Sosyoloji

Anthony Giddens

Anthony Giddens

1938’de Londra’da doğdu. Doktorasını 1974 yılında Cambridge’de
tamamladı.

1987 yılında Cambridge Üniversitesi’nde profesör oldu. Eski İngiltere
Başbakanı

Tony Blair’in danışmanlığını yaptı. “Üçüncü Yol” olarak
bilinen politik yaklaşımı Tony Blair’in olduğu gibi Bill Clinton’ın da
politikalarında önemli bir rehber görevi görmüştür.

Toplumsal kuramını epistemolojik ve ontolojik yaklaşımlardan
yola çıkarak değerlendirmiş ve toplumsal ilişkilerin analizini anlamak için
ontolojik yaklaşımın önemli olduğunu belirtmiştir.

Giddens makro ve mikro kuramcıların yöntemlerinden farklılaşmış,
geleneksel ve düalist yaklaşımlardan uzaklaşmaya çalışmıştır. Sosyolojide kökleşmiş
karşıtlıkları reddeden bir çaba içinde olmuştur.

Düalizmlerin hiçbir teorik dönüşümü sağlamaya uygun olmadığını
belirten Giddens, toplum/birey (yapı/fail) karşıtlığından söz etmek yerine
aralarında karşıtlıktan oluşan devingenlikleri hesaba katmak gerektiğini
savunur.

O, toplumsal yaşamın evrensel yasalarının bulunmadığını, yapının
dışsal olarak ve tek faktörlü olarak davranışlarımızı belirlemediğini kabul
etmekte ve aynı zamanda Parsonscu bakışın işlevselliğini de reddetmektedir.

Giddens, birey-toplum düalizmine karşı çıkan ve yeniden
üretilen pratikler üzerine yoğunlaşan bir sosyolog olmuştur.

Sosyolojik Metodun Yeni Kuralları adlı kitabında Durkheim’ın
metodunu eleştiriye tabi tutmuştur. Durkheimci gelenekten beslenen Giddens,
Marks ve Weber’in düşüncelerine uzak kalmayıp, işlevselci, yapısalcı, anlamacı
ve tarihselci perspektifleri harmanlayarak yeni bir kuram ortaya koyar. Bu inşacı
kuramını reflektivist ya da düşünümsel/dönüşümsel olarak adlandırır.

Giddens, klasik sosyologların kuramlarını indirgemeci olarak
niteler.
Sosyolojide pozitivist varsayımlar
yerine, yapı ile eylemin soyut problemlerini vurgulayan bir yaklaşımın gereğinin
önemini vurgular.

Giddens’a göre, yorumsamacı/hermeneutik sosyolojilerin eksiği
yapıdır, katkısı ise eylemde insan öznelerin belirleyiciliğidir. İşlevselci ve
yapısalcılar ise, zorlama, güç, organizasyon gibi kavramlarla topluma vurgu
yaparlar. Eksiklikleri ise aktörleri büyük güçlerin oyuncağı olarak ele almaları,
insan failliğini değerlerin içselleştirilmesine indirgemeleridir.

Çifte yorumsama veya hermeneutik: Bütün sosyal bilimler
hermeneutik özellik gösterirler. Betimlenecek bir olayın içinde yer almak
demek, karşılıklı olarak bilgininin sıradan aktörler ve sosyal bilimciler tarafından
paylaşılması anlamına gelmektedir. Sıradan aktörlerin gündelik yaşama dair
atfettikleri anlamlar ile o kültürün içinden gelen sosyoloğun teorik açıklamaları
örtüşünce çifte hermeneutik dediğimiz durum oluşur.

MODERN ÖNCESİ VE MODERNLİK

Giddens söz konusu iki dönemin karşılaştırmasını güven ve
risk değişkenleri üzerinden yapmaktadır.
Modernliği,
17. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve daha sonra tüm dünyayı etkisi altına alan
bir toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimi olarak tanımlar.

Modern-öncesi toplumlarda geleneksel kurumlardaki güvenirlik
ve rutinler, dünyanın olumsallığını gizlerdi. Akrabalık ve cemaat, zaman ve
uzam boyunca güvenilir bir biçimde eylemleri yapılandıran bağlar yaratırdı.
Din, deneyimi güvenilir şekilde düzenleyen bir kozmoloji oluştururdu.

Modern toplumlarda bu kurumsal ortamların hiçbiri güçlü bir
güvenirlik ve ontolojik güvenlik hissi yaratmamaktadır.

