TARIM VE HAYVANCI UYARLANMA – Antropoloji
TARIM VE HAYVANCI UYARLANMA
Tarih ve Tanımlama: Besin Üreticiliğine Geçiş
Dünya yaklaşık olarak 10 bin yıl önce Holosen devir adını verdiğimiz dönemde büyük bir küresel ısınma yaşayarak Son Buzul Çağı’ndan çıktı. Bu büyük iklimsel dönüşüm sonucunda dünyanın belirli yerlerinde avcı-toplayıcı yaşam tarzı terk
Neolitik dönem: Günümüzden 10 bin yıl önce başlayıp yaklaşık olarak 7 bin yıl öncesine kadar devam eden, çeşitlenmiş taş aletlerin kullanımının sürdüğü, ancak insanların yerleşik köy hayatına ve bitkileri evcilleştirmek suretiyle üretimciliğe geçtiği, bu çerçevede çanak- çömlek yapımı gibi yeniliklerin ortaya çıktığı dönemdir. Epipaleolitik dönem: Neolitik dönemi hazırlayan ve günümüzden 12 ilâ 10 bin yıl öncesinde Ortadoğu bölgesinde ortaya çıkan kültürel gelişmeleri yansıtan dönemdir. |
edilerek tarıma, başka bir deyişle besin üreticiliğine geçildi. Holosen devrin başında buzulların erimesiyle birlikte ortaya çıkan buzul-sonrasının ekolojik ortamında, daha sonra evcilleştirilerek tarımı yapılan belli başlı bitkilerin yabani örnekleri dünyanın farklı yerlerinde yaygınlık kazandı. İklimbilimciler bu büyük değişmeye büyük iklim geçişi demektedir. Son Buzul Çağı’nın değişken iklimi, ekolojide pek çok değişmenin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, özellikle Ortadoğu’da, yerleşik hayata ve tarımcılığa geçişle simgelenen Neolitik dönemin hazırlayıcısı olan Epipa- leolitik dönemin yaşam koşullarını da ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’daki Epipale- olitik kültürler yerleşik köy hayatına geçişin ilk adımıdır. Zaman zaman ortaya çıkan soğumalara karşın, daha ılık dönemlerde temelleri atılan bu yeni yaşam biçimi, yeni özelliklerin ve yeni deneyimlerin yaratıcısı olmuştur. Bu dönemde zaman zaman zenginleşen bitki örtüsü de daha kararlı bir ısınma döneminde ortaya çıkacak zengin bitki örtüsünün (floranın) habercisidir. Bu dönem yerleşmelerinde yazlık ve kışlık yerleşmeler ve bunlar arasında mevsimlik hareket biçiminde bir başka yenilik daha görülmektedir. Epipaleolitik insanları henüz tarıma alınmamış olsa da, bir taraftan avcılık yaparken bir taraftan da bazı bitkilerin toplayıcılığı ile geçiniyorlardı. Bunda söz konusu dönemde tohumu yenen bazı bitkilerin bu coğrafyada yaygınlaşmasının büyük rolü vardı. Özellikle arpa ve buğdayın daha sonra evcilleştirilerek tarıma alınmış olan yabani türleri, izleyen Neolitik dönemde olduğu gibi Epipaleolitik dönem yerleşmelerinin yoğun biçimde yayıldığı Doğu Akdeniz koridorunda ve Kuzey Irak-Yukarı Mezopotamya yaşam alanında yayılmıştı.
Bu doğal olanak, yoğun avcılık yapan bu toplulukların avcılıktan kaynaklanan riskleri en aza indirgeyen ciddi bir bitki toplayıcılığı etkinliğiyle hayatı kolaylaştırmalarını sağlamıştır.
Buzul çağının değişken ama soğuk ve kurak iklimi, günümüzden yaklaşık olarak 12 bin yıl öncesine kadar devam etmiştir. Küresel ısınmayla birlikte Avrupa’nın ve Rusya’nın kuzeyini ve İspanya’dan Himalaya’lara kadar bütün Alp dağları sistemini kaplayan buzullar hızla çekilmiş ve buzların çekildiği yerleri ormanlar ve sulak alanlar doldurmaya başlamıştı. Bu ısınma ve nemlenmenin sonucunda bugün tarımını yaptığımız pek çok bitkinin ve evcilleştirdiğimiz hayvan türünün yabani ataları belirli bölgelerde yayıldı. Bu bölgelerde yaşayan insanlar bu büyük ekolojik değişime ayak uydurmuş ve avcılığın yanısıra, ağırlıklı olarak bu yabani bitki ve meyvelerin toplayıcılığıyla yaşamaya başladı. Bu göreli bolluk dönemi ilk yerleşik hayat biçiminin ortaya çıkmasına neden oldu. Artık sürekli yerleştikleri küçük köylerde, istikrarlı bitki, hayvan ve su kaynaklarının sunduğu olanakları istismar ederek yaşayan insanlar, kısa süre içinde yabani olarak tükettikleri türleri evcilleştirmeyi başardılar ve ilk besin üreticiliği, yani tarım ortaya çıktı. Kültür tarihçisi Gor- don Childe, tarımın ortaya çıktığı kültür çağına atfen bu büyük değişime Neolitik Devrim adını verdi. Evcilleştirme birbirine koşut olarak Ortadoğu’da, Afrika’da, Uzakdoğu’da, Güneydoğu Asya ve Pasifik adalarında ve Amerika’da başladı. Ancak anılan ilk tarım bölgeleri tarıma alınan temel bitki türleri bakımından farklılıklar gösterir (bkz. Tablo 6.1). Ortadoğu’da tahıl merkezli, Uzakdoğu’da pirinç merkezli, Afrika’da darı ve patates merkezli ve Amerika’da mısır merkezli bir tarımsal gelişmenin olduğu ve buralarda bu temel bitki türlerinin yetiştirilmesi etrafında örgütlenen bir yaşam ve geçim biçiminin geliştiği söylenebilir. Bu tarımcı yaşam ve geçim biçimleri dalga dalga kendi çevrelerine doğru genişleyen bir yayılma göstermiştir.
Ürün | Evcillefltirilerek tarıma alındığı yaklaşık zaman |
Ortadoğu | |
Arpa (Hordeum vulgare) | günümüzden 9,8 bin yıl önce |
Emmer buğdayı (Triticum dicoccum) | günümüzden 9,5 bin yıl önce |
Einkorn buğdayı (T. monococcum) | günümüzden 9,5 bin yıl önce |
Mercimek (Lens esculenta) | günümüzden 9,5 bin yıl önce |
Yulaf (Avena sativa) | günümüzden 9,0 bin yıl önce |
Çavdar (Secale cereale) | günümüzden 9,0 bin yıl önce |
Bakla (Vicia faba) | günümüzden 8,5 bin yıl önce |
Ekmeklik buğday (T. aestivum) | günümüzden 7,8 bin yıl önce |
Zeytin (Olea europea) | günümüzden 7,0 bin yıl önce |
Afrika | |
Tatlı patates (Dioscorea cayenensis) | günümüzden 10,0 bin yıl önce |
Darı (Sorghum bicolor) | günümüzden 8,0 bin yıl önce |
Parmak darı (Eleusine coracana) | ? |
Afrika pirinci (Oryza glaberrima) | ? |
Kahve (Coffea arabica) | ? |
Sığır bezelyesi (Vigna linguiculata) | günümüzden 3,4 bin yıl önce |
Uzakdoğu | |
Pirinç (Oryza sativa) | günümüzden <10,0 bin yıl önce |
Soya fasulyesi (Glycine max) | günümüzden 3,0 bin yıl önce |
Ceviz (Juglans regia) | ? |
Çin kestanesi (Castanea henryi) | ? |
Güneydoğu Asya ve Pasifik Adaları | |
Mango (Mangifera indica) | günümüzden bin yıl önce 9,2 |
Göleğez (Colocasia esculenta) | günümüzden bin yıl önce 9,0 |
Hindistan cevizi (Cocos nucifera) | günümüzden bin yıl önce 5,0 |
İnce belli darı (Panicum miliare) | ? |
Güvercin baklası (Cajanus cajan) | ? |
Amerika | |
Balkabağı (Cucurbita ssp.) | günümüzden I0,7(?) bin yıl önce |
Biber (Capsicum annuum) | günümüzden 8,5 bin yıl önce |
Pamuk (Gossypium ssp.) | günümüzden 5,5 bin yıl önce |
Patates (Solanum tuberosum) | günümüzden 5,0 bin yıl önce |
Lima fasulyesi (Phaseolus lunatus) | günümüzden 5,0(?) bin yıl önce |
Mısır (Zea mays) | günümüzden 4,7 bin yıl önce |
Manyok (Manihot esculenta) | günümüzden 4,5 bin yıl önce |
Tatlı patates (Ipomea batatus) | günümüzden 4,5 bin yıl önce |
Her ne kadar toplayıcı etkinliğe konu olan bu yabani bitki türlerinin çeşitlenmesi göreli bir yaşam kalitesi ve güvencesi sağlamış olsa da, asıl önemli gelişme Holosen yani tam ısınma döneminde tarımın gelişmesidir. Bu geçiş günümüzden yaklaşık olarak 10 bin yıl önce gerçekleşti. Holosen dönemde iklimsel açıdan en önemli gelişmeler günümüzden 9 bin yıl önce başlayıp 5 bin yıl öncesine kadar devam eden İklimsel Optimum evresinde yaşanmıştır. Bu evrede ortalama sıcaklık, güneş radyasyonu ve atmosferdeki karbondioksit yoğunlaşması arttı ve en
yüksek seviyelerine ulaştı. Bu değişme aynı zamanda yağış miktarında artışa ve nemlenmeye neden oldu. Ortadoğu’da bu iklim değişmesi çarpıcı sonuçlar doğurmuştur. Nemlenme öncelikle Doğu Akdeniz ve Dicle-Fırat çevresinde ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu’ya baktığımızda özellikle evcilleştirilen yabani arpa ve yabani buğdayın Filistin’den başlayıp Yukarı Mezopotamya’yı kuşatan, oradan da İran’daki Zag- ros Dağları’nın batı yamaçlarını işgal eden bir yayılım alanının olduğu görülmektedir. Bu yayılım alanı, Ortadoğu haritası üzerinde bir hilâl görüntüsü sunar. Tarımcılık yapan ilk Neolitik köyler de bu yayılım alanında ortaya çıkmıştır (Bkz. Harita 6.1 ve 6.2).
