Antropoloji

DİL VE KÜLTÜR Antropoloji

DİL VE KÜLTÜR

Bir toplumun zihniyet tarzı ve dünya görüşü ile dili birbiriyle yakın ilişki içindedir. O nedenle bir dili anlamadan o kültürü, o kültürü anlamadan da dili anlamak mümkün değildir. Ancak bu iki olgu arasında ne denli yakın ve sıkı bir etkileşim olsa da, kültür ile dili tam anlamıyla bütünleşmiş de sayamayız. Dil de kültür de, birbirleri dışında başkaca unsurların etkisi altındadır. Bu yüzden dilleri birbirine benzeyen hatta aynı olan, ama kültürleri çok farklı olabilen toplumlar görebiliriz. Bunun aksi de doğrudur. Yani dilleri farklı olsa da neredeyse aynı yaşam ve geçim biçimini paylaşan yine pek çok toplum vardır. Örneğin göçebe-çoban Don Kazak- larıyla Kıpçaklar ya da Altınordu Tatarları neredeyse aynı coğrafyada aynı hayatı yaşıyor ve aynı geçim biçimini sürdürüyordu, ama biri Rusça konuşurken diğeri bir Türk dili konuşmaktaydı. Bunun gibi Sırplarla Hırvatlar hemen hemen aynı dili ko­nuşurlar; fakat Sırplar Hıristiyan Ortodoks bir dünya görüşünün penceresinden dünyaya bakarken, Hırvat yaşam tarzı Katolik bir dünya görüşü üzerine oturmak­tadır. Bu yüzden Sırplar, Rusya ve Yunanistan gibi Ortodoks dünyanın önemli kül­tür merkezleriyle ilişki içindeyken, Hırvatları Avusturya ve İtalya gibi Katolik dün­yanın kültür merkezleriyle ilişki içinde görmekteyiz.

Kültürün Dile Etkisi

Kültürel etkenlerin bir dilin söz varlığını çok güçlü biçimde etkilediği görülür. Her kültür, içinde bulunduğu temel çevresel ve toplumsal özelliklerinin belirlediği zen­gin bir söz varlığına sahiptir. Eskimo dünyasında kar ve buzun önemine bağlı ola­rak karın ve buzun çeşitli hallerini anlatan çok sayıda sözcüğe rastlamak tesadüf değildir. Bunun gibi eski Türklerde de atın yürüyüş biçimlerine ilişkin onlarca fark­lı sözcük buluruz. Bunun gibi Türkçe’de konut terminolojisi büyük ölçüde Farsça, Rumca ve Ermenice sözcüklerin ödünç alınmasıyla oluşmuşken, çadır hayatına ve elemanlarına ilişkin çok sayıda Türkçe sözcük bulmak mümkündür. Hatta çadır terminolojisinin bazı unsurları da yerleşik hayatın bazı unsurlarına benzetme yo­luyla aktarılmıştır: Kapı, ev ve oda sözcükleri gibi…

Her dilin soyutlama ve kavram yaratma özelliği vardır. Ancak bir dil dünya öl­çeğinde diğer dillerle ne denli sıkı temasa geçmiş ve ne denli yayılmışsa, kavram yaratma gücü artmış ve söz varlığı da o ölçüde zenginleşmektedir. Bu yüzden ör­neğin İngilizce’de bugün 500 bine yakın sözcüğün var olduğu bilinmektedir. Bu o dilin özsel niteliğinden değil, etkileşime girdiği kültürlerin ve coğrafyaların çoğul­luğundan kaynaklanan bir durumdur. Ayrıca Endüstri Devrimi’ni yapmış bir toplu­mun dili olması yüzünden, teknolojik buluş ve yeniliklerin adları ve bunlarla ilgili kavramlar da ister istemez bu dilin içinde yaratılmaktadır.