Giddens, modern öncesi dönemin genel özelliklerini güven
ortamı ve risk ortamı bakımından analiz eder. Güven
ortamının belirleyicileri
ni 4 faktörle açıklar:

1. Zaman-uzam içindeki toplumsal bağları istikrarlı kılmada
akrabalık ilişkileri düzenleyici bir rol üstlenir.

2. Tanıdık bir çevre sağlayan bir yer olarak yerel
toplulukların varlığına/ağırlığına dikkat çeker.

3. İnsan yaşamının ve doğanın tanrısal bir yorumunu sağlayan
inanç ve ritüel uygulama tarzları olarak dinsel kozmolojiler önemli bir yer
tutar.

4. Bugün ile geleceği birbirine bağlayan geleneğin
çevrilebilir bir özelliğe sahip olmasından dolayı geçmişe yönelik bir bağlantının
söz konusu olduğunu vurgular. Bu dört faktör modern öncesi dönemin temel
güvenlik durumunu sağlayan toplumsal ilişki biçimleridir.

Giddens, modern öncesi dönemin risk
ortamı
nı ise şöyle değerlendirir;

1. Bulaşıcı hastalığın yaygınlığı, iklimin güvenilmezliği ve
sel baskınları gibi doğal felaketler başta olmak üzere doğadan kaynaklanan
tehdit ve tehlikeler mevcuttur.

2. Yağmacı ordular, yerel beyler, haydutlar ve hırsızlardan
kaynaklanan insan şiddeti tehdidinin bulunmasıdır.

3. Dinsel kayradan yoksun kalma ya da kötü bir büyünün
etkisine girme riskinin varlığıdır. Bu riskleri azaltmanın yollarının başında
akrabalık ilişkileri, yerelleşmiş ilişkilerin önemi, dini inançlar ve bir rutin
olan gelenekler gelmektedir. Dolayısıyla bu açıklamalar, modern öncesi dönemde
toplumların nasıl bir risk içinde olduklarını gösterir.

Modern Dönemde Güven ve
Risk

Giddens, modernite ya da gelenek-ötesi (post-traditional)
toplumu, gelenek ve alışkanlığa ait kesinliklere ilişkin rasyonel bilginin yer
aldığı bir düzen olarak tanımlamaktadır.

Güven ilişkilerini üç kategoride değerlendirir:

1. Toplumsal bağları istikrarlı kılma aracı olarak dostluk
ya da cinsel (akrabalık) yakınlıkla ilgili kişisel ilişkiler,

2. Belirsiz zaman aralıklarındaki ilişkileri istikrarlı kılma
yolu olarak soyut sistemler (açılımlı mekanizmalar),

3. Geçmiş ile geleceği bağlantılandırma tarzı olarak karşı-olgusal,
geleceğe yönelik düşünce.

Modern dünya daha önce yaşanan dönemlerden farklı değildir,
aksine modernitenin ileri bir aşamasıdır. Bu özelliklerinden dolayı Giddens bu
dönemi geç modern dönem olarak isimlendirir.

Modernliğin risk ortamını; modernliğin düşünümselliğinden kaynaklanan
tehdit ve tehlikeler, savaşın endüstrileşmesinden kaynaklanan insan şiddeti tehdidi
ve modernliğin düşünümselliğinin benliğe uygulanmasından kaynaklanan kişisel
anlamlılık tehdidi olarak sıralar.

MODERNLİĞİN SÜREKSİZLİKLERİ

Giddens’ın modernliğin süreksizlikleri ile söylemek istediği,
modern toplumsal kurumların birçok bakımdan benzersiz oldukları, diğer bir
ifade ile geleneksel toplum düzeni anlayışını yansıtmadığıdır.

Klasik sosyologların toplumsal evrimcilik anlayışı (ister işlevselcilik
isterse çatışmacı kuramcılar olsun) modernliğin süreksizlikçi karakterinin fark
edilmesini, deyim yerindeyse, engelleyen bir faktör olmuştur.