Tarıma bağlı olarak önce yoğun bir köyleşme meydana geldi. Köy tarımcı hayatın temeliydi. Rift vadisi adını verdiğimiz ve Kızıldeniz’den başlayıp Şeria ve Ürdün nehri vadileri ile Ölü Deniz’i izleyen jeolojik çöküntü yoğun bir yerleşmeye sahne oldu. Eriha gibi büyük Neolitik köyler bu verimli çöküntü alanında ortaya çıkmıştı. Eldeki veriler Eriha’da bir taraftan avcılık yapılırken bir taraftan da arpanın tarıma alındığını göstermektedir. Suriye’de Şam havzasında yer alan Tel Aswad Neolitik yerleşmesinde ise günümüzden 9,8 ilâ 9,6 bin yıl önce, emmer buğdayı, tarla bezelyesi, mercimek ve muhtemelen arpa tarımı yapıldığını saptamışlardır. Bu arada bazı yerleşmelerde ilk evcilleştirilen hayvan türleriyle de karşılaşmaktayız. Örneğin Filistin’deki Beydha’da keçinin evcilleştirilmiş olduğunun saptanmıştır.
Biraz daha kuzeye ve biraz daha doğuya doğru çıktığımızda bir başka önemli Neolitikleşme alanıyla karşılaşmaktayız. Burası Dicle ve Fırat’ın yukarı çığırları arasında kalan ve kuzeyden Toros Dağları ile sınırlanan bir alandır. Bugünkü Diyarbakır, Şanlıurfa, Malatya ve Batman illerinin kapladığı alanla bu Neolitikleşme alanı kabaca örtüşmektedir. Buradaki en önemli yerleşme Ergani yakınlarındaki Ça- yönü’dür. Bu bölgede çarpıcı başka Neolitik yerleşmeler de vardır. Gritille (Adıyaman), Nevali Çori (Şanlıurfa), Hayaz Höyük (Adıyaman), Cafer Höyük (Malatya), Gürcütepe (Şanlıurfa), Göbeklitepe (Şanlıurfa) ve Hallan Çemi (Batman) bunların en önemlileridir. Erken Neolitik dönemde bu bölgenin insanları avcılığa ve yabani buğday toplayıcılığına bağımlı bir geçim biçimi sürdürüyordu. Ancak özellikle Fırat kıyılarına yakın bazı yerlerde, Gritille ve Cafer Höyük’te, henüz hayvan evcilleştirmesine ilişkin herhangi bir bulguyla karşılaşılmamış olmakla birlikte, tarıma geçişin izlerine rastlanmaktadır. Cafer Höyük’te en eski tabakalardan başlayarak yabani ve evcil buğdayın bir arada bulunduğu saptanmıştır. Mercimek ve bezelye de tarımı yapılan bitkiler arasındadır. Günümüzden 10,500 yıl öncesinden itibaren, Çayönü yerleşmesinin ilk tabakalarında da tarıma alınmış buğdaya ve baklagillere rastlanmıştır. Bu, Ortadoğu’da rastlanan en erken evcil bitki örneğidir. Nevali Ço- ri’de ise koyun ve keçinin evcilleştirilmiş olduğu görülmektedir. Ayrıca burada buğday, arpa, bazı mercimek ve bezelye türleri de tarıma alınmıştı. Hallan Çemi’de herhangi bir bitki evcilleştirme izi yoktur ama günümüzden 10,6 ilâ 10 bin yıl öncesine tarihlendirilen domuz kalıntısı, en eski evcil domuz olarak kayda geçmiştir. Tarıma alınmış en eski emmer buğdayına Çayönü ve Cafer Höyük’te, einkorn buğdayı, koyun ve keçinin ilk evcil örneklerine ise Nevali Çori’de rastlanmıştır.
Diğer bir önemli alan, Zap ırmakları boyunca El-Cezire’den daha yüksekteki dağ vadilerine doğru uzanan bir alanda yer alan Zagros dağları bölgesidir. Tarımın tedricî bir biçimde ortaya çıkışı, kabaca bugünkü Kuzey Irak’ı içine alan bu alanda yer alan Şanidar, Tel Magzaliye, Zawi Çemi ve Kal’at Carmo yerleşmelerinde izlenebilmektedir. Örneğin Tel Magzaliye, bu bölgede tarımın başlangıcı açısından kritik bir önemdedir. Zira burada tarıma alınmış pek çok bitki kalıntısı bulgulan-
mıştır. Bunlar arasında buğdaygiller, arpagiller, yulaf, mercimek, keten ve burçak türleri bulunmaktadır.
Bu tabloya baktığımızda, aslında Filistin’den başlayarak Suriye’yi kat eden ve Türkiye sınırları içinde Güneydoğu Toroslara değen, oradan Kuzey Irak’a geçen ve Zagros Dağları’nın batı eteklerine yayılan bir Neolitikleşme ve tarıma geçiş alanından söz etmekteyiz. Bu alanın bir hilâl görünümünde olması ve tarıma geçişin bu hilâlin üzerindeki Neolitik köylerde gerçekleşmesi nedeniyle, bu bölgeye Verimli Hilâl adı verilmiştir.
Bu bölge ilk evcilleştirme bölgelerinden biridir. Burada modern ekmeklik buğday ve emmer buğdayı, bu çekirdek bölgeden Avrupa ve Asya’ya yayılmıştır. Yapılan son genetik araştırmalar tarımı yapılan ilk evcil buğday türlerinin merkezinin Diyarbakır ile Şanlıurfa arasında kalan Karacadağ bölgesi olduğunu göstermektedir.
Özetle bugünkü Türkiye toprakları da içinde olmak üzere Ortadoğu’da evcil- leştirilerek tarıma alınan bitkiler ve yaklaşık ilk evcilleştirilme tarihleri Tablo 6.2’den izlenebilir:
Bugün içiçe olduğumuz bazı hayvan türlerinin evcilleştirilme alanları da aynı bölgededir. Koyun Doğu Akdeniz, Orta Fırat ve Yukarı Mezopotamya bölgesinde; keçi Toroslara kadar uzanan Doğu Akdeniz bölgesinde ve domuz Zagros bölgesinde, günümüzden 10 bin ilâ 7 bin yıl öncesine uzanan zaman diliminde evcilleş- tirilmişti. Ancak ilk evcilleştirilen hayvanın köpek olduğu bilinmektedir. Üst Pale- olitik ya da Epipaleolitik dönemden beri köpek insanın sadık dostudur. Köpeğin evcilleştirilmesi tarımdan önce, yaklaşık olarak günümüzden 14 bin yıl önce avcı- toplayıcılar tarafından başarılmıştı. Ancak besin kaynağı olarak kullanılan hayvanların yoğun biçimde evcilleştirmesi, tarımın başlangıcından biraz sonra başlamıştır. Neolitik dönemde besin kaynağı olarak evcilleştirilen ilk hayvan türleri domuz, koyun ve keçidir. Onları sığır türleri izlemiştir.
(Hayvan evcilleştirmesi hakkında bkz. Tablo 6.2) Buna bağlı olarak, havyancı- lıga dayanan göçebe ve yarı-göçebe yaşam biçiminin yaygınlaştığı gözlemlenir. Öte yandan tarımcı yerleşmelerde büyük baş hayvancılık da ortaya çıkmıştır. Örneğin İç Anadolu’nun gelişmiş tarım yerleşmeleri arasında önde gelen Çatalhö- yük’te sığırın evcilleştirildiği görülmektedir.
Hayvan Türü | Yaklaşık Evcilleştirilme Tarihi |
Ortadoğu | |
Köpek | günümüzden 14,0 bin yıl önce |
Koyun | günümüzden 9,0 bin yıl önce |
Keçi | günümüzden 9,0 bin yıl önce |
Domuz | günümüzden 8,0 bin yıl önce |
Sığır | günümüzden 8,0 bin yıl önce |
Avrasya Bozkırları (Rusya) | |
At | günümüzden 6,0 bin yıl önce |
Hindistan | |
Sığır | günümüzden 8,0 bin yıl önce |
Güneydoğu Asya | |
Tavuk | günümüzden 8.0 bin yıl önce |
Orta Amerika | |
Hindi | ? |
Güney Amerika | |
Lama | günümüzden 6,0 bin yıl önce |
Alpaka | günümüzden 6,0 bin yıl önce |
Tablo 6.2 Hayvan Türlerinin İlk Evcilleştirme Alanları ve Yaklaşık Evcilleştirme Tarihleri Kaynak: Mannion, 1999 |
Özetle Neolitik Devrim’le besin üreticiliğine geçişle birlikte temelde bitki üreticiliği yapan tarımcı köy toplumları ile evcilleştirilen hayvanların besiciliği ile geçinen göçebe ve yarı-göçebe çoban toplumlar ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılda başlayan Sanayi Devrimi’ne kadar insanlık bu temel geçim ve yaşam tarzlarının çeşitli biçimlerine bağlı olarak yaşamışlardır.
