Postmodern kent üzerine tartışmalar sık sık “Los Angeles Okulu” ile bağlantılıdır.
Edward Soja bu yaklaşımın en bilindik temsilcisidir. Soja, mekân ve toplum arası
ndaki ilişki hakkında çalışmalar yapmıştır. Postmodern kentsel kuramı, Henri Lefebvre’in
kentsel kuramına, daha da önemlisi onun ‘mekânın üretimi’ konusunda
geliştirdiği şkirlere dayanır. Soja, “Postmetropolis” (2000) adlı çalışmasında Postmodern
şehirdeki kentsel dönüşümün altı sürecini Los Angeles kentinin oluşumu
ve gelişmesini örneği üzerinden şöyle açıklar:
• Bölgesel kent;
• Yeniden yapılandırılan kentsel siyasal iktisat sürecinde daha esnek (şexicity/
esnek kent) üretim biçimiyle post-fordist sanayi metropolünün oluşumu;
• Kültür, sermaye ve emeğin küreselleştiği bir dünya kenti (Cosmopolis)
oluşumu;
• Toplumsal kutuplaşmanın arttığı, sosyal- mekânsal eşitsizlik açıkça görünür
olduğu “çifte kent” (ikili kent);
• Son derece kontrollü ve güçlendirilmiş alanlarda kapalı toplulukların yaşadığı
carceral kent (Carcereal Archipielagos);
• Gerçek dünyanın simülasyonları ile kentsel yaşam deneyimimizi etkileyen
hiper-gerçek (hyper-real) ve taklit/sahte (simulacrum) mekânlardan oluşan
sanal kent (SimCity) imgesi.
Kent sosyolojisinde, insan ekolojisi (human ecology) ve kentsel siyasal iktisat,
(urban political economy) birbiriyle yarışan iki paradigmadır. İnsan ekolojisi,
sosyo-mekânsal süreçlerin belirleyici olduğunu açıklayan bir yaklaşımın ötesine
geçmez iken; siyasal iktisat paradigması sınıf ve sermayenin rolünü kentsel analize
dahil eder. Ancak kentsel siyasal iktisat yaklaşımı, kültürün rolünü ekonomik
analize hapsederek ihmal etmektedir. Bu yaklaşımlarda önemli olan, kentsel mekânı
n hangi süreçlerde ortaya çıktığıdır. Ancak bunlar, toplumsal aktiviteler ve mekânı
n üretilmesi arasındaki ilişkiyi yansıtmamaktadır. Daha ileri bir eleştiri ise, her
iki yaklaşımda da devletin rolünün yeterince dikkate alınmamış olması ile ilgilidir.
Giriş bölümünde bir sosyo-mekânsal bakışın kentsel mekânın daha iyi anlaşılması
nı sağladığı ileri sürülmüştü. Bu perspektif kentsel mekânsal süreçlerdeki kültür
ve ideolojinin yaşam biçimlerinde sonuçlanan rolünü dahil etme yönündedir.
Bu perspektif sadece kent merkezleri üzerine değil, banliyö bölgeleri ve diğer yerleşim
bölgelerinde de yoğunlaşarak kentsel analizin genişlemesine açıktır.
Küresel güçler önemlidir; ancak tamamen yerel kentsel ekonomilerin belirleyicisi
değillerdir. Küresel ve yerel kentsel süreçler şehirleri etkiler. Kentleri, küresel,
yerel veya ulusalın kavşak alanlarını da dikkate alarak analiz etmek gerekmektedir.
şehirler ancak daha geniş bir kentsel bölgede sadece kentsel yerlerdir (place).
Günümüzde, dünyadan soyutlanmış, yalnızca bir kente özgü kent sosyolojisinden,
kentleri daha geniş kentsel bölgelerin parçaları olarak gören; yeni kent sosyolojisine
doğru geçişe gereksinim duyulmaktadır. Dünya kentsel nüfusunun 2030 yılında
yaklaşık 5 milyar kişiye ulaşması beklenmektedir. Metropol alanlar sadece gelişmiş
ülkeler için değil, gelişmekte olan ülkelerde de görülebilir bir gerçekliktir.
