Kent Sosyolojisi

Louis Wirth (1897-1952): Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlilik Kent Sosyolojisi

 

Wirth’ün şkirleri, 1938 yılında yazdığı Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlilik adlı makalesinde

toplanmıştır. Wirth kentlerdeki yaşamın evrensel niteliklerini oluşturmaya

çalışarak, “kentleşme bir yaşam biçimidir” görüşünü savunmaktadır. Wirth’ün

çalışması kenti açıklayan sistematik bir yaklaşım olması açısından diğer yaklaşımlardan

ayrılmaktadır. Wirth’ün kuramının özgün yanı, kentsel yaşamı ayrı bir inceleme

konusu olarak ele almasıdır. Wirth’e göre, kent yalnızca yaşanan bir mekân

değil, aynı zamanda, insanları etkileyen, onlardan etkilenen toplumsal, kültürel

ve ekonomik bileşenleri içeren bir bütündür. Ona göre, kentleşme, hayat tarzı

nda ve dünya görüşünde meydana gelen değişiklikler ile ilgilidir.

Wirth kenti, toplumsal açıdan birbirine benzemeyen insanların göreli olarak

geniş bir alanda, yoğun bir biçimde ve sürekli olarak birlikte bir yere yerleşmiş insan

toplulukları olarak tanımlamaktadır. Wirth’e göre, kent sosyoloğunun görevi

çok sayıda birbirine benzemeyen insanı barındıran yoğun nüfuslu yerleşim yerlerinde

göreli olarak sürekli bir biçimde gözlenen toplumsal eylemlerin ve örgütlerin

biçimlerini keşfetmek olmalıdır (Wirth, 2002, s.86). Kentlerdeki insanlar birbirlerine

çok yakın mekânlarda yaşamakla beraber çoğunlukla birbirlerini tanımazlar.

Kentlerdeki insanların başkaları ile olan ilişkileri kısa ömürlü ve bölük-pörçük bir

ilişkiye dayanır. Bu ilişkiler içsel bir tatminden ziyade çıkar üzerine kurulu; anonim

değil kişisel ilişkilerdir. Birey manevi değerler, katılma ve yardımlaşma duygusu

ve içinden gelen kendini ifade edebilme yetisi gibi özelliklerden soyutlanmıştı

r (Wirth, 2002, s.85-101).

Bir topluluk ne kadar daha geniş, daha yoğun nüfuslu ve daha değişik nitelikteki

insanlardan oluşursa kentlileşmenin temel niteliklerini de o kadar güçlü bir biçimde

vurgulamış olacaktır. Kentin nüfusu kendisini yeniden üretemediğinden,

göçmenleri diğer kentlerden, taşradan ve diğer ülkelerden kendine çekmesi gerekmektedir.

Böylece, kent tarihsel olarak ırkları halkları kültürleri eritme potası işlevi

görürken, yeni biyolojik ve kültürel kaynaşmalar için çok uygun bir gelişme alanı

olmuştur. Kent, bireysel farklılıklara yalnızca hoşgörü ile bakmakla kalmadı, onları

n gelişmesine uygun bir ortam da sağladı. Kent, yeryüzünün en uzak yerlerinden

türdeş ve aynı düşüncede olmayan farklı yapıdaki insanları birbirlerine yardı

mcı olabilecek biçimde bir araya getirdi (Wirth, 2002, s.87).

Wirth bir yaşam biçimi olarak kentliliği analiz ederken özellikle Simmel başta

olmak üzere diğer düşünürlerin de (Tönnies) şkirlerinden yararlanır (Giddens,

2005, s.95). Tönnies, Wirth’e benzer şekilde bir kır kent toplumu ayrımına giderek,

kır toplumunu cemaat (Gemeinschaft), kent toplumunu ise toplum (Geselleschaft)

olarak tanımlamaktadır. Cemaaat (Gemeinschaft), “içinden geldiği gibi kendini ifade

etmenin” hüküm sürdüğü, Wirth’ün “küçük toplum” veya “birleşik toplum” dediğ

i şeydir. Kişisel olmayan, araçsal toplumsal ilişkileri içeren toplum (Gesellschaft)

ise modern büyük ölçekli toplumların gelişimiyle giderek cemaatin (Gemeinschaft)

yerini alır.