Yerleşik yaşama geçişin nedenleriniz tartışınız.
Nüfus ve Tarımın Yayılması
Tarıma geçişle birlikte nüfusun arttığı bir gerçektir. Ancak bunu basit bir nüfus artışı biçiminde tezahür etmiş bir süreç olarak yorumlamak zordur. Zira yerleşik yaşam tarzıyla birlikte, aynı zamanda salgın hastalıklar, kalp ve eklem rahatsızlıkları yayılmış, birlikte daha kalabalık yaşamanın getirdiği gerilimlere bağlı olarak büyük olasılıkla kişiler ve gruplar arasındaki çatışma riski de artmıştır. Bu riskler doğum yüzdelerindeki artışla birlikte ölüm oranlarındaki artışı da beraberinde getirmiş olmalıdır. Ancak nüfusun dengeli bir hızla olmasa bile doğrusal bir biçimde arttığına pek kuşku yoktur. Nitekim biz Neolitik’le birlikte daha önce görmediğimiz büyüklükte yerleşmelerle karşılaşmaya başlamaktayız. Örneğin Ürdün deki Ayn Gazal yerleşmesi nüfusunun günümüzden 7,250 yıl önce 2 hektar genişliğe ve en fazla 604 kişilik bir nüfusa sahip olduğu hesaplanırken, beş yüz yıl sonra bu genişlik 4,5 hektara ve nüfusun üst sınırının 1400 kişiye çıktığı, yine beş yüz yıl sonra bu
sayıların 9,5 hektara ve 2870 kişiye ulaştığı, ve en nihayet günümüzden 5750 yıl önce yerleşme büyüklüğünün 12,5 hektara, nüfusun ise 3575-3775 kişi aralığına yükseldiği hesaplanmaktadır. Arkeolog Robert J. Braidwood, tarımın ilk ortaya çıktığı bölgenin aşırı nüfus baskısı yüzünden biyolojik taşıma kapasitesinin üzerinde bir nüfus yüküyle karşılaştığını ve bu durumun bir göçü doğurduğunu söylemektedir. Tarım tekniklerinin ve kültürünün doğuya, batıya ve güneye doğru yayılması Braidwood tarafından bu olguya bağlanmıştır. Biyolojik taşıma kapasitesinin doygunluğu ile birlikte çiftçiler, yerli toplayıcıları sürmüş ve tarım teknikleri ve tarımcı yaşam tarzı bu harekete bağlı olarak çepere doğru her kuşakta 10-20 km. yayılmıştır. Ammerman ve Cavalli-Sforza (1973) bu harekete ilerleme dalgası adını vermişlerdir. Bu ilerleme dalgası 5 bin yıl içinde Atlantik kıyılarına kadar ulaşmıştı.
Neolitik Devrim’i izleyen 9 bin yıl içinde, dünya nüfusu yaklaşık olarak yüz kat arttı ve 17. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ortalama olarak 500 milyon kişiye ulaştı. Alt Paleolitik’in başlangıcından Neolitik Devrim’e kadar geçen yaklaşık 2-2,5 milyon yıllık uzun avcı-toplayıcı dönemde insan nüfusunun 100 binlerden 5 milyona kadar ulaşabildiği, yani kaba bir rakamla 2 milyon yılda ancak 50 kat arttığı dikkate alınırsa, tarımcı hayatın nüfus üzerinde nasıl bir etki yarattığı da görülebilecektir. Bu artışı sağlayan en önemli etken, yaşamın kalitesini artırmamış olsa bile yaşam güvenliğini sağlayan üretimci hayattır. Tarım teknikleri, toprağın besleme gücünü yani verimini avcı-toplayıcılığa göre 5 ilâ 40 kat arasında değişen oranlarda artırmıştır. Bu artışı ortalama 20 kat olarak kabul edersek, tarım döneminde nüfusun yoğunluğu da 20 kat artmış, 30 kişilik avcı-toplayıcı takımlar Neolitik’le birlikte 600 kişilik köyler haline gelmiş olmalıdır. İnsan hayatının tesadüfî etkenlerin etkisinden çıkarılarak, her türlü ekolojik sorun karşısında geleceği güvence altına alabileceği bir ürün fazlası yaratması, sorunlar karşısında ürün değiştirmek türünden çözümler üretmesi bu güvencenin başlıca kaynağıdır. Ancak aşağıda anlatılacağı gibi, tarımla birlikte insan hayatı pek çok salgın ve bulaşıcı hastalığın tehdidi altına girmiştir. Bu koşullarda yüksek ölümlülük oranı karşısında nüfusu koruyan şey daha yüksek doğurganlıktır. Köy hayatı ve tarımcılık bu yüksek doğurganlığı sağlayan koşulları hazırlamıştır. Buna karşılık ortalama ömür avcı-toplayıcılıkta 25 yıl kadarken, tarımla birlikte ancak 30’a çıkabilmiştir. Bunun nedeni tarımcı hayatın insan hayatının kalitesine büyük bir etki yapamamış olması ve ölüm nedenleri arasına kıtlık, çocuk ölümleri ve doğum sırasındaki kadın ölümlerinde artış, salgın hastalıklar, toprağın tuzlanarak verimsizleşmesi ve savaşlar gibi yeni etkenlerin katılmasıdır. Yerleşik hayata geçişle birlikte, nüfusun aslî artışını sınırlayan bu etkenler, nüfus katlanarak artmasını önlemiş ve nüfus dengeli bir hızla yayılmıştır. Çağın en önemli risklerinden birisi kıtlık ve ona bağlı açlık tehdididir. Özellikle tek ürüne bağımlılığın artmasıyla birlikte, bu risk de yükselmiş; her kıtlığın ardından da bir büyük salgın hastalık yayılmıştır. Bu yüzden tarım döneminde nüfus beklenen kuramsal artışına hiçbir zaman ulaşamadı. Ancak buna karşın, avcı-toplayıcı- lıktan çok daha hızla arttı.
Temel Tarım ve Toplumsal Örgütlenme Biçimleri
Tarımın yayılmasıyla birlikte, bir taraftan avcı-toplayıcılık daralıp dünyanın kenarlarına çekilirken bir taraftan da tarımın yayıldığı bölgelerin ekolojik özelliklerine, burada yaşayan toplulukların demografik durumlarına uygun farklı tarım biçimleri ortaya çıktı. Bu tarım biçimleri, içinde hiç artı-ürün yaratmayan ve tamamen yoğun ormanlık alanlara uyarlanmış topluluklarda görülen bahçecilik tipinde örgütlenmeler olduğu gibi, çok az ürün fazlası yaratan geçimlik tarıma ve tamamen ürün faz
lası yaratmaya uyarlanmış yoğun tarım biçimlerine; ayrıca bitki evcilleştirmesi temelli uyarlanma yerine hayvan evcilleştirilmesi temelli bir uyarlanma biçimi olan göçebe-hayvancılığa kadar uzanan bir çeşitlilik arz eder.
Göçebe-Hayvancılık (Pastoralistler)
Göçebe-hayvancı geçim ve yaşam tarzı (pastoralizm), yukarıda söylendiği gibi, hayvan evcilleştirmesi temelli bir uyarlanmadır. Dolayısıyla yaşam biçimi tamamen üretimin temeli olan hayvanların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyi göçebe-hayvancıla- rın diğer tarımcı topluluklarla girdiği mübadele ilişkilerinin biçimi de etkilemektedir.
Bu geçim tarzında insanların temel üretim ve besin kaynağı olan hayvan sürüleriyle birlikte her zaman taze olan otlak ve çayırlara hareketi, yani transhümans, esastır. Bu yüzden göçebe-hayvancılık yerleşikliği değil göçerliği ya da belirli noktalar arasında hareketi gerektirir. Dünyanın çeşitli yerlerinde tamamı geviş getiren memeliler
olan evcilleştirilmiş koyun, keçi, deve, sığır, lama, alpaka (Fotoğraf 6.3 Alpaka), yak ve ren geyiği çobanlığıyla geçinen pastoralistler, tamamen göçebe bir hayat sürdürenlerden sadece yaylacılık yapan yarı-göçebe topluluklara kadar çeşitlenen farklılıklar gösterir. Ortadoğu, Orta Asya, Moğolistan ve Afrika’da yoğun olarak koyun, keçi, deve ve kısmen sığır otlatıcılığı görülürken, Güney Amerika kıtasında lama ve alpaka çobanlığı, Tibet yaylasında, Doğu Türkistan ve Moğolistan’ın bir kısmında yak, Sibirya ve Alaska’da ise ren geyiği çobanlığı egemendir. Göçebe-ço- banlığın özgün biçimi, hiçbir biçimde yerleşik bir birime bağlı olmadan tümüyle otlak ve çayırlar arasında gezinerek yapılan konar-göçer hayata dayanır. Bu tür yaşam biçimi geniş alanlara ihtiyaç duyar ve tarih boyunca Avrasya bozkırlarında ve Iran, Afganistan, Arabistan yarımadası, Moğolistan ve Mezopotamya düzlükleri gibi geniş ve değişen rakımlı düzlüklere sahip alanlarda yapılmıştır. İkinci bir biçim belli bir yaylak ile belli bir kışlak arasında doğrusal hareket sürdüren kısa mesafeli mevsimlik göçebelik biçimidir. Bunun örneklerini de İspanya ve Fransa’nın Pirene dağlarından Alp dağlarına, oradan Toroslara, Karadeniz dağlarına, Kafkaslara, Zagroslara ve Elbruz silsilesine uzanan Alp dağları sisteminde gözlemleriz. Türkiye’nin Yörükleri bunun tipik örneğidir. Ayrıca tarımcılıkla hayvancılığı birarada yürüten agro-pastoralistler vardır. Bunlar kışları daimi köy yerleşmelerinde yaşarlar ve baharın sonundan itibaren yükseklerdeki yaylalarına çıkarak hayvancılığı sürdürürler (Fotoğraf 6.4 Yaylada bir hayvan sürüsü). Bu tip yaylacıların kademeli yayla sistemleri vardır ve belli tarihlerde belli yüksekliklerdeki yaylaları kullanarak yazın en sıcak günlerinde en yüksek noktadaki yaylalarına çıkarlar. Doğu Karadeniz’de görülen yaylacılık bu türdendir. Bu tür yaylacılar yaylalara çadırla çıktıkları gibi, yaylalarda yapılmış sabit konutları da kullanırlar. Toroslarda çadırlı yaylacı
lık egemenken, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’da sabit konutlu yaylalar görülür (Fotoğraf 6.5 Doğu Karadeniz’de yayla evleri).