Shanghai, Buenos Aires, Mexico City, Delhi, İstanbul ilk elde akla gelen örneklerdir.
Bu mega kentler (10 milyondan fazla nüfuslu) sadece boyutlarıyla değil, aynı
zamanda bölgesi üzerinde sosyal, ekonomik, siyasi ve kültürel egemenliğiyle de
farklılaşırlar. Bir yandan yenilik merkezleri diğer yandan çevre bölgeler için önemli
komuta merkezleri olmuşlardır.
Kentsel kuramlar içinde insan ekolojisi yaklaşımı, küresel ölçekte kentleşme
deneyimlerine ilişkin bazı yanlış anlamaları barındırmaktadır. Bu yaklaşıma göre,
ilerlemeci bakış açısıyla gelişmekte olan ülkelerin zaman içinde gelişmişlik seviyesine
onları ulaştıracak olan modernleşme yolunu takip edecekleri baştan kabul
edilmektedir. Daha önce de değinildiği üzere, sosyo-mekânsal perspektif kentsel
analizde devletlerin rolünü, sosyo-ekonomik sınışarı ve küresel sermayenin rolünü
vurgulamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki yatırımlar, kentleşme süreçlerinin
daha iyi anlaşılması için kritik öneme sahiptir. Gelişmekte olan ülkelerde kentleşmenin
sosyo- mekânsal yaklaşımı, küresel ağlara önem verir ancak nüfus artışı-
nın belirli deneyimleri değişimin daha iyi anlaşılması açısından önemlidir. Kentsel
nüfus, küresel ölçekte en yüksek hızda artar ve özellikle mega kentler, göçmenleri
çeker. Bu çok sayıda nüfus akışı, gecekondu mahallelerinde (shantytowns) yansı
masını bulur. Mega-kentlerde gözlenen bu durum, enformel konut ve konut sorunuyla
başa çıkma stratejileri yoluyla destekleme ekonomisi olarak tanımlanabilir.
Özellikle düşük gelirli göçmenler için uygun şyatlı konutların sağlanamadığı durumlarda,
kent yönetiminin de bu sorunu çözmeye istekli olmadığı gözlenmektedir.
Örneğin Türkiye’de gecekondular, en basit tanımıyla kentlerin çeperlerinde
devletin sahip olduğu araziyi sahiplenen yasadışı konutlar olarak tanımlanmaktaydı.
Zaman içinde gecekondu bölgeleri kamu hizmetlerine (ulaşım, yol, su, elektrik
gibi) kavuşurken gecekonducular da yasal hak ve kazançlara kavuştular. Gecekondularda
yaşayan sakinlerin farklı özellikleri vardır. Gecekondunun sahibi ya da
kiracısı olabilirler ancak topraklarını işgal yoluyla elde eden gecekonducular arası
ndan bir grup, zaman içinde spekülatör işgalcilere dönüşebilirler.
Gecekondu yerleşimlerinin/işgallerin (shantytowns / squatters) sadece işçi banliyöleri
ve slum (genellikle şehir içi bölgelerde bozulmuş alanlar) olarak görülmemesi
gerektiği önerilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kent nüfusunun ço-
ğunluğu bu gibi gecekondu mahallerinde (shantytowns) yaşamaktadırlar. Ancak
kentsel yoksulluk da artmaktadır. Genellikle ihmal edilen bir konu da, gelişmekte
olan dünyadaki kentleşme süreçlerinin siyasi mücadelenin sıklıkla yaşandığı yerler
olmasıdır. Hatta kentsel toplumsal hareketlerin küresel ekonomi ile bağlantılı olduğ
unu iddia edebiliriz. Küresel yatırımlar gelişmekte olan ülkelerde işçi sınıfını
etkiler; gelişen ve gelişmiş ülkeleri birleştiren karşılaştırmalı bir bakış, küresel ölçekte
kentleşme süreçlerini anlamak için çok önemlidir.