Wirth’e göre yaşam tarzları açısından bakıldığında, kent ve köy iki ayrı kutup

olarak değerlendirilebilir. Bir kentsel topluluğun üyelerinin kişisel özelliklerinin,

mesleklerinin, kültürel yaşamlarının ve düşüncelerinin kırsal kesimde yaşayanlara

göre, daha ayrı kutuplara ayrılmış olduğu beklenebilir. Farklı köken ve altyapıdan

gelen üyeleri barındıran bu yığın içinde akrabalık bağlarından, komşuluk ilişkilerinden

ve ortak halk geleneğinden gelen bir kuşakla beraber yaşamaktan kaynaklanan

duygular muhtemelen yok olacaktır ya da en iyi olasılıkla zayışayacaktır (Wirth, 2002).

Wirth (2002, s.78) kentlileşme dendiğinde, kentlerde oturan insanların sayısı

veya toplam nüfusa oranının değil, kentlerin bireye ve toplumsal yaşama etkilerinin

düşünülmesi gerektiğini vurgular. Çağdaş dünyanın “kent” denebilme derecesi,

kentlerde yaşayan toplam nüfusun oranı ile tam ve doğru olarak ölçülmez. Kentlerin

insanın toplumsal yaşamı üzerindeki etkileri kent nüfusu oranının gösterece-

ğinden daha büyüktür; çünkü kent sadece evlerin arttığı ve çağcıl insanın işyeri

değil, ayrıca dünyanın birçok uzak topluluklarını daire ve ağ şeklindeki farklı alanlara

ve insanları ve etkinlikleri bir evrene dönüştüren ekonomik, politik ve kültürel

yaşamın merkezini başlatan ve kontrol eden bir yerdir (Wirth, 2002).

Wirth’e göre, nüfusun büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliği kenti kırdan ayı-

ran ve kenti anlamamıza yarayan açıklayıcı değişkenlerdir. Ona göre kentlileşme

nüfusun büyüklüğü, yoğunluğu ve heterojenliğinin bir sonucudur. Bunları kısaca

açıklayacak olursak;

Louis Wirth kentlilik

kavramını bir yaşam biçimi

olarak kavramıştır ve kent

yaşamının kişisel olmamayı

ve sosyal mesafeyi ortaya

çıkardığını vurgulamaktadır.

Kentlerde insanların

başkaları ile olan teması

kısa ömürlü ve bölük-pörçük

bir ilişkiye dayanır. Bu

ilişkiler içsel bir tatminden

ziyade çıkar üzerine kurulu;

anonim değil kişisel

ilişkilerdir. Birey manevi

değerler, katılma ve

yardımlaşma duygusu ve

içinden gelen kendini ifade

edebilme yetisi gibi

özelliklere artık sahip

değildir.

Nüfusun Büyüklüğü: “Kentte nüfus büyüklüğünün yani kentte yaşayan

insan sayısının artması kişisel farklılıkların daha çok artmasına neden olmaktadı

r. Kentte yaşayan insanların kişisel özellikleri, meslekleri, kültürel

yaşam biçimleri ve düşünceleri kırsal alanda yaşayan insanlara göre daha

çok kutuplaşmaktadır. İnsan sayısın artması etnik köken, ekonomik ve top-



lumsal konum, beğeni ve önceliklerden kaynaklanan toplumsal farklılaşmalara

yol açmaktadır. Nüfusun büyüklüğü, etnik köken, akrabalık, komşuluk

ilişkileri gibi ortaklıkları ve bundan kaynaklanan paylaşım duygularını ortadan

kaldırmakta ya da zayışatmaktadır. Daha önceki toplumlarda oluşan

dayanışma yerini rekabet ve resmi kontrol denetim mekanizmalarına bırakmaktadı

r. Kentte her bir kişinin diğerlerini kişisel olarak tanıma olasılığı zayı

şamaktadır. Kalabalıklar arasında daha çok insanla etkileşim hâlinde olunsa

bile bu insanlar hakkında az bilgiye sahip oluruz. Kentte insan birden

çok parçalanmış rollerle karşı karşıya kalır ve birincil ilişkilerden daha çok

ikincil ilişkiler hâkimdir. İnsan ilişkileri kişisel, yapay, geçici ve parçalıdır.