Göçebe-çobanlar genellikle yerleşik bitki üreticileriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedir. Bu ilişki tarihsel olarak bitki üreticilerinin ihtiyaç duyduğu hayvansal ürünlerle, çobanların ihtiyaç duyduğu zirai ürünlerin mübadelesine (değiş-toku- şuna) dayanır. Bu mübadele ihtiyacı tarihteki ilk büyük pazarları da doğurmuştur. Dolayısıyla göçebe döngüsünün bir yerinde, bağımlı oldukları bir pazar merkeziyle kurulan iktisadî ilişki ve bunun doğurabileceği siyasî ilişkiler önemli bir rol oynar (Fotoğraf 6.6 Köylü pazarı).
Kaba Tarım Biçimleri
Nüfusu fazla yoğun olmayan bölgelerde, geniş alanlara yayılmış olarak yapılan düşük verimli tarım biçimlerine toplu olarak kaba tarım denilmektedir. Bu tarım tipi, tarımın en ilkel biçimlerini bünyesinde barındırır. Buna karşılık kaba tarım yapan topluluklar, avcı-toplayıcıların aksine yerleşik topluluklardır. Yerleşiklik basit köy yerleşimleri biçiminde tezahür eder. Buna bağlı olarak bu topluluklarda bir toprak bilincinin varlığından söz edebiliriz. Avcı-toplayıcılar, besin arayışlarını bir yerden başka yere, belirlenmiş rotalar gereğince dolaşarak sürdürdükleri halde, basit
çiftçiler enerjilerini sadece belli bir yerde besin üretmek üzere tahsis ederler. Kaba tarımcıların nüfus yoğunluğu da, yine avcı-toplayıcılarla karşılaştırıldığında, oldukça yüksektir. Zira tarımcılık hayatta kalma şansını artıran istikrarlı bir besin güvencesi oluşturur. Besin güvencesinin en önemli unsuru olan tohumluk ve yedeklik besin depolaması, zaten zorunlu olarak yerleşikliği gerektirmektedir. Kaba tarım biçimleri bahçecilik (horticulture) ve geçimlik tarla tarımı olmak üzere iki başlık altında sınıflandırılabilir.
1) Bahçecilik (horticulture): Bu biçime çapa tarımı da denilmektedir. İnsanlar avcı-toplayıcılıktan tarıma geçtiklerinde ilk başvurdukları tarım yöntemi buydu. Kaba tarım biçimleri içinde en az emek harcanan ve buna karşılık en az enerji elde edilen biçim, bahçeciliktir. Bu yüzden artık değer yaratımı yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla bahçecilerde tabakalaşma ve toplumsal farklılaşma görülmez. Bahçeciler, küçük alanlarda, çapa, değnek gibi basit aletler kullanarak tarım yaparlar. Tarlalar kalıcı bir mülkiyetin konusu değildir, hatta çoğu zaman belirli bir tarla bile yoktur. Çünkü çoğunlukla küçük ve dağınık toprak parçaları bir kere işlenmekte, hayvansal enerji (saban ve onu çeken büyükbaş hayvanlar) veya makine
kullanılmadan sürülüp terk edilmektedir. Bu tarlalar değişik sürelerle nadasa da terk edilirler. Tropikal yağmur ormanlarında yaşayan bahçeciler kes-yak (slash- and-burn) tarımı da denilen bir bahçecilik uygulaması yaparlar. Her yıl orman içindeki bir alandaki bitki örtüsü temizlenerek tarla açılır ve bu açma sırasında ortaya çıkan ağaç ve çalı-çırpı yakılır. Yakılma sonucunda ortaya çıkan küller tarlanın verimini artırır ve burada ekim yapılır. Açılan bu tarla, toprağın verimliliğinin azalmasına ve yeniden yeşeren yabani bitkilerin kültür bitkileriyle rekabet eder hale gelmesine kadar kullanılır. Bu sürenin sonunda açılan tarla, ileride yeniden kullanılabilecek rezerv bir toprak olarak değerlendirilmek üzere terk edilir ve orman içinde başka bir yerde ekim yapılmak üzere aynı işlem tekrarlanır. Tarım alanlarındaki tekrar edip giden bu dönüşüm yüzünden bahçeciliğe dönüşümlü tarım (shifting cultivation) ya da tarla orman dönüşümü (field-forest rotation) adı da verilmektedir. Anlatılanlardan çıkarılabileceği gibi, bu tip tarım yoğun ormanlık alanlarda, özellikle tropik yağmur ormanlarında uygulanabilecek bir kaba tarım biçimidir. Bahçeciler, genellikle kabile örgütlenmesi içinde basit ve düşük nüfuslu köy yerleşmeleri halinde yaşarlar. Bahçeciler, tıpkı avcı-toplayıcılar gibi, komşularıyla basit ticarî ilişkilere girerler. Örneğin avcı-toplayıcı Mbuti Pigme’le- rinin komşuları olan bahçeci Bantu’larla yaptıkları sessiz ticaret bu ilişkilerin güzel bir örneğidir. Zira Bantu’lar hayvansal ürünler bakımından avcı-toplayıcı komşularına bağımlıdırlar.
Bahçeci tarım biçimlerinden biri olarak tanımladığımız dönüşümlü tarım, aslında sadece Amerika kıtaları ve Güneydoğu Asya gibi yoğun ormanlık alanlarda uygulanmış bir tarım biçimi değildi. Bu tarım biçimi aslında Hıristiyanlık Çağı’nın başına kadar Avrupa’da ve 17. yüzyıla kadar Kuzey Amerika’da uygulanmıştı. Hatta Daniel Bates, Avrupalı fatihlerin Kuzey Amerika’da başarılı bir uyarlanma geçirmelerinin ve kalıcı olmalarının nedenini, onların Amerikan yerlilerinin uyguladığı yak-aç tarımını başarıyla taklit etmelerine bağlamaktadır.
Hane: Kendisini aile olarak tanımlayan iki ya da daha çok sayıda bireyden oluşan, temel ihtiyaçları karşılamak, bunun için gereken iktisadî, biyolojik ve kültürel etkinlikleri sürdürmek için, ortaklaşa çaba üzerine inşa edilmiş bir yaşam pratiğini sürdüren toplumsal birimdir. |
2) Geçimlik Tarla Tarımı: Bahçecilik uygulamalarının olanaklı olduğu coğrafyaların dışında, bir kaba tarım yöntemi olarak geçimlik tarla tarımı yapıldığı görülmektedir. Geçimlik tarla tarımında küçük ve düzensiz tarlalar söz konusudur. Ekilen üründen elde edilen verim, yine o ekim işini yapan bir hanenin ihtiyaçlarını giderecek kadardır. Yani bu tarım biçiminde de artık değer yaratımı söz konusu değildir, sadece geçimlik üretim söz konusudur. Her biri birer bağımsız üretim ve tüketim birimi olan haneler, burada da, tıpkı bahçecilikte olduğu gibi eşitlik ilkesine dayalı olarak etkinliğe katılır, üretim ve tüketimi birlikte gerçekleştirir. Dolayısıyla burada tabakalaşma yoktur ya da çok gevşektir. Bu tarım biçimi tamamen insan ve hayvan gücüne dayanmaktadır ve burada da, bahçeciler kadar uzun süreli olmasa da nadasa bırakma uygulaması görülür. Ancak bu tarım biçiminde insan gücü kritik bir unsurdur. Hem üretime katılmak hem de üretimde kullanılan hayvanların bakım ve idaresi yüksek bir emek gücüne ihtiyaç yaratır. Bu da geniş aile demektir. Bu özellikler, bahçecilerin aksine, geçimlik tarla tarımı yapanları köylülük kategorisine sokar. Bu kategoride hane temel iktisadî ve toplumsal birimdir. Dolayısıyla köylülük terimi bir iktisadî etkinlikten fazlasını anlatır. Bu tarz sadece bir iktisadî etkinlik değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi, toplumsal örgütlenme ve kültürel eğilim bütünüdür.