Kentsel toplumsal hareketlere dair açıklamalar, “yeni toplumsal hareketler” çerçevesinde
“kimlik”, “yaşam kalitesi” ve “yurttaşlık”, “yurttaş sorumluluğu”
üzerine yoğunlaşmıştır. Manuel Castells’in ilk çalışmalarından olan Kentsel Sorun
(The Urban Question, 1977) yurttaşlığı sınışa birlikte tartışması açısından önemlidir.
Castells’in çalışmalarında, taban hareketi olarak kentsel sosyal hareketler farklı
grupların, sınışarın birlikteliklerini de göz önüne alır. Sınıfın önemi ilk çalışmaları
nda klasik anlamda daha açık olsa da, sınışarın kesiştiği emek ve sermaye dı-
şında çatışmanın ikinci yüzü olan “kolektif tüketim” (collective consumption) üzerinden
açıklamalar getirdiği çalışmasında (Castells, 1983), bu mahallelerdeki çatışma
ve direniş hakkında bize yol gösterici olabilir. Ülkemizde bu konu hakkında
yapılan çalışmalar özellikle kentsel dönüşüm uygulamaları sonucunda giderek artmı
ştır. Gecekondunun anlamı hakkında Tahire Erman (2001, 2003), gecekondu
mahallelerinin kuruluşundan günümüze politik geleneği taşıyan mahalleler hak-
kında şükrü Aslan (2004, 2011) ve Besime şen’in (2010, 2011) yaptığı çalışmalar
özellikle geri planda tutulan gecekondu mahallelerinin gerçekliklerini, deneyimlerini
ortaya koyması ve bugünü anlamamız ve doğru değerlendirmemiz açısından
önemlidir.
Kapitalist gelişmenin olmazsa olmazı olan mekân, her geçen gün kentsel mekânları,
bununla birlikte bu mahallelerde yaşayanları tasşye, yer değiştirme şeklinde
yaşanan düzenlemelere maruz bırakmaktadır. Mekânın bu şekilde üretimi kentsel
kaynakların eşitsiz dağıtılması ve var olan eşitsizliklerin derinleşmesine neden
olmaktadır.
SONUÇ
Bu ünitede kent sosyolojisine, mekânsal ve çevresel konuların her zaman sosyal
ilişkilerin bir bölümü ve parçası olduğunu savunan bir perspektif olan sosyo-mekânsal
bir bakışla yaklaşılmıştır. Kentler ilk doğuşlarından bugüne kadar bilgi, güç,
zenginlik ve kontrol yani tüm kaynakların toplanma merkezi olmuşlardır. Antik
kentler Childe’ın da bahsettiği gibi “uygarlıkların beşiği” olarak kabul edilmişlerdir.
Kentleşme Sjoberg’in de ileri sürdüğü gibi emeğin uzmanlaşması ve toplumsal
görevlerin karşılıklı bağımlılığının artması dolayısıyla farklı işlevlerin ayrışması sonucunda
gelişmiştir. Genel kanının aksine Ortaçağ, kentlerin ticari canlanmada
oynadığı rol açısından oldukça önemli bir dönemdir. 1780-1880 arası dönemde Sanayi
Devrimi büyük şehirlerin artışında öneme sahip olmuş; yeni bir dönem
başlatmıştır. Fabrikalarla birlikte üretim merkezi haline gelmişlerdir. Bunun yanında
kentsel toprak/arazi de emtiaya dönüşmüş ve sınıf farkları belirginleşmiş; işçi
sınıfı doğmuştur. Bu farklar kent mekânına sosyal eşitsizlik, mekânsal eşitsizlik, işçi
sınıfı mahalleleri şeklinde yansımıştır. Sanayileşme ve dolayısıyla kentleşme dönemi,
endüstri toplumuna yol açarken, sosyal düzenlemeler ailenin görevi olmaktan
çıkmış ve Tönnies tarafından yüz yüze iletişimin sosyal yaşamı belirlediği cemaatten
ve/veya topluluktan (Gemeinschaft’tan) zayıf sosyal bağlara ve düzenlemelere
sahip olmakla karakterize edilen topluma Gesellschaft’a (toplum) geçilmiştir.
