütülmesidir. Soyut önermeler, varsayımlar, koşullu düşünme (eğer… olsaydı, … olabilirdi gibi) anlaşılabilir ve kullanılabilir. Piaget’ye göre insan düşüncesinin gelişimi,

soyut işlemlerle muhakeme yapılabilir hale gelindiğinde tamamlanmış olur.
Bugün, gelişim sürecinin evrensel, hiyerarşik, ardışık ve niteliksel olarak birbirinden farklı evreler halinde ilerleyip ilerlemediği çok ciddi bir tartışma konusudur ve aynı zamanda yeni araştırmalar çocukların Piagetinin öngördüğünden çok daha erken zamanlarda pek çok işlevi icra edebildiklerini göstermektedir. Aynı zamanda günümüzde, gelişen küçük insanın, Piaget’nin tabiriyle “dünyayı keşfe çıkmış yalnız bir bilim adamı” olmaktan çok, her zaman diğer insanlarla iletişim ve etkileşim içinde olan ve işbirliği yapan bir varlık olarak ele alınmaya başlandığını da gözden kaçırmamak gerekir. Bu çerçevede, Piaget ile hemen hemen aynı zamanda yaşamış olmakla birlikte, farklı bir bakış açışı ortaya koyan bir başka isimden, L.S. Vigotsky’den söz etmemiz gerekecektir.
5.1.2.    Lev Semyonoviç Vigotsky (1886-1934):
Günümüzde, yukarıda söz edilen şekliyle, gelişen insana bakış açışının değişmekte olması, Vigotsky’nin yeniden ele alınmasını ve onun görüşlerinden yola çıkan araştırmaların yürütülmesini sağlamıştır.
Vigotsky’ye göre, bilişsel gelişimin kaynağı, bireysel özelliklerden önce, insan ile kültür arasındaki etkileşimdir. Çocuk, bir boşluk içinde hareket eden sabit ve evrensel bir organizma değildir. Bir çocuk, düşünme ve anlama yollarını öncelikle çocuk-çocuk veya yetişkin-çocuk arasında paylaşılan sosyal süreçler yoluyla geliştirir. Bir diğer ifade ile çocuklar çevrelerindeki insanlar vasıtasıyla öğrenmektedirler. Bu durumun en açık örneği dildir. Dil, sosyal bir iletişim aracı olsa da, bu sosyal araç zihinler arasında olanı (çocuk-çocuk; çocuk-yetişkin), çocuğun zihninin içine dönüştürür. Dil düşünceyi yönlendirir, düzenler, gerçeklik sınıflarını örgütler, geçmişi temsil eder ve geleceği planlar. Dil ve düşünce, dinamik olarak ilişkilidir. Dili anlamak ve üretmek, düşünce sürecini etkilemekle kalmaz, aynı zamanda dönüştürür. Sonuç olarak, zihnin doğası her zaman sosyaldir.
Bu yüzden, bir çocuğun gelişiminin alt sınırı, tek başına iken yapabildikleri iken, üst sınırı, bir başka yetişkin ya da becerili bir akran ile birlikte yapabildikleridir. Vigotsky, bu aralığa ya da potansiyele Yakınsak Gelişim Alanı demiştir. Zihinsel gelişme, çocuğa sağlanan teşviğin ya da cesaretlendirmenin miktarı ve bilginin çocuğa uygunluğuna bağlı olarak, farklı bilişsel alanlarda farklı oranlarda olabilir. Böylece zihinsel gelişme, evreler ile ilerlemesi gerekmeyen sürekli içselleştirmelerle oluşur. Gündelik hayattaki etkileşimlerde, daha becerili bir akran veya bir yetişkin, çocuğun sahip olduğu yetileri temel alarak şu anda bulunduğu noktadan biraz ileri yeterlik düzeyini destekleyen etkinlikler sunmaktadır. Bu destek, tıpkı inşaat yapılırken kurulan geçiçi bir iskelenin işçileri desteklemesi gibi, çocuğun ortaya çıkmakta olan becerilerini geçici olarak destekler. Buna Yapı İskelesi Kurma denilebilir.
Vigotsky’nin kuramı, gerek Rusça yazılmış olması, gerek Piaget görüşlerinin egemenliği nedeniyle uzun yıllar ihmal edilmiştir. Günümüzün insanı anlayış eğilimlerini açıklamak için son derece elverişli bir model sunmakla birlikte, yakınsak gelişim alanı, yapı iskelesi kurma ve küçük grup etkileşimlerin bilişsel düzeyleri gibi kavramları araştırılabilir şekilde çalışmak kolay değildir. Ancak günümüzde bu konudaki çalışmalar artarak sürmektedir.