Giddens & Pierson, modern toplumu endüstriyel uygarlıkla
ilişkili olarak üç kategoride değerlendirmektedirler:

1. İnsan ilişkileri tarafından dünya düşüncesinin dönüşümüne
açık davranışlar seti,

2. Ekonomik kurumların karmaşıklığı, endüstri üretimi ve
pazar ekonomisi ve

3. Kitle demokrasisi ve ulus-devleti de içine alan politik
kurumlar.

Bu çerçeveden yaklaşıldığında, Giddens modern toplumsal
kurumları geleneksel toplumsal düzenlerden ayıran süreksizlikleri ise üç kategoride
değerlendirerek açıklamaktadır:

1. Değişim hızı: Geleneksel
düzenlerin (toplumlar) kendi içlerinde devingen oldukları söylenebilir. Fakat
modernliğin koşulları içinde değişimin hızı had safhadadır. Bunun önemli bir
yönünü teknoloji oluştursa bile, bu hız diğer toplumsal ilişkilerde de kendini
gösterir.

2. Değişim alanı: Dünyanın
farklı bölgeleri birbiri ile bağlantılı hale geldikçe toplumsal dönüşümün
dalgaları yerkürenin tüm yüzeyini kapsamaktadır.

3. Modern kurumların doğası:
Ekonomik üretim sisteminin piyasa koşulları ve metalaşması, ulus-devletlerin
sisyasal sistemi gibi ekonomi-politik güç ilişkilerinin birlikteliği, daha
önceki dönemlerde hiç görülmediği kadar iç içe geçmiştir. Dolayısıyla modern
kurumlar doğaları gereği yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılayan bir özellik
göstermektedirler.

Bu üç kategori aynı zamanda modernliğin karakterleridir.

MODERNLİĞİN DİNAMİKLERİ

Modernlik, özünde gelenek ile bir karşıtlık içindedir. Bu
karşıtlık modernliğin dinamiğini oluşturur. Modernliğin baskın özelliği, yeni
olana karşı açık durmak ve bir düşünümsellik beklentisi içinde olmaktır.
Böylece modernlik düşünümsel olarak uygulanmış bilgiden oluşur.

Modernliğin dinamizmini yaratan dört farklı unsur vardır.
Bunlar: zaman ve uzamın birbirinden ayrılması, yerinden çıkarma/edilme ve açılımlı
mekanizmalar, radikal düşünümsellik ve küreselleşmedir.

Modernlik, Zaman ve Uzam

Modernlik öncesi kültürlerin zamanı hesaplama biçimleri vardır.
Gündelik yaşamın temelini oluşturan zaman hesabı, sürekli zamanı uzama bağlamakta
ve kesinlikten uzak olarak değişken bir durum göstermektedir. Her hangi bir kişi
o günün tarihini ancak diğer toplumsal ve bölgesel işaretlere bakarak söyleyebilirdi.

Mekanik saatin icadı ve nüfusun giderek yayılması
zamanın uzamdan ayrılmasına yol açmış ve zaman, günün dilimlenmesine örneğin,
çalışma saatinin düzenlenmesine olanak sağlamıştır.

Modern öncesi toplumlarda uzam ve yöre kavramları birbiri
ile örtüşmekte ve toplumsal yaşamın uzamsal boyutları birçok bakımdan bireylerin
birbirleri ile yerel etkinlikleri bakımından önem taşımaktadır. Modernliğin
ortaya çıkması ile birlikte yüz yüze etkileşim durumundan uzaklaşılarak orada
bulunmayanların etkileşimlerini de kapsayacak biçimde yöreden kopuşu getirmiştir.

Zaman ve uzamın nasıl boşaltıldığını anlamak için, insanların
zaman-uzamla nasıl bir ilişki içinde olduğu ele alınmalıdır. Modernliğin başlangıcına
kadarki dönemde zaman ve uzam doğal ortamlarla ve çevrelerle çok yakından ilişkiliydi.
Fakat modern toplumlarda zaman ve uzam, daha önceden sahip oldukları doğa ile ilgili
bağlarından koparılarak soyut varlıklara dönüşmüşlerdir. Dahası uzam kavramının
kendisi fiziksel olmaktan çok sembolik hale gelmiştir. Bilindiği gibi
modernlik, ilerlemeye duyulan inanç ile ifade edilir. İlerleme, değişim anlamına
gelir ve zaman ve uzamın boşaltılması değişimi yerel alışkanlık ve pratiklerin sınırlamalarından
serbest kılarak çeşitli değişme olasılıklarını başlatmaya hizmet eder.

Zaman ve uzam, doğa ilişkileri ve toplumsal ilişkilerden
soyutlandığı (boşaltıldığı) için yaşamlarımız tam anlamıyla rasyonel
organizasyona bağlıdır. Zaman ve uzamın boşaltılması, zaman-uzam uzaklaşmasının
sınırsız biçimde arttırılabileceği anlamını taşır ve artan zaman-uzam uzaklaşması,
artan düşünümsellik karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirirler ve birlikte
modernliğin dinamizmini- sürekli değişim yönelimini- yaratırlar.