Simmel’in açıklamasıyla, para ekonomisi belirli bir zihin yapısına yol açmış ve
metropol hayatı sinir uyarılarının bir yoğunlaşması, insanın bu koşullara uyum sağ-
layabilme ve farklı bir tür kişilik geliştirmesi şeklinde sonuçlanmıştır.
şikago Ekolü, kent üzerine yaptığı çalışmalarla, kenti bir araştırma laboratuvarı
haline getirerek kent sosyolojisine yeni bir yön vermiş, nitel araştırmayı kentseldeki
sosyal olayların çalışılması için en uygun araştırma yöntemi olarak önermiştir.
Doğal ve kentsel çevre arasında temel bir bağ kurarak, karmaşık sosyal yapıları bir
eko-sisteme benzeyen ve olgunluğa doğru ilerleme halinde dinamik süreçler olarak
görmüşlerdir.
1970’lerde bu ekolojik bakışa eleştiri getiren “yeni kent sosyolojisi” ekonomi
politik perspektişnden kente bakarak, kentsel mekânı, hükümet politikaları ile
desteklenmiş piyasa güçlerinin şziksel bir uzantısı olarak tanımlamıştır. Sanayi yatı
rımlarının yer değiştirmesi, piyasaların uluslararasılaşması, kurumsal rekabetin
ulusaşırılaşması, üretimden sermayenin çekilmesi, sermaye yoğun üretimin artması
ve böylece istihdamın servis sektöründe yoğunlaşması bu yeniden yapılanma
süreçlerinin bazıları olmuştur. Lefebvre sosyal faaliyetler ve etkileşimlerin ve mekânı
n birbirine bağlı olduğu şkirlerini ortaya atarak, sosyal etkileşimlerin mekânı
hem kullanıp hem de ürettiğinin altını çizmiştir. Harvey’e göre kentsellik üretim,
değişim ve tüketim için şziksel ortamdır. Bu yapılı çevrenin üretilme yolu bu nedenle
“sermaye birikim sürecinin” bir parçası haline gelmektedir. Logan ve Mo-
1. Ünite – Kavram Olarak Kent Sosyolojisi 17
lotch siyaset ve ekonominin şehirlerin şekillenmesinde nasıl etkileşimde olduğunu
tartışırlar ve kentleri seçkinler tarafından kontrol edilen “büyüme makineleri”
olarak tanımlarlar.
Sosyo-mekânsal perspektişn temsilcileri ise gayrimenkul yatırımcıları ve yerel
yönetimlerin şehirlerin değişiminde önemli olduğunu savunmuşlar fakat bunun yanı
nda politik ve ekonomik olduğu kadar kültürel etkenlerin de önem taşıdığını ayrı-
ca vurgulamışlardır. Yeni bilgi sistemleri ve teknoloji, yeni bir toplum ve dolayısıyla
kentler yaratırken, küresel kentler de zamanla Castells’in tanımıyla ulus ötesi şirketlerin
merkezi olarak değil, akış mekânları (spaces of şows) olarak tanımlanmıştır.
Kentler, sunduğu sosyal, kültürel, ekonomik imkânların özgürleştirici ortamının
yanı sıra kaynakların ve imkânların eşitsiz dağıtılması ve kentsel mekânın rantıyla
var olan sosyal eşitsizliklerin mekânda derinleşmesine de neden olmaktadır.