1.1.3.    Yaşam Boyu Bilişsel İşlevlerdeki Değişimler
Çok küçük bebeğin annesinin yüzünü ya da bir oyuncağın nasıl hareket ettiğini hatırlamasını bekler misiniz? Görsel tanıma ile ilgili araştırmalar, bebeklerin 3 günlükten itibaren, annelerini yabancılardan ayırabildiklerini göstermiştir. Bir araştırmada üç günlükten küçük bebeklerin annelerinin yüzlerini gösteren video kayıtlarını izlerken, görsel olarak benzer yabancı yüzlere oranla, anlamlı olarak daha fazla emme tepkisi gösterdiklerini ortaya konulmuştur. Yeni doğanlar annelerinin sesini ve yüzünü hatırlamakta, 6 aylık bebekler hareketli oyuncakları nasıl hareket ettirdiklerini 2 hafta sonrasında bile hatırlayabilmektedirler. 14-ay civarında bebekler gösterildikten 3 hafta sonra hareketi nasıl taklit ettiklerini hatırlayabilirler. Hafıza, çocukların bilişsel gelişimleri için temel bir süreçtir. Yetişkinler ve çocuklar genellikle 3 yaştan önceki olayları çok az hatırlamalarına rağmen, bilinçli hafıza 7 aylıkken bile kullanılmaya başlanır. Kısa süreli hafıza, okul öncesi dönem boyunca artmaktadır. Kısa süreli hafıza testlerinde 2-3 yaşlarındaki bir çocuğun 2 birimi; 7 yaşlarında ise 5-6 birimi tekrar etmesini bekleriz. 7-13 yaşları arasında hafıza genişliği 1-1,5 birim artar. Ortalama bir yetişkinin kısa süreli bellek kapasitesi, 7 + – 2 birim olarak kabul edildiğine göre, çocuklar son çocuklukta

beklenen kapasiteye ulaşabilirler.
Bilişsel gelişim için bir diğer önemli işlev olan dikkat yoğunlaştırma becerisi, okul öncesi yıllarda önemli ölçüde değişkenlik gösterir. Küçük çocuklar çevrede gezinir, dikkatlerini bir etkinlikten diğerine yönlendirir, nesne ve olaylar üzerinde pek az zaman harcarlar. Ancak küçük çocuklarda tanıma becerisi oldukça gelişmiştir. Bir araştırmada küçük çocukların televizyona izleme davranışları doğal ortamlarında filme alınmıştır. Sonuçlara göre okul öncesi dönem boyunca televizyona yönelik görsel dikkat hatırı sayılır ölçüde artmaktadır.
Bu tür temel işlevlerde çocuklar okul yıllarına kadar hızla ilerler ve ortalama bir kapasiteye ulaşırlar. Ancak bilişsel stratejilerin kullanımı okul yılları ile birlikte artmaktadır. Örneğin küçük çocuklar bir şeyi daha kolay hatırlamak için yalnızca tekrar stratejisini kullanırlar. Fakat daha büyük çocuklar birbirlerini çağrıştıranları (peynir-ekmek gibi) grupladıklarında daha kolay hatırlayabileceklerini düşünebilirler. Bu tür bilişsel stratejilerin kullanımı okul yılları boyunca hızla artar ve karmaşıklaşır. Ergenlik ve ilk yetişkinlikte bilişsel işlevlerin kullanımında belirgin bir değişiklik yaşanmaz.
Bununla beraber, orta yetişkinlik döneminden itibaren bilişsel işlevlerde pek çok değişim söz konusu olacaktır. Bedensel ve duyusal alanlarda yavaş yavaş başlayan kayıpların etkileri, yetişkinlikte, hız ve koordinasyon gerektiren görevlerde yavaşlama, kısa süreli bellek görevlerinde gerileme şeklinde görülebilir. Genel olarak yetişkinlikler hemen her alanda gençlerden daha yavaştırlar. 20 yaş ile 60 yaş arasında tepki zamanlarında ortalama %20’lik bir yavaşlama söz konusudur. Karmaşık etkinliklerde bu yavaşlama daha fazladır. Ancak hız ile niteliği birbirine karıştırmamak gerekir. Orta yetişkinler, daha karmaşık ve çok boyutlu düşünebilirler. Daha uzun vadeli planlama yapabilir ve olası sonuçları daha iyi değerlendirebilirler. Örneğin bilim insanları ve yaratıcı bireylerin üretimleri incelendiğinde, yaş ilerledikce üretim düzenliliğinde bir artış olduğu ve en iyi ürünlerin/eserlerin orta yaş dönemi yaşlarında verildiği örülmüştür. Bazı araştırmacılar, yetişkinlerin, insan, düşünce, duygu, nesne…lerin çelişik yönlerin bir toplamından oluştuğunu fark ettiklerini; iyi ve kötü gibi zıt kavramların birbirine ihtiyacı olduğunu veya birarada bulunabileceğini kavradıklarını belirtmektedir. Yetişkin düşüncesi, çelişik bir durumda seçeneği saf dışı etmek yerine hepsini daha geniş bir çerçevede toplamayı öğrenmiştir.
Ergenlik döneminden orta yetişkinliğe kadar izlenen bireylerden elde edilen sonuçlar, bazı bireylerin zihinsel becerilerinin arttığını, bazılarının ise azaldığını göstermektedir. Genellikle eğitim düzeyi, kişilik özellikleri, yaşam tarzı, kronik hastalıkların sayısı ve düzeyi bu değişimlerin mahiyetini etkilemektedir. Eğer bireyler eğitimli ise, fiziksel sağlıkları kötü değilse, ortalama veya iyi yaşam koşullarına sahiplerse ve duygusal açıdan aşırı yıpranmamışlarsa, ileri yaşlarda da (65 ve sonrası) zihinsel performanslarını koruyabilmektedirler. Sonuç olarak, sağlıklı beslenen, ömürleri boyunca zihinsel yönden aktif olan ve fiziksel olarak kendilerine bakan bireylerde yaşları gereği tepki hızlarında bir düşüş görülmesine rağmen, zihinsel yeterliliklerinde bir düşüş görülmemektedir.