Yoğun Tarım Biçimleri
Sadece geçimlik üretim yapmakla yetinmeyip artık değer de yaratan bir üretim etkinliğine geçmiş ve bu etkinlik etrafında örgütlenmiş tarım biçimine yoğun tarım
denir. Tarım burada artık değer yaratmaktan ya da para kazanmaktan fazlasını anlatır. Burada da hane temel birimdir ve her hane içinde örgütlenmiş olduğu köy yerleşiminin iktisadî, coğrafî ve toplumsal sınırları içinde, sermaye temelinde değil, üretim araçlarının bakımına ve geçimin sürdürülebilirliğine odaklanmıştır. Neolitik dönemden çıkıp Kalkolitik döneme ve Tunç Çağı’na girildiğinde, özellikle Mezopotamya’da kuru tarım yerine sulamalı tarıma geçilmesiyle birlikte, tarımdan ar- tı-ürün yaratımı başlamıştı. Bu artı-ürün yaratımı, kısa sürede öyle boyutlara vardı ki, Gordon Childe’ın ikinci büyük devrim olarak tanımladığı Kentleşme Devrimi ortaya çıktı. Tarımdan elde edilen artık, bundan böyle tarımda fiilen çalışmak zorunda olmayan bir nüfusu da besleyebilecek hale gelmiş, bununla birlikte toplumsal yaşam içinde başka uzmanlar, başka faaliyet alanları ve yeni mekânsal ve siyasal örgütlenme biçimleri, kent ve devlet, ortaya çıkmıştı. Kalkolitik dönemden modern çağa kadar, içinde yoğun tarım yapılan çeşitli toplumsal örgütlenme biçimleri meydana gelmiştir. Bunlardan ilki toprağın mülkiyetinin bir toprak beyinde veya kral gibi bir yöneticide bulunduğu ve çiftçilerin onlar için üretim yaptığı feodal veya haraççı üretim tarzıdır. Burada çiftçiler, toprağın sahibi olarak ya da anılan toprak sahiplerinin tarlalarında ortakçı veya yarıcı olarak üretime katılır ve üretilen artık değer bu egemenlere aktarılır. Bu yoğun tarımdaki en yaygın ve uzun sürmüş istismar biçimidir. Örneğin Çarlık Rusyası’nda toprak sahibi bir beye bağlı olarak çalışan bir çiftçi hanesi, izinsiz köyünden ayrılamazdı. Aynı durum toprakların kuramsal olarak sultana ait sayıldığı Osmanlı împaratorluğu’nda da söz konusuydu. Avrupa feodalitesinde de benzer ilişkiler kurumsallaşmış ve bütün bu örneklerde köylüler ürünlerinin belirli bir yüzdesini toprak sahibine vergi, kira veya haraç olarak aktarmak zorunda kalmışlar, hatta yılın belli dönemlerinde toprak sahibine ait özel toprakta (malikâne toprağında) bedelsiz olarak çalışmayı kabul etmişlerdi. Hindistan’da, Ortadoğu ve Güney Amerika’da da toprak kullanımı benzer ortakçılık biçimleriyle sürdürülmüştür. Ortakçılık ya da yarıcılık, başkasının sahip olduğu bir toprakta çalışan çiftçinin ürünün ya da kazancın belli bir bölümü karşılığında emeğini ortaya koyması biçiminde tanımlanabilir.
Bir ikinci yoğun tarım uygulaması köle emeği kullanılarak yapılan üretimdir. Burada özgür köylü ya da serf yerine, üretimde yoğun köle emeği kullanılır. Kölelerin iktisadî ve siyasî hakları yoktur. Özellikle antik dünyada bu tür bir tarımcılığın yaygın biçimde uygulandığı, savaşlardan ya da kaçırılma suretiyle elde edilen kölelerin üretim aracına dönüştürüldüğü ve bunun sonucunda büyük imparatorlukları ya da ekonomileri besleyen yüksek bir artık-değer yaratıldığı görülür. Bu yüksek artık-değerin yarattığı iştah, modern çağlarda bile köle emeğinden vazge- çilmemesinin nedenidir. Güney ve Kuzey Amerika’daki büyük ölçekli tarım, 19. yüzyılın ortalarına kadar neredeyse tamamen köle emeğine bağımlıydı. Bu tür tarım, geleneksel bitkiler yerine endüstriyel bitkilerin (özellikle pamuk, tütün, kakao, kauçuk ve kahvenin) üretimine yoğunlaşmıştı.
Kalkolitik dönem: Neolitik dönemi izleyen ve aşağı yukarı İÖ. 5500 ilâ 3500 yılları arasında sürmüş olan, Tunç Çağı’nı hazırlayan ekonomik ve toplumsal gelişmelerin yaşandığı dönemdir. Tunç Çağı: İÖ. 3500 ilâ 1200 yılları arasında, yoğun maden işlemeciği, kent hayatı, yazı gibi büyük kültürel ve iktisadî gelişmelerin yaşandığı, ilk devletlerin ortaya çıktığı uygarlık çağıdır. |
Serf: Toprak sahibi olmayan, bir beyin ya da büyük toprak sahibinin toprağında, o toprakta üretim yapmak şartıyla yaşayan ve geçimini böylece temin eden köylü tipidir. |
Üçüncü biçim küçük köylü işletmeleri yoluyla yapılan üretime dayanır. Burada köylü özgürdür ve temel üretim kararları özgür köylü hanesinde alınır. Anca küçük aile işletmeciliği de denilen bu biçimde çiftçi pazarda oluşan fiyatların, üretimdeki girdi fiyatlarının ve en önemlisi demografik etkinin baskısı altındadır. Nüfusu artan hanenin sahip olduğu en önemli üretim aracı, yani toprak sürekli olarak bölünme ve dolayısıyla verimliliğini yitirme tehdidi altındadır. Öte yandan bütün bu baskı etkenleri köylülüğün çözülmesine ve kırdan kente göçün hızlanmasına neden olmaktadır.
Kaba tarım yapan üretimciler, kendi üretim araçları (toprak, alet-edevat ve emekleri) üzerinde tam bir tasarruf hakkına sahiptir; ne kadar çalışacaklarına, hangi ürünü ekeceklerine ve ne kadarını ellerinden çıkaracaklarına kendileri karar verirler. Köylülerin ise bu özgürlüğü yoktur. Toprağı tasarruf etme biçimlerine ve emeklerini nasıl kullanacaklarına kendileri değil, emekleri ve üretim araçları üzerinde mülkiyet ve tasarruf hakkını ellerinde tutan kişiler karar verirler. Feodal ve haraççı ilişkilerden kurtulup pazar için üretim yapan özgür köylüler bile, emek ve sermayelerini belirli ölçülerde kontrol edebildikleri halde, sonuçta kendileri dışındaki pazarlara, ürünleri bu pazarlara sevk eden aracılık ilişkilerine ve yönetsel süreçlere, girdi fiyatlarına ve ürünlerinin piyasa değerine bağımlıdırlar.
Yoğun tarımsal üretim sonucu ortaya çıkan artı ürün, yoğun tarımcılarla kaba tarımcılar arasında önemli farklılıklar ortaya çıkarır. Bunlar nelerdir? Tartışınız.
Enerji ve Çevre
Tarım biçimlerinin tamamının hedefi, tıpkı diğer geçim biçimlerinde olduğu gibi, belirli bir toprak biriminden insanların yararına kullanılabilecek istikrarlı ve güvenilir bir enerji elde etmektir. Bahçeciler yoğun tarım yapan çiftçilere göre dönüm başına çok daha az ürün alır ve enerji (kalori) elde ederler. Ancak buna karşılık bu kalori miktarının elde edilmesi için harcadıkları enerji yoğun tarımcılara göre çok daha azdır. Dolayısıyla birim başına elde ettikleri verim çok düşüktür. Özellikle bahçecilerin besin üretiminde başvurdukları enerji kaynağı büyük ölçüde kendi kas enerjileridir. Onları ilgilendiren yalnızca bir aileyi besleyecek kadar üretim yapmaktır. O nedenle üretim için ayrılan nüfus da diğer tarımcılarla karşılaştırıldığında azdır. Bu nedenle bahçecilikle uğraştıkları halde, çoğu avcılığı da sürdürür. Çünkü lüks bir besin olan eti elde etmek için ayırabilecekleri zaman fazlası vardır.
Kaba tarım yapanlar, üretim ve yaşam için görece daha az enerjiye ihtiyaç duyduklarından fiziksel ve doğal çevrelerini de o ölçüde az değiştirirler. Üstelik yaşadıkları ekosistem onlara geniş bir biyolojik çeşitlilik sunar. Yoğun tarımcılar ise aksine tek veya birkaç ürüne bağımlıdırlar ve çevrelerini bu ürün türüne uygun biçimde hatırı sayılır derecede değişikliğe uğratırlar (Fotoğraf 6.7 Doğu Karadeniz’de çay tarımı). Yoğun tarımcıların tek ürüne bağımlılığı, onların tarih içinde büyük krizlere savrulmasına da neden olmuştur. Örneğin 1840’larda İrlanda’da yaşanan patates kıtlığı ve yakın zamanlarda, 1980’lerde Afrika’nın Sahel bölgesinde (Orta Afrika’da) görülen büyük kıtlık kitlesel göçlere ve ölümlere yol açmıştır. Bu tür risklerin yanısıra yoğun tarımın yol açtığı en önemli değişim, biyolojik çeşitliliğin ortadan kalkmasıdır. Ürün miktarını artırmanın en güvenli yolu olan tek ürüne bağımlılık, ne yazık ki biyolojik çeşitliliği, dolayısıyla doğanın kendini yenileme ve çeşitlendirme yeteneğini zayıflatmıştır. Bu insanın bir ölçüde doğadan ve onun yerel bilgisinden kopuşu anlamına da gelir. Oysa bahçeciler, uyguladıkları yöntem gereği doğa hakkında çok şey bilmek zorundadırlar. Özellikle farklı toprak çeşitleri, yangın yöntemleri
ve rüzgâr durumuyla ilgili çok hassas ayarlamalar yapmak durumundadırlar. Bunun yanısıra farklı bitki türlerinin yetişme koşulları, onların yaşam alanlarına ilişkin bilgiler ve mikroiklim koşulları hakkında da çok bilgilidirler. Zira Daniel Ba- tes’in vurguladığı gibi bu bilgiler onların varoluşunun ön koşuludur.