Yerinden Çıkarma/Edilme
ve Açılımlı Mekanizmalar

Giddens kurumları açılımlı mekanizmalar açısından değerlendirirken
buna mantıklı bir açıklama getirdiğini belirtir. Bu noktada ideal bir
geleneksel toplum tipi kurgulayacak olursak bu toplumda toplumsal ilişki ve
etkileşimin birçoğu, yerel ortamlarda kökleşmiş karşılaşımlar içerisinde
gerçekleşir. Bu toplumda insanlar çevrelerindeki herkesi tanırlar ve yardıma ihtiyaç
duydukları insanlara bağımlıdırlar. Mesafeli durumlar, mesafeli ötekilerle
birlikte sürekli olarak değişmez kalır yani mesafe korunur. Bu bağlamda yaşamı
yerel bağlamından çekip çıkaran iki temel mekanizma vardır: I. sembolik
göstergeler ve II. uzmanlık sistemleri:

Sembolik göstergeler
herhangi bir kişi ya da kurumla ilişkili olmaksızın dağıtılan/devreden değişim
araçları açısından düşünülebilir. Birçok gösterge türü olmakla birlikte para bu
türler arasında mükemmel bir örnektir. Para, her malın aynı değer sistemine
göre belirlendiği evrensel bir değer sistemi yaratır. Diğer her şeyi temsil
edebilmesi için kendi içinde bir değer taşımamalıdır. Paranın evrensel ve soyut
doğası onu sınırlamadan özgür kılar ve uzun mesafeler ve zaman periyotları karşısında
değiş tokuşu kolaylaştırır.

Uzmanlık Sistemleri:
Geleneksel toplumlarda yaşayan bireyler herhangi bir ihtiyacı için bizzat
tanıdığı bir yakınından yardım alabilirken, modern toplumlarda bireyler ihtiyaçları
için hiç tanımadıkları uzmanların yardımına ihtiyaç duymaktadırlar. Modern
yaşamın her anında soyut uzmanlık bilgi sistemlerine bağlı hareket ederiz (trafikte
ışıklarda durmak dahi bunun örneğidir). Uzmanlık bilgi sistemleri, yaşamlarımızın
merkezini yerel bağlamlardan soyut bilgi ve uzak ötekilere geliştirilen bağımlılığa
taşıdıkları için açılımlıdırlar.

Modernliğin Düşünümselliği

İlerleme ve düşünümsellik, doğaları gereği birbirleriyle ilişkilidir.
İlerleme, ulaşılmış bir amaç olmaktan ziyade
motive edici bir değer, modernliğin söylemsel bir özelliğidir.

Modernliğin düşünümselliği, düşünce ve eylemin sürekli olarak
birbirinin üzerine yansıtılması ile sistemin yeniden üretilmişliği üzerine
kuruludur.

Modern bilgi, bilimsel bilgiye eşdeğerdir ve bilgiyi
bilimsel yapan ise daimi bir irdeleme ve sistematik şüphedir.

Küreselleşme

Giddens küreselleşmeyi, yerel oluşumları millerce uzakta
gerçekleşen olaylar tarafından şekillendirecek biçimde uzak yerellikleri
birbiriyle bağlantılandıran dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması
olarak tanımlar. Küreselleşmeyi bu nedenle, bir arada bulunma halini zaman ve
uzamın daha da ötesine taşıyan uzak ile yerel arasındaki diyalektik bir ilişki
bağlamında değerlendirir.

Modernliğin yapısal olarak küreselleştirici özelliği bulunduğuna
değinen Giddens kapitalizm, endüstrileşme, şiddet tekeli/zorlayıcı güç ve
gözetim olgularının modernliğin dinamizmini ve zaman periyodunu biçimlendirdiğini
öne sürer.

Endüstrileşme, şiddet tekeli/zorlayıcı güç ve gözetim
birbirlerini besler ve genel anlamda endüstriyel-askeri kompleks olarak tanımlanan
şeyi yaratırlar. Kapitalizmin farklı uluslar arasında ilişkileri mümkün kılması
gibi askeri bir kompleks de uluslararası ilişkileri meydana getirir.

Giddens, küreselleşmenin boyutlarını, kapitalist dünya
ekonomisi
, ulus-devlet sistemi, uluslar arası işbölümü ve askeri
dünya düzeni
olarak dört kategoride değerlendirir.