Kentte yaşayan insanlar, diğer bireyleri kendi amaçlarına ulaşmak için araç

olarak görmekte ve çıkara dayalı ilişkiler kurma eğilimindedirler. Aslında bu

durum bireyi dâhil olduğu grubun duygusal denetiminden uzak tutarak özgürlük

ortamı yaratsa da diğer yandan kendini ifade edebilmeyi, bütünleşmiş

bir toplumda bir arada yaşamanın insana katacağı ortaklık duygusundan

mahrum bırakmaktadır. Kentteki mesleki uzmanlaşma ve farklılaşma kentin

bölünmüş niteliğini ve bireyle arası yararcılığı ifade etmektedir. Kentte çı-

karlar temsil yoluyla sağlanmaktadır ve bireylerin çok az değeri vardır. Bunun

yanı sıra bireylerin temsilcilerine temsil ettikleri insanların sayısına

orantılı bir biçimde değer verilmektedir” (Güneş, 2009, s.251-252).

Nüfusun Yoğunluğu: Nüfusun yoğunluğu kent insanının ve etkinliklerinin

farklılaşmasını ve toplumsal çeşitliliğin artışını güçlendirir. Kentsel yaşamda

şziksel ilişkilerimiz yakın fakat toplumsal ilişkilerimiz mesafeli bir biçimde

gerçekleşir. Kent yaşamı insanları çoğunlukla görsel olarak algılamaya elverişlidir.

Örneğin bir görevliyi giydiği üniformasına göre değerlendirirken bu

giysinin, üniformanın arkasında gizlenen kişisel farklığın ne olduğundan haberimiz

olmaz. Kentli birey, görkem ile sefalet, varsıllık ile yoksulluk, entelektüellik

ve cahillik, düzen ile kargaşa arasındaki karşıtlıkların etkisi altında

kalır. Kentsel mekân üzerindeki rekabet büyüktür ve sanayi, ticaret, konut,

dinlenme ve alışveriş yerleri birbirinden ayrılmıştır. İnsanların kentte yerleşim

yerlerini seçmelerinde yoğunluk, arsa değerleri, kira bedeli, sağlıklılık,

estetik ve gürültü önemli etmenler arasında yer alır. Bunların yanı sıra, çalı-

şılan yer ve yapılan işin niteliği, gelir, ırksal ve etnik özellikler, toplumsal statü,

gelenekler, gibi sosyolojik etkenler de farklı yerleşim yerlerinin seçilmesinde

önemli etkenlerdir. Aynı konumda olan ve benzer ihtiyaçları olan kimseler

bilinçli ya da koşulların bir gereği olarak aynı yerlerde yaşamayı tercih

ederler ve böylece kentin farklı bölgeleri uzmanlaşmış işlevler kazanır. İnsanlar

arasında duygu, duyarlılık bağlarının olmaması ve çok yakın bir biçimde

yaşayıp çalışmaları rekabetin, ilerleme güdüsünün ve karşılıklı sömürünün

artmasına neden olur. Toplumsal düzensizliğe karşı resmi ve biçimsel

denetim araçlarına başvurulmaktadır. Saat ve traşk ışıkları kentsel dünyada

toplumsal düzenin birer simgeleridir. Kalabalıklar arasında insanların çok sık

hareket etmeleri, anlaşmazlıklara ve bireylerin sinirli olmasına neden olmaktadı

r. Yoğun nüfus altındaki hızlı yaşam temposu ve karmaşık teknoloji kişisel

öfkelerden kaynaklanan gerilimi daha da artırır” (Güneş, 2009, s.251-252).