Göçebe-hayvancıların temel enerji kaynağı otlak ve çayırlardır. Otlak ve çayırlardan hayvansal ürünlere dönüşen enerji, bitki tarımcılığına göre çok daha düşük bir verim sağladığı gibi, çok daha fazla emek gerektirir. Zira toplam enerji her dönüşümünde giderek azalmakta ve insanın elde ettiği enerjiye gelindiğinde tarımcının elde ettiği enerji miktarına ulaşabilmek için bir hesaplamaya göre yaklaşık on iki katı kadar daha fazla katkı istemektedir. O nedenle göçebe-hayvancıların bu zahmetli üretim biçiminden uzaklaşmaları, tarımcılara göre çok daha hızlı olmaktadır. Bu uzaklaşmadaki bir diğer etken geleneksel göçebe-yerleşik karşıtlığıdır. Göçebeler transhümans sırasında tarımcılara ait topraklardan geçtiği için bu üretim birimlerine zarar vermekte ve yerleşikler bu yüzden göçebeleri kendi çevrelerinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Devletler de çok daha zor kontrol edebildikleri göçebeleri yerleştirerek onları yerleşik birer vergi birimine dönüştürmeye uğraşmışlardır. Bu üç baskı göçebe-hayvancılığın temel gerilimini oluşturur.
Toplumsal Örgütlenme ve Siyaset
Yerleşikleşme ve nüfus artışıyla birlikte daha karmaşık bir toplumsal örgütlenme ortaya çıkmıştır. Tarım zaten yüksek nüfusu ve bu nüfusun işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Tarlaların temizlenmesi, üretim süreçleri için zamanın düzenlenmesi, ürünün ekimi, dikimi, hasatı ve kaldırılıp depolanması, gereğinde pazara iletilmesi, ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesi bir işbirliğini ve örgütlenmeyi gerektirir. Ayrıca bütün bu örgütlenmeyi sağlayacak, karar verecek merci ve kişilerin belirlenmesi, bu kişi ve mercilerin bu işlevleri yerine getirmesi, (evlenme ilişkileri, çocuk bakımı gibi) toplum içi ilişkileri düzenleyecek kuralların koyulması ve gözetilmesi de bu toplulukların temel ihtiyaçları arasındadır. Bütün bu işlevler siyaset kurumunu doğurur. Ortaklaşa çalışan ve eşitlikçi topluluklarda, örneğin avcı- toplayıcılarda, bu tür sorunlar nadiren ortaya çıkar. Çünkü bu tür topluluklarda sorunlar birleşerek değil bölünerek çözülür. Bahçeciler gibi toprağın ortak mülkiyetini kabul eden topluluklarda dahi, sonuçta üretim üzerindeki tasarruf hakkı hanelere aittir. Bir sorun çıktığında bahçecilerin de çekip gitme (göç etme) şansı vardır ama bir kez göç edildiğinde düzenlenmiş üretim ilişkilerini yeniden kurmak oldukça zordur; o yüzden bahçeciler de göç yerine sorun çözme mekanizmaları oluşturmayı tercih ederler. Tarımcılar büyük ölçüde evlilik ve akrabalık ilişkileri temelinde örgütlenirler. Burada temel birim, yukarıda değinildiği gibi, kendi kendine yeterli birer üretim ve yeniden üretim birimi olan hanedir. Hane aile demektir. Dolayısıyla hanenin büyüklüğü ve niteliği ailenin tanımını belirler. Ancak üretimden kaynaklanan riskleri karşılamak için bu haneler tümüyle bağımsız değillerdir ve buna bağlı olarak kendilerinden daha büyük bir cemaatle bütünleşirler. Bu bütünleşme evlilik ve akrabalık bağları, daha ileri düzeyde ise dinsel ve siyasal kurumlar aracılığıyla sağlanır.
Göçebe-hayvancılarda da hane (ya da çadır) temel iktisadî ve toplumsal birimdir. Bağımsız bir sürü sahibi olan her hane, yaylalar söz konusu olduğunda başka tür bir mülkiyet ilişkisi içine girerler. Çünkü temel ekolojik birim olması nedeniyle hayatiyet arz eden yayla ve otlaklar, bu temel kaynağın bütünlüğünün, canlılığının korunmasına ve çatışmaların azaltılmasına dönük olarak ortak mülkiyetin konusudur. Sürü sahipliği ve otlatıcılığı, gündelik üretim işleri hanelerin sorumluluğu
altındayken, otlak ve yayla hakları bütün çoban topluluğa aittir. Bu karmaşık ilişkileri düzenleyen otorite, ister istemez bitki üretimciliğinden daha ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. buna bağlı olarak birer siyasal birim olarak karşımıza kabileler, aşiretler ve beylikler çıkar.
Siyaset ilişkisi en başta birilerinin karar verme yetkisini tanımakla başlar. Karar verme yetkisi, en ilksel düzeyde bir iktidar ilişkisi yaratır. Dolayısıyla tarımcılar, av- cı-toplayıcılara göre çok daha iyi tanımlanmış ve sınırları daha açık biçimde çizilmiş otorite ve iktidar ilişkileri örerler. Bu örgü içinde bir tür önderlik ortaya çıkar. Ancak önderlik rolü tarımcılar içinde büyük bir çeşitlilik arz eder. Örneğin bahçecilerde önder konumdaki reis, sadece belirli bir etki gücü olan bir kişidir. Dolayısıyla otoritesi oldukça zayıftır. Kurumsallaşmış bir örgütü (yani ofisi, memurları, yardımcıları) olmadığı gibi, zor kullanma hakkına da sahip değildir. Reisin işlevi tartışmaları yatıştırmakla, evlilik ilişkilerini ayarlamakla, ayin ve törenleri düzenlemekle, zaman zaman ortaya çıkan köyler veya kabileler arası çatışmalarda ya da mübadele ilişkilerinde önderlik etmekle sınırlıdır. Reis, yetki ve etkisini gelenekten ya da mensup olduğu aileden almaz; aksine müzakere ve/veya avlanma yeteneğiyle ya da başka bazı becerileriyle kendini kanıtlamış biridir. Önderliğinin kaynağı kalıtım, gelenek veya hukuk değil, kendisine duyulan saygı ve kimi zaman salabildiği korkudur. Bu yüzden otoritesi tamamen kendi kişiliğinden ve kişisel becerisinden kaynaklanır.
Geçimlik tarım yapan toplulukların klanlar veya kabileler halinde, kimi yerlerde de bu kabilelerin bütünleşmesiyle, belirli bir pazarın merkezinde yer aldığı beylikler biçiminde örgütlendiğini görmekteyiz. Örneğin Nepal’in Tamang’ları baba soyunu izleyen hiyerarşik olarak sınıflandırılmış klanlar biçiminde ya da soylar halinde bütünleştiğini, yerleşim birimi olarak bir ya da birkaç klanın meydana getirdiği kalabalık köyleri iskân ettiklerini, bu köylerin de bir bağımsız beylik halinde en üst siyasal bütünlüğü oluşturduğunu görmekteyiz. Toplumsal örgütlenmenin karmaşıklaşma derecesi, ister istemez zenginlik, statü ve siyasal etki bakımından belirli bir eşitsizlik derecelenmesi yaratmaktadır.
