Felsefe Yazıları

Sosyal Hareketler Tanımı, Tarihi


Sosyal Hareketler

Ruyalar/proleterler-balushek” 291″ 380″
Sosyal hareketler, sosyal bir problemi halletmek, sosyal bir kurumu yıkmak, değiştirmek veya tâdil etmek maksadıyle bir grup halinde yapılan hareketlerin genel adıdır.

Lorenz von Stein’e göre (1855) XIX. yüzyılın toplumsal hareketi, işçi hareketiydi. XX. yüzyıl sosyolojisi, terimi çoğullaştırdı, tarihsel çağrışımını budadı ve yapışız kollektif davranışlardan kültlere, dinî mezheplerden bir meseleyi merkeze alan protesto hareketlerine, örgütlü devrimci gruplara kadar yaygın pek çok toplumsal olguya bu adı vermeye başladı. Kullanılan pek çok tanımda ortak payda, sosyal hareketlerin, varolan toplumla uyumsuz ilişkiler içine giren ve liderleri ile izleyicilerinin arasında dolayımsız bağlar bulunan kurumlaşmamış gruplar olma özellikleridir.

Bunca geniş bir bakış açısıyla deneysel bir zenginlik elde edildi, ama bu teorik netlik ve metodolojik konsensüsün feda edil­mesi maliyetine elde edildi. Örgütsel ve istalistiki çözümlemeler giderek yaygınlaşırken, tipik araştırma yöntemi, tasvire dayalı olay incelemesi yöntemi olmaya başladı. Olay incelemelerinin yoğun bir birikime erişmesiyle geniş sayıda tipolojiler elde edildi, ama bunlar grupların deneysel görüntülerine ve varolan toplumla ilişkilerine dayanıyordu.

Teorik olarak alan üç temel soruya yöneltiyordu kendini. Bu sorular:

1) Sosyal hareket örgütlenmelerine ne tür insanlar dahil olmaktadır?;

2) Sosyal hareketlerin ortaya çıkışıyla ekonomik gelişmenin geriye dönüşü ve sınıf ilişkilerinin değişimi arasında nasıl bir bağ vardır?;

3) Liderler ile izleyicileri arasındaki ilişkiler sosyal hareketlerin faaliyetlerini nasıl etkilemektedir?

Sosyal hareket teorisi ve araştırmaları belli başlı iki kaynağa sahiptir. Fransız Devrimi’ne karşı gelişen muhafazakâr tepki sırasında şekilsizliğe ve öfkeye, kitlelerin akıl-dışıhğına dikkat çeken ve bunu düzen­li, soğukkanlı ve ılımlı burjuva toplumunun normal davranışlarıyla karşılaştıran bir dü­şünce akımı gelişti. Kitlelerin rahatsızlığına gönderme yapan Durkheim’in “anomi” kavramı, bu tür davranışlara teorik bir açık­lama buldu; o, sınıf yapılan içinde incinme­ye açık bu tür gruplar için bir davranış rehberi sağlıyor ve sosyal hareket araştırmalarını, geleneksel toplumdan endüstri toplu­muna geçişle bağdaştırıyordu.

XIX. yüzyılın son yıllarında yükselen Sosyalist hareketle birlikte, alt sınıf rahatsızlıklarının temelindeki aklîüğe, şekle ve adalete inanç artmaya başladı. XX. yüzyılın başında işçi sınıfı hareketinin kurumlaşmasıyla, araştırma ve teori alanlarındaki bu rasyonalist tutum güçlendi. Michels, teorik ağırlığı, hareketler içindeki liderler ve izleyicileri arasındaki ilişkilere kaydırıyor, geleneksel yöntemler kullanan yeni hareket­lerin etkilerini sorguluyordu. İngiltere’de alt-sınıf rahatsızlıklarının akılcı temellerini ve bunun piyasa ve devletle ilişkilerini vurgulayan bir toplumsal tarih geleneği de başlamıştı.

XX. yüzyılın büyük afetleri -Faşizm ve Bolşevik Devrimi- ters bir etki yarattı. Bir sürgünler kuşağının, kitlelerin -özellikle de devrimci kışkırtmayla zehirlendiğinde- neler yapabileceği hususundaki kâbusumsu hatıraları, yeni bir teori geleneğinin başlamasına kaynaklık etti. Bu teoriler toplumsal hareketleri, ekonomik çöküşle yapısal olarak bağlanılıyor ve psikolojik nisbî yoksunluğa parmak basıyordu. Bu yeni sentez, sosyal hareketleri, sosyal sistemde yanlış işlev gören bireylerin işareti olarak görüyor ve bu hareketlere dahil olanları, toplumsal değişimin dalgalı denizlerinde tek başına kalmış fertler olarak tesbit ediyordu.