Söz varlığı pek çok durumda kültürel, ekolojik ve coğrafî koşullardan etkilenir. Örneğin renk sözcükleri böyledir. Bazı dillerde koyu ve açık, soğuk ve sıcak gibi sadece iki niteleme varken, bazılarında renk sayısı on dördü, on beşi bulmaktadır. Bazı dillerde ise renk adlarının yeni kültürlerle girilen etkileşim sonucu değiştiği ve eskilerinin unutulduğu görülür. Her kültür çevresinde hâkim olan coğrafyanın özelliklerine uyarak söz varlığını geliştirir. Örneğin Türkçe’de yeşil sözcüğü eski halini korurken, mavi sözcüğü gök sözcüğünün yerini almıştır. Bu, yeşilin Türk kültürü için hâkim renklerden biri olduğunu gösterir. Kahverengi dediğimiz rengin eski adını bugün kimse bilmez; bu ad kahvenin bu kültüre girdiği zamandan son­ra yaygınlaşmıştır. Tıpkı turuncu adı gibi… Türkçe’yi konuşanlar turunçgillerle ta­nışmadan önce böyle bir renk adı da yoktu. İnuit’lerin turuncu renkle ilintisi yok denecek kadar azdır, bu yüzden bu dilde turuncu rengi karşılayacak bir sözcük yoktur. Dolayısıyla bu dil bu rengi karşılayacak terimi başka bir dilden, büyük ola­sılıkla temas ettiği ilk dilden, alacaktır.

Dilin Kültüre Etkisi

Dilin kültürü etkilediği durumlar da vardır. Her dil dünya kavrayışımızın ve dünya görüşümüzün temelini oluşturur. Dünyayı dilimizin olanakları kadar kavrar ve yo­rumlarız. Bu yüzden bütün diller, kendi olanaklarının yetmediği hallerde başka dil­lerden girecek yeni kavramlara açıktır. Akrabalık terimleri dünya kavrayışımızda dilin ne denli etkili olduğuna ilişkin çarpıcı örnekler sunar. Bizim dilimizde anne ve baba tarafının aynı cinsiyetten akrabaları farklı terimlerle anılır. Hala-teyze, da- yı-amca gibi. Bu durum kültür içinde bu kategorilerin rollerinin ve statülerinin farklı olduğuna işaret eder. Bunun gibi bizde anne ile teyze ayrı ayrı ifade edilir ama bazı yerli dillerinde bu ayrım yoktur. Anne-teyze ayrımının bulunduğu diller­de teyze ile anneden farklı davranışlar beklenir, rolleri ve statüleri farklıdır. Ama bu ayrımın bulunmadığı, örneğin Kuzey Amerika’nın Iroquis Kızılderililerinde, an­ne ile teyze arasında rol ve statü farkı bulunmadığı gibi her ikisinden de çocuğa karşı aynı davranışlar beklenir.

Dilin kültür ya da daha geniş bir çerçevede dünya görüşü üzerindeki etkisi, dil­bilimciler Edward Sapir ve Benjamin Lee Whorf’un adıyla anılan kuramın temeli olmuştur. Sapir-Whorf kuramına göre dilin yapısı, düşüncenin yapısını da belirle­mektedir. İnsanlar dil ketegorileri ile düşünür ve dünyayı algılarlar. Dolayısıyla farklı dilleri konuşanların farklı düşünce dünyaları olacaktır. Kuram, Kuzey Ameri­ka Kızılderili dillerinin sözcükleri ile İngilizce’deki karşılıkları arasındaki farklılık­lara dayanmaktadır. Bir dilin dünyaya bakışını belirleyen sözcük ve kavramların başka dillerde karşılığı olmayabilir. Sapir-Whorf kuramı karşılaştırmalı renk ve ra­kam araştırmalarının çoğalmasına yol açmış ve kültürel çoğulculuk konusundaki görüşü beslemiştir. Ancak bu tartışmalar dillerin birbirine çevrilebilirliği konusun­daki şüpheci görüşlerin de güçlenmesine yol açmıştır.