Klan: Ortak bir atadan geldiğine inanan, ancak bu atayla bağlarını somut biçimde belirlemeyen ya da bireylerden ataya doğru somut bir soy çizgisi izleyemeyen akraba grubudur. Soy: Kişiyi dikey biçimde, geçmişe doğru ataya bağlayan, toplumsal ve kültürel olarak tanınmış bağlardır. Nesep: Gösterilebilir, tanımlanabilir ve kanıtlanabilir soy ilişkisidir. Konik klan modeli: Baba yanlı soy çizgisini izleyen ve en büyük oğul önceliği ilkesini esas alan, soyun dallarının birbirine karşı hiyerarşik konumlanışının, onların soy çizgisi içinde esas ataya yakınlıklarına göre belirlendiği ve bu konuma göre esas ataya yakın olanın statüsünün daha yüksek olduğu soy ilişkileri sistemidir. |
Kabile, tarımcılar için temel bir örgütlenme tarzıdır. Kabilelerde kandaşlık esastır ve tanımlanmış bir toprak parçası üzerinde yaşayan birbiriyle akraba bir büyük soydan ya da bir kaç soyun birleşmesinden oluşurlar. Antropolog Elman Service’in tanımına göre kabile, bahçecilik ya da çobanlık gibi yoğun olmayan besin üretimiyle uğraşan, merkezî bir yönetimi ve yatay ve dikey hareketliliği olmayan, sınıfların oluşmadığı, soy temelli ve kendisini ortak bir atayla ya da akrabalıkla tanımlayan toplumsal gruptur. Soy grupları nesepler veya klanlar biçiminde görülür. Ortak bir atadan gelindiğine inanılır. Bu atanın mutlaka bir insan olması gerekmez, kimi durumlarda bir hayvan da ata olarak tanımlanabilir. Buna totem denilmektedir. Kabileler birkaç soy grubundan oluşabilirler. Ancak bu soy grupları arasında sıkı evlilik ilişkileriyle kurulmuş akrabalık bağı vardır. Bu grupların demografik boyutu da, mekânsal olarak işgal ettiği alan da genellikle küçüktür ve bir ya da birkaç köyü veya köy benzeri topluluğun boyutunu aşmaz. Konik klan modeline (bkz. Ünite 8) göre örgütlenen ve soy ilişkilerini bu modele göre düzenleyen kabile toplumları, avcı-toplayıcılara özgü takım tipi örgütlenmeden daha karmaşık bir örgütlenme biçimidir. Av peşinde koşmak ve av sahalarını korumak zorunda olan takım tipi örgütlenme insanı daha savaşçı ve daha dayanışmacıdır. Kabile topluluklarında ise savaşma hali daha az görülür. Zira başka gruplarla çatışmayı gerektirmeyecek geçim stratejileri üretmişlerdir. Göçebe-çobanlık yapan kabile toplumlarında ise çatışma riski fazladır. Bu çatışma riskini azaltan en önemli strateji
kabilelerin anlaşmalı ya da belirli sözleşme biçimlerine dayalı transhümans döngüleri üretmeleridir. Ancak otlak sahalarının ve sulu bölgelerin kıtlaştığı durumlarda bu risk yükselir. Özellikle çok sayıda hayvanın sevk ve idaresinin gerektiği durumlarda kabile örgütlenmesi, iktisadî ve siyasî ihtiyaçları karşılamaktan uzaklaşır. Bu durumda aşiret ve beylik tipinde örgütlenmelerin doğduğu görülür. Bu tür örgütlenmelerde kabilenin başlı başına bir toplumsal birim olmaktan çıktığı ve aşiretleri teşkil eden alt birimler haline dönüştüğü görülür. Kabile toplumları büyük ölçüde eşitlikçi toplumlardır. Bu nedenle kabilenin başındaki kişinin imtiyazları ve büyük yetkileri yoktur. Bir tür akil adam gibi görünen bu kişinin en önemli işlevi, kabile içindeki anlaşmazlıkları çözümlemektir.
Göçebe-çobanlar çok daha iyi örgütlenmiş siyasal birimlere sahiptir. Bu birimler içinde en dikkat çekici olanı aşirettir. Aşiret örgütlenmesi sadece göçebe-hay- vancı topluluklarda değil, yerleşik tarımcılarda da görülür. Ancak bu topluluklar büyük ölçüde önceden göçebe-hayvancı olup yerleşik hayata geçen ve temel örgütlenme biçimini bu yeni koşullarda yeniden üreten gruplardır. Aşiret, aynı dili konuşan, aynı kültürü paylaşan, göçebe iseler transhümans döngüsü sırasında ortak alanları veya üzerinde anlaşılmış yaylak ve kışlakları kullanan, yerleşik iseler ortak bir yerleşme sahası üzerinde yaşayan, büyük ölçüde aynı kökten ya da ortak çıkarların belirlediği bir geçmişten geldiklerine inanan (ortak tarihi ve toplumsal hatırayı paylaşan), birkaç kabilenin ya da soyun oluşturduğu siyasal bir birlik biçimidir. Bu örgütlenme biçimi, genel olarak Avrasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da gelişmiş, esas itibariyle siyasal bir içeriği olan ve ortak köken inancı neredeyse tamamen kabullere dayanan bir ortak çıkar birliğini ifade eder. Bunun en önemli nedeni büyük sahalar üzerinde hareket etme ya da tecavüze açık alanlarda yerleşme pratiğidir. Bu pratiğin zorladığı bu siyasal ve iktisadî birlik biçimi, bu nedenle Afrika’daki kabile örgütlenmelerinden ve avcı-toplayıcı toplulukların birlik biçimlerinden farklılıklar arz eder. Büyük insan ve/veya hayvan topluluklarını sevk ve idare etme, bu topluluklara yetecek ve doyum sağlayacak ölçüde toprağı kontrol etme gereği ve bu toprak üzerindeki iktisadî etkinliği örgütleme pratiği, hem avcı- toplayıcılardan hem de Afrikalı, Amerikalı ve Okyanusyalı kabile toplumlarından farklı ve daha karmaşık bir örgütlenme örgüsünün hayata geçirilmesini gerektirmiştir. Aşiret tipi örgütlenmede, kabilenin temeli olan kandaşlığın muğlaklaştığı ve önemsizleştiği görülür. Aşiret örgütlenmesinde aşiretin alt birimleri arasındaki kandaşlık ilişkisi genellikle evlilikler yoluyla kurulur ve bu geçici bir durumdur. Zira oluşan yeni koşullara bağlı olarak aşiretin içindeki birimlerin başka gruplara katılmaları ya da başka gruplara mensup birimlerin aşirete katılmaları her zaman mümkündür. Bu nedenle kabile örgütlenmesinin esasını konik klan modeli oluştururken, aşiret modelinde egemen akrabalık ilişkisi dallanan soy sistemidir. Dallanan soy sistemine göre örgütlenen birimler arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur. Yatay düzlemde bu birimler eşittir ve bu eşit birimlerin oluşturduğu aşirette şeflik (beylik, kabiledeki şefliğe göre daha düşük bir otoriteyi kullanır. Bu otorite genellikle emredici bir nitelikte değil, koordine edici ve düzenleyici bir niteliktedir. Zira aşiret örgütlenmesinin doğası emredici bir otoritenin varlığını güçleştirir. Zaten birimlerin belli bir aşiret altında birleşmelerinin nedeni, ortak hareket etme ihtiyaçlarıdır. Zaman zaman ortak hareket etme ihtiyaçları bir aşiretin boyutunu da aşabilir ve aşiret konfederasyonları kurulur. Bu aşiret konfederasyonları bir tür devlet örgütlenmesi gibidir; çoğu durumda şeflikler (beylikler) bir aşiret konfederasyonudur. Bunlar beylik, şeyhlik ya da emirlik (emaret) adıyla anılırlar.
İlk beylikler, Tunç çağında (İÖ. 3. bin) ortaya çıktı. Ekolojik yaklaşıma göre kaynakların kıt olduğu alanlarda ya da iklimsel değişmelere bağlı olarak kaynakların kıtlaştığı Kafkasya ve Anadolu gibi bölgelerde, kaynakların kontrolü için başlayan yüksek çatışma ortamı, şiddetli rekabet ve sıklaşan savaş durumu, planlama ve eşgüdümün bu koşullarda sağladığı üstünlüğe bağlı olarak, beyliklerin yükselişini sağladı. Beylikler pek çok toplumsal grubu içinde barındıran ve çeşitlilik arz eden bu toplumsal grupların birbirleriyle karşılıklı bağımlılık ve çıkar ilişkisi çerçevesinde örgütlendiği belirli bir toprak parçasında, bu bağımlılık ve çıkar ilişkisinin yarattığı refah ve barışı güvence altına alacak siyasal yapılar olarak ortaya çıktılar. Bu siyasal yapının altında yer alan toplumsal ağ, içindeki aşiretlerin, kabilelerin ya da farklı etnik grupların yüksek derecede bütünleşmesine ve iç uyumu yüksek siyasal birimler olarak buyurucu bir otoriteye bağlanmasına yol açtı. Bu otoritenin kaynağı bey ya da şefti. Bey, diğer örgütlenme tarzlarının aksine iktidarını ve otoritesini kendi ailesinden gelen ardıllarına bırakabilme gücünü de elde etti. Bu birimlerin temel özelliği, Service tarafından, aynı zamanda savaş beyi olan, hem askerî hem de üretimci amaçlarla büyük bir emek gücünü harekete geçirme yeteneğine sahip, dağıtımcı-paylaştıran, büyük adam tipi bir önderliğin varlığı olarak tanımlanmıştır. Ancak bu önderler, erken devletlerde ya da tarım dönemi devlet tip- lerindeki önderliklerin aksine, hükümranlık sahasındaki egemen etnik gruba mensuptu. Bu nedenle önderliğiyle bütünleşmiş savaşçı etnik grup, fetihçi özellikler gösteriyor ve kolay kolay çözülmüyordu. Bu haliyle beylikler, aşiret örgütlenme- siyle devlet örgütlenmesi arasındaki bir ara formu ya da bir geçiş formunu ifade etmektedir. Bu nedenle beyliklerin en temel özelliği, çok sayıda insanı ve yerleşim birimini içeren kalıcı bir siyasal düzenleme olmasıdır. Bu siyasî düzenlemede yönetici rolünü üstlenen kesim, aristokratik bir yapıdadır ve süreklilik göstererek he- gamonyasını pekiştirir. Bu aristokratik yapıyı güçlendiren bir içevlilik eğilimi söz konusudur. Bu süreçte yeniden dağıtım’m, yani biriken servetin kurumsal mekanizmalar yoluyla yeniden topluluğa döndürülmesinin, yeri çok önemlidir. Bey, otoritesinin gücünü, geleneksel bağların yanısıra, bu süreçten alır. Bu nedenle beyliklerde soy aristokrasisinin elinde toplanmış aşırı bir zenginlik görülmez. Savaş ve çatışma ortamlarında beylerin yeniden dağıtımcı işlevlerini besleyen en önemli mekanizma, yağma ve çapul kurumları olur. Beyliklerin, devletlerin tutunamadığı kaotik dönemlerde ve çetin coğrafyalarda hemen yayıldığı gözlenir. Zira bu tür ortamlar etnik aidiyete dayalı siyasal yapılara dönüşü kolaylaştırmaktadır.
