Edebiyat

Basiretçi Ali Efendi/Bey Kimdir, Hayatı, Edebi Kişiliği

Basiretçi Ali Efendi, (ö. 941/1534-35)Daha çok nükteleriyle tanınan  divan şairi.

El yazısı ile tertip ettiği Farsça divanı­nın mukaddimesindeki kayıtta künyesi Mehmed b. Ahmed b. Ebü’l-Meâlî el-Murtazâ şeklindedir. Baras hastalığına yakalandığı için Alaca Basîrî diye de anıl­mıştır. Bazı kaynaklarda Bağdatiı oldu­ğu rivayet edilmişse de güneydoğu illeri­mizden olduğunu gösteren kuvvetli riva­yetler vardır. Âşık Çelebi ile onu esas alan kaynaklar tarafından ileri sürülen Hora­sanlı olduğu iddiası gibi Nevâî’nin onu Mecâlisü’n-nefâis adlı eserinde zikretti­ği iddiaları da tamamen yanlıştır. Gerçek ise Mecâîisü’n-netâis’in Hakfm Şah Muhammed Kazvînî tarafın­dan Farsça’ya yapılan tercümesinde Ya­vuz Sultan Selim devri şairleri arasında ona da yer verilmesinden ibarettir.

Basîrî gençliğinde Akkoyunlu Hüküm­darı Uzun Hasan’ın oğullan Uğurlu Mehmed (ö. 882/1477) ve Yâkub (ö. 1490) beylerin yanında bulundu; onlara kasideler sundu. Çok seyahat etti ve 892 (1487) yılı civarında Herat’ta Ali Şîr Nevâî, Mirza Hüseyin, Câmî ve Binâyî ile bu­luştu; Nevâî ise Basîrî adına bir muam­ma yazarak onu bu yeni muhitinde de tanıttı. Aynı muammayı ihtiva eden tavsiyenâme, bazı mecmualarda “Nevâî Nâ­mesi” adıyla kaydedilmiştir. Latîfî, Osmanlı ülkesine Nevâî’nin divanını ilk önce Ba-sîrî’nin getirdiğini belirtirken Âşık Celebi, Sultan Bayezid devrinde Osmanlı ülkesine gelen Basîrî’nin beraberinde Nevâî’nin ve Câmî’nin kitaplarıyla gazellerini ve siparişnâme-lerini de getirdiğini söylemektedir, 1491 yılı civarında kısa bir süre İstanbul’da bulunan şair, daha sonra Akkoyunlu Hükümdarı Göde Ah­med Bey’in musahibi oldu. Göde Ahmed Bey tarafından elçilik göreviyle II, Bayezid’e gönderildi (901/1495-96) ve bir da­ha geri dönmeyerek İstanbul’da kaldı. Bu sırada Tâcîzâde Cafer Çelebi, Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, daha son­ra da Defterdar İskender Çelebi’nin ya­nında bulundu, onlardan yardım ve des­tek gördü. Padişah hazinesinden sâlyânesi ve Ayasofya zevâidinden 10 akçe ulu­fesi dışında, padişaha ve devrin ileri ge­lenlerine takdim ettiği kasidelerine kar­şılık aldığı caizelerle geçimini sağladı.

Latîfî, şairin Acem sınırına yakın bir yerden olduğunu bildirmekte ise de Kaz­vînî ile bu müelliften faydalanan Sehî, Ahdî ve Âşık Çelebi Acem olduğunu be­lirtmektedirler. Aslında bu durum, Os­manlı münevverlerinin devletin doğu sı­nırlarının ötesinde yaşayan herkesi Acem olarak kabul etmesinden ileri gelmektedir. Başlangıçta Osmanlı şuarâ tezkirecilerinin deyimiyle “Acemâne”, yani ken­di dili olan Azerî şivesiyle şiirler yazan Basîrî, daha sonra İstanbul Türkçesi’ni kullanmaya başlamıştır. Bununla bera­ber kendi el yazısı ile kaydettiği şiirle­rinde yer yer Azerî şivesinin izleri görü­lür. Başta Zatî, Kandî ve Keşfî olmak üzere XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşa­mış olan şairlerle görüşmüş ve dostluk­lar kurmuştur. Tezkirelerde nüktedanlı­ğı önemle vurgulanmıştır. Nükteleri ge­nellikle hezl (alay, şaka) ve hiciv Özelliği taşıdığı halde devletin ileri gelenlerinin meclislerinde aranan bir kişi olduğuna bakılırsa kaba ve kırıcı olmadığı, dinle­yenlere zevk verdiği söylenebilir. İstan­bul’da vefat eden Basîrî, Edirnekapısı dışında birçok şairin kabrinin bulundu­ğu bir mezarlığa defnedilmiştir.

Şiirleri vezin bakımından hemen he­men kusursuz, söyleyişi rahattır. Çağ­daşı şairlerin çoğunun mâna üzerinde yaptıkları sanat oyunlarına Basîrî’de pek rastlanmaz.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler