Sosyoloji

Arthur Danto – Nietzsche

Arthur
Danto – Nietzsche

Hayatı,
Eserleri ve Felsefesi

Hayatı:

Nietzsche,
13 Ekim 1844’te küçük bir Alman kasabası olan Röcken’de doğdu. Lutherci Protestan
bir aileye mensup babası Karl Ludwig, annesi ise Franziska Nietzsche idi.

1858’e
kadar annesi, kız kardeşi, büyükannesi ve iki teyzesi ile birlikte yaşadı.

…çocukluğundan
itibaren müzikten hoşlanan bir ruha sahip olduğu söylenir.

1864’te
papaz olmaya karar veren Nietzsche, aynı yıl Bonn üniversitesinde klasik filoloji
okumaya, 1865-66 yıllarında ise Leipzig üniversitesinde çalışmaya başlar.

Schopenhauer’u
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya adlı
eseri vasıtasıyla tanıması da bu döneme rastlar. (s. 1)

(Nietzsche)
…15 yaşındayken Hölderlin’i okumuş… (s. 2)

…yorumcular
Nietzsche’nin felsefesini ve eserlerini, onun hayatının belli periyotları ile
ilişkilendirip üç döneme ayırarak ele alırlar.

Birinci
dönem
, Nietzsche’nin ilk yazılarını da kapsayan ve onun Schopenhauer
ve Wagner’in etkisinde kaldığı dönemdir (Müziğin
Ruhundan Tragedyanın Doğuşu
).

Schopenhauer’un
pesimist irade felsefesiyle Wagner’in müziği arasında bir ilişki kurma
çabasındadır. Schopenhauer’un felsefesine göre evrenin temelinde kör bir irade
hüküm sürmektedir. Evren ise insanın tasarımından ibarettir.

Bir tasarımdan
ibaret olan evrende, insanın bu kör iradenin etkisinden kurtulmasının yegâne
yolu ise, ya dünyadan el etek çekmek suretiyle Budizm’in Nirvana’sına ulaşmak,
ya da güzellik ve sanat yoluyla iradenin üzerimizdeki etkisini hiçe
indirgemektir. Schopenhauer’un etkisi altındaki Nietzsche, söz konusu kör
iradeden kurtulmanın yolunu Wagner’in müziğinde bulur. (s. 3)

Tragedyalar
Nietzsche’ye göre; oluşun dayanılmaz ağırlığı altındaki Greklerin sanat
vasıtasıyla hayatı çekilir hale getirdikleri eserlerdi.

Nietzsche’nin
filozof kariyerinin ikinci dönemi, 1876-1882 yılları arasındaki döneme
tekabül eder (Wagner ile arasının açılması).  (s. 4)

Nietzsche’nin
din ve ulus kaynaklı geleneksel değerlere karşı olan tavrı arasındaki gerilim,
nihayet Wagner’in 1878’de yazdığı Parsifal Operası ile son noktaya ulaşır.

Nietzsche’nin
söz konusu operayı Hıristiyan değerlerine bir geri dönüş olarak yorumlaması ve
içinde Hıristiyan mistisizminin izlerini bulması, Wagner ile olan yakınlığının
sone ermesindeki en önemli etkendir.

Nietzsche’nin
ikinci dönemini (İnsanca Pek İnsanca)
adlı eseri temsil eder. …ilk dönemindeki Sokrates karşıtı tavrı adeta tersine
dönmüş, Sokrates artık yüceltilmeye başlanmıştır.

Bu dönemde Nietzsche’nin
felsefesi pozitivist karaktere bürünmüştür.

Copleston’un
da işaret ettiği üzere örneğin, Nietzsche bu dönemde iyi ve kötü ayrımını
topluma yararlılık-zararlılık ölçütü ile temellendirir. (s. 5)

Nietzsche
yine bu dönemde, Sils-Maria’dayken Ebedi Dönüş öğretisini geliştirmiştir. Buna
göre, evrende her şeyin bir ebedi döngüsü söz konusudur. Eğer evren hem ileriye
hem de geriye doğru sonsuzsa ve evreni oluşturan unsurlar da sınırlı ise,
evrende oluşa gelen olaylar, bu sonsuz zaman içerisinde, tıpkı geçmişte defalarca
tekrarlandığı gibi ileride de tekrar edilecektir. (s. 5/6)

Nietzsche’nin
üçüncü ve son dönemi (Böyle
Buyurdu Zerdüşt
) adlı eseriyle başlar.

…ana teması
“Üstün İnsan” ve değerlerin yeniden değerlenmesidir.

Nietzsche
bu dönemde üstinsan kavramını nihilizmi aşma projesinin önemli bir kavramı
olarak sunmaktadır.

Nietzsche
üstün insanın ahlaki bakımdan konumlandırılmasını da, 1886’da yayınlanan (İyinin ve Kötünün Ötesinde) adlı
eseriyle yapmayı dener. (s. 6)

Nietzsche
nihilizmin köklerine yönelik jeneolojik araştırması sonucunda, onun köklerinin,
Batı metafizik geleneğinin düalist karakterinde ve geleneksel moral temelli
ahlak anlayışında bulunduğu sonucuna varır. Yine aynı eserde, Nietzsche, efendi
ve köle ahlakı olmak üzere iki çeşit ahlak anlayışının ve değerleme tarzının
varlığına dikkat çeker. (s. 7)

Felsefe
tarihini klasik ve modern şeklinde ikili bir ayrımla ele alan söz konusu
felsefeciler (Leo Strauss, Alasdair MacIntyre vb.) Nietzsche’nin felsefi
düşüncelerini geleneği, topluluk nosyonunu, erdem ahlakını terk eden, birey
merkezli modern felsefi düşüncenin radikalleşmiş bir versiyonu olarak sunarlar.
(s. 9-12)

Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe’de açıkça
Parmenides’i yererek, Herakleitos’tan yana bir tutum sergiler. Herakleitos’a
referansla Nietzsche, oluşun gerçekte kendisi dışından kendisine atfedilen
bütün ahlaki nitelemelerden ari olduğunun altını çizer ve buradan hareketle
oluşa özdeşleştirdiği yaşamı iyinin ve kötünün ötesinde onaylar.

Nietzsche,
Sokrates’ten beri Batı felsefesinin, oluşun ardında değişmeyen bir töz aramakla
meşgul olduğunu ve bu sürecin de nihayetinde nihilizmle sonuçlandığını ifade
eder. (s. 13)

Putların
Alacakaranlığı’ndaki, “Gerçek dünya sonunda nasıl mit oldu?” başlıklı bölümde Nietzsche,
Batı metafizik düşünce geleneğini her biri Platonculuğun değişik şekil ya da
versiyonları olan altı döneme ayırmak ve en önemli çalışması olan Böyle Buyurdu
Zerdüşt’ü de bu geleneğin dışında tutmak suretiyle, kendisi ve çalışmalarını
söz konusu geleneğin dışında konumlandırır. Buna göre Platonculuk,
Platonculuğun değişik bir formu olan Hıristiyanlık, Kant’ın eleştirel
felsefesi, Pozitivizm ve Schopenhauer’un irade felsefesi, Batı metafizik
düşünce geleneğinin insanlığı nihilizme taşıyan değişik formlarından ibarettir.
(s. 13/14)

Dilbilimdeki
fiil kavramı insanlığı, eyleyen ile eylemin birbirinden ayrı olan olduğu
sanısına sevk etmiş ve bu sanı zamanla a priori bir hakikat hüviyeti
kazanmıştır. (s. 15)

Modernizmi
Hıristiyan ahlak anlayışının sekülerize olmuş şekli olarak görür. (s. 16)

Hegel,
modernite ile birlikte tinin kendisine olan yabancılaşmasının sona erdiği ve
insanın özgürlüğüne kavuştuğu kanaatindedir.

…böyle bir
tarih anlayışı, Hıristiyanlığın kurtuluş günü nosyonunun sekülerize olmuş
şeklini temsil etmektedir. (s. 17)

Nietzsche
için tarihin eğer bir anlamı varsa, o da insanların şimdilerini yaşamalarına ve
yaratıcılıklarına katkıda bulunmak yönünde olmalıdır.

Nietzsche
bütün düşünsel seyri boyunca…

…nihilizmin
ötesine geçecek, yüce insani varoluşun gerçekleştirilmesinin imkânlarını
araştırmıştır. (s. 18)

…oluşa
yönelik vurgusuyla, yaşamı hiçe sayan Hıristiyanlık ve Budizm gibi düşünce ve
değer sistemlerinin ötesinde, yaşamın bir bütün olarak onaylandığı, oluşu
merkeze alan bir yaşam felsefesi öngörmektedir.

…benliğin
dönüştürülmesini mümkün kılmak amacıyla felsefenin merkezine Güç İstemi
doktrinini yerleştirmiştir. (s. 19)

Nietzsche’nin
üstinsanı…

…sağlığın
prototipidir.

Amor Fati
kavramı ise insanın önünde duran yeni bir ideal olarak üstinsanın tabiatına
işaret etmektedir.

Kader
sevgisi olarak amor fati, yaşamın evetlenmesi anlamına gelmekte ve Nietzsche’yi
kökenleri Platon’a kadar geri giden metafizik düşünce geleneğinden ve bu
geleneğin bir sonucu olarak varılan nihilist çağın kötümser filozofu olan
Schopenhauer’dan ayırmaktadır. (s. 20)

Nietzsche’nin
yaşama ve oluşa yönelik vurguları, bir bütün olarak yaşamı güç isteminden
ibaret olarak görmesi, yaşam karşıtı düşünme biçimlerine yönelik eleştirileri,
yaşama yönelik her türlü teorileşmenin bir şekilde yaşam ve oluş karşıtı bir
karakter kazanıp insanlığı nihilizme götüreceğine yönelik söylemleri, yaşamı ve
oluşu bir çocuğun ve sanatçının eylemleri kadar masum görüp, onları iyinin ve
kötünün ötesinde konumlandırması; varoluş felsefesi ve yaşam felsefesi üzerinde
kayda değer bir etkiye sahip olmuştur. (s. 23)

Nietzsche’nin
gerek fiziki gerekse ahlaki olgularım varlığına yönelik eleştirileri ve her
türlü olgu iddiasını bir yorum faaliyeti olarak görmesi, hermeneutik düşünce üzerinde
önemli etkilerde bulunmuştur. (s. 24)

Hakikat,
canlı varlıkların özel bir sınıfının kendisi olmadan yaşayamayacağı bir yanlış
türüdür. (s. 33)

Gözle
görünen dünya yegâne dünyadır; “Gerçek dünya” ise sadece bir yalan. (s. 34)

…sadece
neden ve sonucun imgesini gördük. Ve bu resim, bizim sabit ardışıklıklardan
daha temel bir bağlantı görmemizi imkânsız hale getiriyor. (s. 40)

Rastlantı
amaca karşıt olduğundan hiçbir şey bir amaç ya da planın bir sonucu olarak vuku
bulmuyorsa, hiçbir şey rastlantıyla ortaya çıkmaz.

Nietzsche
determinizm düşüncesini bütünüyle reddeden biriydi. Dolayısıyla, onun bu deyişi
gerçekten de karanlık olmak durumundadır. (s. 41)

Nietzsche
kendisini öncü bir psikolog olarak görüyor, insan zihni denen büyük ve bakir
ormanın ilk kâşifi olduğunu düşünüyordu.

Nietzsche’nin
bu bağlamda ilk ve en büyük hedefi ego kavramı olup, temel iddiası da, benlik
diye bir kendiliğin var olduğunu kabul etmenin ontolojik bakımdan gereksiz,
metafiziksel bakımdan da tehlikeli olduğudur. (s. 43)

Ahlaki
kural ve kategorilerimiz dünyayı betimlemeye yaramazlar, fakat daha ziyade
dünyada başarılı olmanın, insanların birbirleriyle başa çıkabilmelerinin
araçları olurlar. (s. 56)

Ahlaki
perspektifin efendi ve köle ahlakı olmak üzere iki temel türü vardır. Bunlardan
ikincisi yaratan şey, korku ve yetersizliktir. Verili bir gurup ya da
toplulukta, belirli bireyler geri kalanlara, aynı topluluğun diğer bireylerinin
yoksun oldukları karakter özelliklerine sahip olmaları dolayısıyla hükmetme
eğilimi sergilerler; söz konusu önderlere ve kararlarına itaat etmek zorunda
olanlar, bu bireyler kızar, onlardan korkarlar. Bu guruplardan her biri “iyi”
sözcüğüne farklı bir anlam yükler. Buna göre önder ve efendiler için “iyi”
sözcüğü tam tamına onların sahip oldukları ve kendileri sayesinde gurup ya da
topluluk içinde öncelik ve üstünlük elde ettikleri nitelikleri gösterir. Ve “fena”yla
(Schlecht) karşıtlık arz eder. Efendilerin bu anlamda iyi olmaları tamamen
analitik bir şeydir. Bu anlamda “iyi” olmayan her kimse “fena”dır. Oysa köle
için, “iyi” tam tamına “fena”nın efendilerin vokabülerinde taşıdığı anlama
sahiptir. Söz konusu “iyi”nin karşıtı, kaplamsal olarak efendilerin dilindeki “iyi”
sözcüğüne eşdeğer olan bir terim olarak “kötü”dür (Böse). Efendiler (onlardaki
anlamıyla) iyi ve (kölelerdeki anlamıyla) kötü olabilirler, ama iyi ve fena
olamazlar. Köleler ise (onların moral vokabülerindeki anlamıyla) iyi ve
(efendilerdeki anlamıyla) fena olabilirler, fakat iyi ve kötü olamazlar. Çünkü
kötü olsaydılar eğer, köle değil de efendi olacaklardı. İyiler, atılgan
girişimcilik, canına susamış ölçüde yüreklilik, kindarlık, şeytansı kurnazlık,
yağmacılık, yönetme hırsı gibi özelliklere, genel olarak da kendilerinde takdir
ettikleri her şeye iyi deme yönelimindedirler; onlar değer belirleyici olup,
dünyaya kendi değerlerini kabul ettirirler. Bu özelliklere sahip olan efendilerden
korkan köleler ise, hem bu değerlere ve hem de onlara sahip olanlara “kötü”
derken, iyiyi doğal olarak acıma, gönül alan yardımsever bir el, sıcak bir
yürek, sabır, çalışkanlık, alçakgönüllülük ile sınırlarlar. Öte yandan köleler
güçsüz oldukları için dünyaya kendi değerlerini empoze edemezler. Bu nedenle Bu
nedenle, onların ahlakları daha önce de gösterildiği üzere güçten ziyade
zayıflığa dayanır. (s. 58/59)

Başkalarının
acı çekişini görmek mutlu kılar insanı, başkalarına acı vermek daha da mutlu: Bu
çetin bir sözdür, ama eski, güçlü, insani, çok insani bir ilkedir. Maymunlar
bile imza atabilir altına: Bu çok tuhaf zulümleri tasarlamakla insanları
öncelediler, onların “başlangıcı” oldular. Zulümsüz şenlik olmaz. (s. 62)

…dışarıya
boşaltılamayan bütün içgüdüler içe dönüktürler.

(içselleştirme
/ Verinnerlichung) (s. 63)

Esas
talihsiz ve uğursuz olan vakıa, dahası, türün en yetkin temsilcilerinin
çoğunluk ayakta kalmayı başaramamaları ya da ancak sosyal uyumsuzlar olarak
ayakta kalabilmeleridir. O şöyle kederlenir: Tür bir doğru boyunca, yetkinlik
içinde gelişmez; güçsüz her zaman güçlüye egemen olur. (s. 69)

(Şen Bilim)
Hakikate inandığımız sürece hâlâ dindar olduğumuzu iddia eder.

…kişinin bu
“öte dünya”yı olumladığı sürece, onun karşıtını, yani bu dünyayı bizim
dünyamızı olumsuzlaması gerekmez mi? …Günümüzün bile bizleri dahi, metafizik
karşıtı tanrısız bizler bile ateşimizi, binlerce yıllık bir inançla, Platon’un
olduğu kadar İsa’nın da inancı olan, Tanrı’nın hakikat, hakikatin de tanrısal
olduğu inancıyla tutuşturulmuş olan meşaleden almıyor muyuz? (s. 71)

Zerdüşt iyi
ile kötüden daha büyük bir güce rastlamadı yeryüzünde.

Zerdüşt
insanlığa bir “amaç” temin etmeyi görevi olarak görür; üstinsan öğretisi de
işte bu amaca hizmet etmektedir. (s. 74)

Ebedi dönüş
düşüncesi kabaca, fiilen vuku bulduğu ve daha birçok kez yeniden vuku bulacağı
düşüncesidir. (s. 78)

Türkçeleştiren:
Ahmet Cevizci

Paradigma
Yayınları, Şubat 2002

İlgili Makaleler