Beslenme ve Sağhk
Bitki tarımcılığı ya da hayvancılık yapan ya da karma olarak her ikisini de sürdüren topluluklar, avcı-toplayıcılara göre çok daha güvenli ve istikrarlı beslenme rejimlerine sahiptir. Beslenme rejimleri bu toplulukların yaşadıkları ekosisteme ve bu ekosistemin sunduğu üretim olanaklarına bağlı olarak değişmektedir. Dolayısıyla bitki ve hayvan üretimciliğiyle birlikte, tamamen bitkisel diyetlerden tamamen hayvansal ürünlere yayılan bir diyet yelpazesi görülür. Burada toplulukların kendi üretmedikleri ama ihtiyaç duydukları besin maddelerini çeşitli mübadele yollarıyla elde ettikleri görülür. Ancak tarımla birlikte insanların tek yönlü beslenme eğilimi de artmıştır. Neolitik Devrim’den sonra Avrasya toplumlarında tahıl ağırlıklı, Uzakdoğu toplumlarında pirinç ağırlıklı ve Orta ve Güney Amerika toplumlarında mısır ağırlıklı bir beslenme biçiminin yaygınlaştığı görülmektedir.
Içevlilik: Bireylerin kendi akrabaları, soyu ya da kabilesi içinden evlenme eğilimidir. |
Üretimciliğe geçişle birlikte insanlık pek çok bulaşıcı ve salgın hastalığa da maruz kalmıştır. Belli bir yerde sürekli yerleşme eğilimi, bitkisel üretimin ağırlık ka
zanmasıyla birlikte diyetin protein bakımından zayıflaması ve bazı yeme-içme alışkanlıklarının yol açtığı hastalıklar, tarım dönemindeki sağlık faturasını yüklü hale getirmiştir. Özetle bugün bildiğimiz insan hastalıklarının kökeni, yerleşik hayata geçiş ve bitki ve hayvan evcilleştirmesidir. İnsanların yerleşik hayata geçişi ve tarım ve hayvancılık yoluyla üretimci bir yaşam tarzının benimsemesi, bu açıdan bir dönüm noktası olmuştur. Bu tayin edici değişiklik, insanların daha önce tanımadıkları birtakım hastalıklarla karşılaşmalarına yol açmıştır. Yerleşik tarımcı yaşama geçişle birlikte tahılların (karbonhidratların) ve nişasta-şeker içeren başka tarımsal ürünlerin yoğun biçimde tüketilmeye başlamasıyla, ağız ve diş hastalıkları, özellikle diş çürüğü yoğunlaşır. Paleolitik avcı-toplayıcılarında ise diş çürüğü neredeyse yok gibidir. Örneğin üst Paleolitik dönem insanlarında çürük yalnızca %1 oranında rastlanan bir diş hastalığıydı; oysa istikrarlı biçimde yerleşik yaşama geçildikten sonra, bilhassa yoğun yabani tahıl tüketen Çayönü Neolitik insanlarında bu oran birdenbire %4’e çıkmaktadır (Özbek, 2004). Klasik çağlardan itibaren unlu ve şekerli yiyeceklerin tüketiminde neredeyse sıçrama yaşanması ve bu tür beslenmenin insan beslenmesinin temeli olması, çürük oranında da sıçramaya neden olmuştur. Bu nedenle diş çürüğüne uygarlık hastalığı adı verilmektedir.
Tarıma geçişle birlikte ortaya çıkan belki de en dramatik hastalık sıtma olmuştur. Neolitik çağın tarımcı toplulukları, sürekli yerleşimler (köyler) oluştururken çevresinde genellikle bataklıkların bulunduğu sulak alanları tercih etmişlerdi. Bu çevre koşulları aynı zamanda sıtma taşıyıcı sivrisineklerin yaşam alanlarıydı. Holosen dönemin ilk tarımcı yerleşmelerinin çevresinde yer aldığı Karacadağ bölgesi, evcilleştirilen ilk tahılların anayurdu olduğu gibi, büyük olasılıkla Akdeniz anemi- siyle bağlantılı sıtmanın da ilk ortaya çıktığı yerdir. Sıtmanın ortaya çıkışıyla ilgili bir başka güçlü hipotez Afrika kaynaklıdır. Bu tezi öne süren Andrew Nikiforuk’a (2000) göre tatlı patates ve diğer nişastalı ürünleri elde etmek için yağmur ormanlarını yok eden Afrikalı çiftçiler, orak hücreli anemi ile bağlantılı sıtma ile insan ilişkisinin de temellerini atmış oldular. Yak-aç tarımı sıtma yayan sivrisineklerin hızla üreyebileceği, içleri su dolu çamurlu gölleri yaratmıştı.
Böylelikle tarımcı yaşam tarzı ile belirli hastalık türleri arasında sıkı bir ilişki ortaya çıkmıştır. Avcı-toplayıcı dönemde sürekli hareket halindeki insan grupları, belirli virüslerin ve bakterilerin o grup içinde yerleşikleşmesine, kendilerini yeniden üretmelerine imkan tanımayacak coğrafi hareketlilikleri ve hayvansal proteine dayalı beslenme biçimleri ile yerleşik yaşama özgü birçok enfeksiyona karşı başarılı bir savunma mekanizması geliştirmişlerdi. İnsan nüfusunun azlığı ve dolaşım sahasının genişliği, belirli salgın hastalıkların insanları vurmasına engel oluyordu. Bu koşullar, ortalama ömrün 25-30 yıl olmasına ve bu uzun dönemdeki çevresel koşulların çetinliğine karşın, türün devamını sağlamış ve küçük bir nüfus artışı bile sağlanabilmiştir. Çiftçi hayatın başlamasıyla ve insanların bu yeni koşullarda sürekli yerleşimlerde (köylerde) barınmayı seçmesiyle birlikte insanlar daha istikrarlı koşullarda daha fazla nüfusu besleyebilir hale geldiler. Ancak özellikle hayvan evcilleştirmesinin ardından ekonomik değer kazanan pek çok memeli hayvanla haşır neşir hale gelen insanlar, çiçek hastalığı, grip, verem, sıtma, veba, uyku hastalığı, kızamık ve kolera gibi, hayvan hastalıklarının evrimleşmiş biçimleriyle de karşı karşıya geldiler. Bu hastalıklar avcı-toplayıcıların tanımadığı hastalıklardı. En azından savaş tarihleri de bize, II. Dünya Savaşı’na kadar, ölümlerin çoğunun savaş yaralarından değil, savaşta taşman hastalıklardan kaynaklandığını göstermektedir. Diamond’ın (2004, s.253) deyişiyle, “Eski savaşların galipleri her zaman en iyi komutanlara ve silahlara sahip olan ordular değil, çoğu kez yalnızca düşmanlarına bulaştıracak en berbat mikropları taşıyanlardı”. Gelişen yeme-içme alışkanlıkları da pek çok hastalığa kaynaklık etti. Doğrudan doğruya bakterili yumurta ve et yemekle geçen Salmonella ya da domuzların iyice pişirilmeden yenmesinden doğan Trişinoz veya Japonların çiğ balık tüketimine bağlı olarak yakalandığı Aniasakia- sis gibi, hastalıklı hayvanları yemekten kaynaklanan hastalıklar olduğu gibi, hayvanların taşıdığı hastalıklara maruz kalmak sorunun temel kaynağıdır. Bu da hayvanların evcilleştirilmesini tâkiben hayvan yetiştiriciliğinin temel bir yaşam ve geçim biçimi haline gelmesiyle söz konusu olmuştur. Örneğin bugün tıbbı meşgul eden hastalıklardan pek çoğunun evcil hayvan kökenli olduğu bilinmektedir. Kedilerden geçen kedi humması, köpeklerden bulaşan spiroket hastalığı (leptospiro- sis), tavuk ve papağan kaynaklı papağan hastalığı (psittacosis), sığırlardan insana geçen brucella bunlardan sadece bazılarıdır. Bazı hastalıklar ise hayvanlarda varolan bazı mikroplardan evrimleşmiştir. Örneğin kızamık sığır vebasıyla yakın akraba olduğu gibi, tüberküloz ve çiçek hastalığı sığırlardan, grip domuz ve ördekten, boğmaca domuz ve köpekten, falciparum sıtması da tıpkı bugün dünyayı tehdit eden kuş gribi gibi kuşlardan kaynaklanmaktadır. Üretimci hayat, bir önceki avcı- toplayıcılığa göre 10 ilâ 100 kat daha fazla bir nüfusun beslenmesini mümkün kılmıştır ama kendilerinin ve evcil hayvanlarının artıklarıyla iç içe yaşamaya başlayan insan, başına dert olacak mikroplara da eşsiz yaşam ortamları sunmuştur. Kentleşme ve dünya ticaretinin gelişmesi, hatta istilâlar bu tür mikropların yaydığı hastalıklara yakalanma ihtimalini daha da artırmıştır. Örneğin veba, kent hayatının ve yoğun ticaret ve istilâ hareketlerinin bize hediye ettiği bir illettir. Bu tür hastalıkların bir başka örneği, 1492’den itibaren Amerika kıtasına geçmeye başlayan Avrupalıların birlikte götürdüğü çiçek hastalığı ve kızamık gibi bulaşıcıların, bu hastalıklara karşı bağışıklık geliştirmemiş olan Amerika yerlilerini vurması ve kitlesel ölümlere yol açmasıdır