1960’larda yaşanan dönüşümler; sosyal hareketler konusuna ilginin artmasına neden oldu. Bir grup, tedhişçi davranışı inceleyip bunu kısıtlanmışlığa bağlayan çok değişkenli istatistik modelleri geliştirmeye çalışırken, bir başka grup toplumsal hareketleri yorumlarken yenilenmiş ve yeniden şekil verilmiş bir Marksist anlayış geliştirmeye çalışıyordu. Bir üçüncü grup ise rasyonalist bakış açısını ekonomi ve siyaset bilimlerinden edinilen yeni ilhamlar ve bulgularla karıştırmaya uğraşıyordu.

Çok değişkenli yaklaşım, metodolojik olarak en yeni gibi görünmesine karşılık geçmişteki “çöküş teorileri”ne ruh olarak en fazla benzeyeniydi. Gelenekte olduğu gibi, bu yaklaşımın “göreceli yoksunluk” ve toplumsal hareketlerin psikolojik neden­leri hususundaki bulguları da kendi içinde bölünmüş ve sonuca ulaşamamıştır. Çok değişkenli istatistik çözümleme yöntemi­nin en sağlam bulguları toplumsal hareket araştırmaları ile kesişmektedir. -Grev dalgaları ve bunların ekonomik dalgalanmalarla ilişkileri- gibi.

Yakın zamandaki Marksist ve Marksist etkilenimli sosyal hareket araştırmaları büyük bir zenginlik ve çeşitlilik gösteriyor. Bu kişilerin bakış açılarına göre A. Touraine ve izleyicileri toplumsal hareketleri radikal bir kesinti içindeki aşkın bir tecrübe olarak değerlendirmekte ve sık rastlanmayan bir kollektif aksiyon olarak görmektedirler. İngiliz sosyal tarihi ruhuna Fransız tarihsel sosyolojisinden daha yakın duran bu kişiler siyasal alana girmek için, her tür kaynaklarını harekele geçirebilecek gruplar tarafından siyasal alana yöneltilecek her tür meydan okumaya dikkatle yönelmektedirler. Açık biçimde karşılaştırmalı yönteme dayanmasına karşılık Tilly’nin From Mobilization to Revolution (1978 adlı eseri siyaset bilimi alanında protesto üzerine araştırmaların canlı bir gelenek teşkil ettiği ve işçi sınıfı tarihi konusunda bir ilgi uyanışının yaşandığı ABD’de çok etkili oldu.

1970’lerdeki “kaynak hareketlenmesi” teorileri, ekonomiden gelen ilhamlarla zenginleşti. Hareketlenme, aktüel veya beklen­tiye dayalı hareketlerin liderlerinin daha Önce harekete geçirilmemiş grupların kaynaklarını kontrol etmek için, güncel veya gelecekteki çıkarlar uğruna kollektif hareketliliği başlatmaları olarak tanımlanır. Tıpkı işadamlarının üretim faktörlerini bir araya getirmeleri gibi. Çöküş ve yoksulluk teoricileri ile karşılaştırıldığında, bu kişiler izleyicilerinden çok liderlere yönelmişler ve sonucu liderin başarısı olarak değerlendirmişlerdir. Liderlerin temsil edebilecekleri bir grup bulmaları, yoksulluk düzeyindeki bir değişimden değil, kısa dönemli ve değişime açık bir durumdan kaynaklanmaktadır. Marksistlerin daha yapısal bakış açılarıyla karşılaştırıldığında, bunlar örgütlenme düzeyindeki yeniliklere ve sosyal hareketlerin bir izleyici kitlesi yaratabilmek için kullandığı siyasî avantajlara yönelmektedirler.

1960’lardaki sosyal hareket araştırmalarının önemli bir etkisi, sosyal hareket benzeri hareketlerin, tarihsel olarak ılımlı dav­ranış kalıplan gösteren gruplar arasındaki belirgin yayilımını pek önemsememe yolunda olmuştur. Bu tür gruplar arasında, ücretli orta sınıf, bölgesel etnik gruplar, kadınlar ve azınlıklar sayılabilir. Ayrıca geleneksel Örgütlenme ve üyeliği uzlaşmacı olmayan, yıkıcı faaliyetlerle birleştiren “çıkar grubu” hareketlerinde de bir artış gözlendi. Bu gruplarda -1980’lerde gözlenen çevreci ve nükleer silah karşıtı hareketler- radikal faaliyetlerin siyasi olarak meşru amaçlarla kullanıldığını görmekteyiz. Bu durum, ilk kez Michels tarafından görülen, siyasi olarak kabul edilemez amaçlan olan grupların; yine siyasi olarak kurumlaşmamtş faaliyet biçimlerini seçtikleri paradoksunu tersine çeviriyordu.

SBA

İlgili Makaleler