Bugün dünyanın ekonomik örgütlenişi ana güç merkezleri olan
kapitalist devletler aracılığı ile gerçekleştirilmektedir.

Ticari kuruluşlar dolayısıyla ulus aşırı şirketler ekonomik güçlerine
bağlı olarak hem kendi ülkelerindeki hem de diğer ülkelerdeki politikaları
etkilerler.

Küreselleşme, doğası gereği merkezileşme yönündeki dönüşümselliği
ile belli devletlerin toprak egemenliği arasında bir gerginlik yaratır.

Savaşın endüstrileşmesi, silah ve askeri örgütlenme teknik
ve araçlarının bir ülkeden diğerine akışı ve devletlerin birbirleri ile
kurdukları ittifakları kapsayan gücün küreselleşmesi bağlamında değerlendirilmektedir.

Uluslararası işbölümü endüstriyel gelişme ile ilgilidir.
Uluslararası işbölümü sermayenin maliyeti en düşük
olan bölgelerde üretim yapma olanağını yaratmıştır.

Zamanın mekândan bağımsız kalışı modernleştirici bir
süreçtir. Giddens’a göre, küreselleşmenin ön koşulu zamanın mekândan bağımsız kılınmasıdır.
Bu sayede toplumsal ilişkiler mekâna bağımlı olmaktan kurtulmuş uzaktaki
yerlerle etkileşim içine girilmiştir.
Ona
göre küreselleşme, modernitenin devamıdır.

GEÇ MODERNLİK VE
POSTMODERLİK

Giddens çağımızın krizini kapitalimin krizi olarak görmez.
Bugün ve gelecekte yaşanacak gerilimin ekolojik kriz olduğunu iddia eder.
Giddens’ın işaret ettiği ekolojik kriz salt bir çevreci, fiziksel ekoloji değil,
bir “yaşam ekoloji” meselesinin varlığına dikkat çekmeye çalışır.

Giddens için modernlik tanımı gereği kontrol dışıdır.
Modernliğin amacı gelişmedir fakat yarattığı etki, denetimsiz bir değişim
makinesine dönüşen mekanizmaların ve süreçlerin ortaya çıkmasıdır.

Giddens eski “sol” fikirlerin güncelliğini yitirdiğini “sağcı”
fikirlerin ise çelişkili ve hatta tehlikeli olduklarını iddia eder. Giddens’ın
sosyal demokrat (liberal) “üçüncü yol”u ise
sadece bir teori değil, aynı zamanda siyasal aktivizm ve idealizmi
alevlendirmeyi amaçlayan bir eylem programıdır.

GEÇ MODERNLİKTE RİSKLER

İnsanlar sürekli olarak gelecekte doğabilecek riskleri
hesaplamaya çalışırlar. Hızla değişen modern toplumda, bireyler plan kurarak
riski azaltmaya çabalarlar.
Giddens bunu “geleceğin
kolonileşmesi” olarak tanımlar.

Giddens, geç modern topluma özgü dört tip riskten bahseder:

1) Devlet eliyle ya da başka yollarla yapılan ve hiç
kimsenin kaçmasının mümkün olmadığı gözetim,

2) Türlerin yaşamını sürdürememe riskiyle birlikte artan
askeri güç,

3) Kapitalizmin istikrarsız nitelikleri sebebiyle, ekonomik
büyümenin çökme ihtimali ve

4) Kapitalizmi sınırlayan ekolojik ve çevresel kısıtlamalar.

YAPILAŞMA KURAMI VE
YAPININ İKİLİĞİ

Yapılaşma kuramına göre, toplumsal yapılar kurallar ve
kaynaklardan oluşur.

Yapılaşma kuramında Giddens, sembolik etkileşimcilik,
fenomenoloji ve dramaturjinin öngörüleriyle klasik sosyolojinin yapı kavramını
bir araya getirir.

Yapılaşma kuramının birincil yargısı, toplumsal yapıların ve
failliğin tekrar tekrar ve düşünümsel olarak yeniden üretildikleridir: aynı davranışlar
yoluyla aynı anda sürekli olarak yaratılırlar.

Yapının ikiliği, yapının dönüşümlü olarak düzenlediği
toplumsal eylem ya da davranışın hem aracı hem de sonucu olduğu anlamına gelir.
Yapı ile eylem arasındaki bağlantı ise toplumsal pratikler aracılığı ile
kurulur.

Yapılaşma teorisinde toplumsal yapılar, kurallar ve
kaynaklardan oluşur. İki tür kural vardır: normatif kurallar ve anlamlama
kodları/anlamlandırıcı kurallar.

Normatif kurallar davranışı yöneten kurallardır. Anlamlama
kodları ise anlamın üretilmesini sağlayan kurallardır.

Her iki durumda da bu kurallar, toplumsal pratiklerle
sarmalanmış vaziyettedir ve soyut ya da bağımsız olarak var olmazlar.

Yapılaşma Usulleri/ Şekilleri

Yapılaşma sisteminde üç öğe bulunmaktadır: toplumsal
pratikler, usuller ve yapılar. Yapılaşma usulleri, yapı ve eylemin (failliğin)
ifade edilme yollarıdır. Yapılaşmayı müziğin kendisi olarak düşünecek olursak,
usuller analog ya da dijital tarzda olsun yeniden üretilme biçimidir ve
toplumsal pratik de bu müziği üreten müzisyendir. Görüldüğü üzere yukarıdaki
çizelgeden de anlaşılacağı üzere, Giddens bir taraftan üç toplumsal pratiğe
(iletişim, güç ve yaptırım) diğer taraftan da yapılara (anlam, güç/tahakküm ve
meşrulaştırma) tekabül eden üç usul ya da ifade tarzı öne sürmektedir.

Birçok sosyolog kurumları bağımsız etkileri bulunan gerçek,
ayrı nesnelermiş gibi görür, fakat Giddens kurumların gerçek nesneler olarak
varolmadıklarını ifade etmeye çalışır. Farklı kurumsal düzenler, aynı anlamlama,
tahakküm/güç ve meşrulaştırma yapılarından (kural ve kaynaklarından) meydana
gelirler.

Düşünümsel (Refleksive)
Aktörler

Giddens’a göre etkileşimler dâhilinde bulunan üç önemli şey
vardır:

I. eylemin düşünümsel gözetimi,

II. eylemin rasyonelleştirilmesi ve

III. eylem motivasyonu.

I. En farkında olarak yapılan davranış, düşünümsel bir
gözetimdir. İnsanlar birbirleriyle etkileşim kurabilmek için birbirlerinin
davranışlarını takip etmeli, konuşmanın seyrini gözetim altında tutmalı, kendi
davranışlarının izlerini sürmelidirler.

II. Eylemin rasyonelleştirilmesi hususunda Giddens,
söylemsel bilinç ve pratik bilinç arasında bir ayrım yapar. Söylemsel kelimesi
söylem ya da konuşma ile ilişkilidir. Fakat daha derin bir anlama da sahiptir,
analitik uslamlama tarafından ortaya çıkarılan bir söylemdir. Söylemsel bilinç,
eylemlerimize sözlü ve mantıklı bir açıklama yapabilme yeteneğidir. Toplumsal
pratikler ve durumlar hakkında bildiğimiz ve ifade edebildiklerimizdir.

Pratik bilinç ise toplumsal olarak nasıl varolacağımız ve
davranacağımız konusunda sahip olduğumuz bilgiye atıfta bulunur. Fakat insanlar
bu bilgiyi sözlü olarak ifade edemezler.

III. Bilinçdışı güdülenim ya da motivasyon ise alışkanlıklarımız
ve rutinliklerimizdir. Pratik bilinç rutinin üretimi ile ilgilidir ve bir araba
ya da bisiklet sürmeye benzer: Bu eylemin gerçekleşmesi büyük ölçüde alışkanlığımız
ya da pratik bilinç dışındadır.

Giddens, kendi düşünce sistematiğini ontolojik bakışla
ortaya koyar. Bireyin kendi yaşamını devam ettirmesini varoluşsal bir sorun
olarak kabul eder. Bunu da ontolojik güvenlik ile bağlantılandırarak açıklamaya
çalışır.

ELEŞTİRİLER

Giddens’a yönelik eleştiriler insan failliğine yaptığı vurgu
ve modern dünya hakkındaki optimist bakış açısına odaklanır.

Kendisini liberal ve eleştirel bir teorisyen olarak
niteleyen Giddens, kapitalizmi bir sömürü düzeni olarak gören ve yok edilmesi
gerektiğini düşünen Marksist ya da başka türden herhangi bir toplumsal düşünceye
karşı çıkar.

Sosyolojide Yakın Dönem Gelişmeler
Anadolu Üniversitesi, Ocak 2013

İlgili Makaleler