Nüfusun çeşitliliği: “Nüfusun çeşitliliğinin en önemli sonuçlarından birisi

sınıf yapısı üzerinde olan etkisidir. Çeşitliliğin artması kentte var olan farklı

kent kişilik yapıları arasında etkileşimin artmasına öncülük eder. Bu etkileşim

kentin katı sınıf yapısını kırmakta ve toplumsal tabakalaşma sistemi için-

3. Ünite – Kent Kuramları 67

de toplumsal hareketliliği güçlendirmektedir. Bu değişimlerin sonucunda aile

ve komşuluk temelinde gelişen ilişki bağları zayışamakta ve farklı, yeni

grup bağlılıkları ortaya çıkmaktadır. Kent yaşamının farklı yönlerinden kaynaklanan

ilgi alanları bireyin kendisini farklı gruplarda tanımlamasına neden

olmaktadır. Kentli bireyin birden çok grup üyeliği içinde aldığı roller birbiriden

farklı ve ilişkisiz olabilmektedir. Örneğin, bir öğrenci spor kulübünün

üyesi olurken aynı zamanda başka bir sivil toplum örgütünde de çalışabilmektedir.

Kentli bireyin sahip olduğu roller çelişkili ve çatışmacıdır. Kentlilik,

insanların kendilerinin kim olduklarını sürekli olarak yeniden tanımladı

kları bir süreçtir. Kentli kişilik yapısı, toplumsal yapılar arasındaki yüksek

hareketlilik ve grup üyeliğinin farklılaşması sonucu olarak; parçalı, bütünleşmemiş

ve dışlanmış bir niteliktedir” (Güneş, 2009, s.251-252).

Sonuç olarak, Wirth’e göre, kentte etkileşim içersindeki insan sayısındaki artı

ş, yoğunluk ve çeşitlilik, kişiliklerin tam olarak temas kurmalarını imkânsız kılmaktadı

r. Sonuçta, kentler oldukça parçalı bir karakterde olduğundan ilişkiler yüzeysel

ve ikincil düzeydedir. Ayrıca, yüzeysellik, kendi kişiliğini ortaya koyamama

ve kentsel-toplumsal ilişkilerin geçici nitelikte olması kentte oturanların içinde

bulunduğu karmaşıklık ve ussallığı anlamamıza yardımcı olabilir. Kentte yaşayanlar,

diğer bireyleri, kendi amaçlarına ulaşmada bir araç olarak görerek, çıkara

dayanan ilişkiler kurma eğilimindedir. Kentliliği “bir yaşam biçimi” olarak gören

Wirth kentlerde çok sayıda insanın birbirine yakın mesafede ikamet etmelerine

karşın insanların kişisel olarak birbirlerini tanımadan yaşadıklarına işaret etmektedir.

Kentlerde tipik olarak şziksel bağlar yakın, fakat sosyal bağlar uzaktır.

“Uzak, soğuk ve bezgin görünüm” başkalarının beklentileri karşısında bireyi koruyucu

bir kalkandır (Wirth, 2002).

Kurama Yönelik Eleştiriler

Wirth’in Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlilik (1938) eseri, kentin ilişkilerinin gittikçe

daha fazla resmi, parçalanmış, ikincil ilişkilere dayandığı ve dayanacağı; ailenin

zayışayacağı akrabalığın ve komşuluğun kaybolacağı, ticari ilişkilerin ve kitle kültürünün

insan hayatının bütününü kapsayacağını savunmaktadır (Glazer,1984; Şanagan,

1993). Ancak, Wirth günümüz kentlerindeki ilişkilerin çok fazla yüzeysel olması

ve kişisel olmaması özelliğini de abartmaktadır. Nitekim yakın arkadaşlık veya

akrabalık bağlarını içeren topluluklar günümüz kent toplumlarında onun tahmin

ettiğinden daha süreklidir (Giddens, 2000, s.507). Büyük bir kent “yabancıları

n dünyasıdır” ancak kişisel ilişkileri de destekler ve yaratır. Bu her zaman paradoksal

olmayabilir. Dolayısıyla, günümüzde kentler kişisel olmayan anonim ilişkiler

içermektedir ancak zaman zaman da çeşitlilik ve bazen yakınlaşmalara kaynaklı

k edebilirler. Ayrıca Wirth, kentsel mekânı ve kentli insanı patolojik bir olgu olarak

görmesine rağmen, bu durumdan kurtulmak için önerilerde bulunmaz.

Wirth’ün kuramı Amerikan kentlerine ilişkin gözlemlere dayanmasına karşın

her yerdeki kentliliğe genellenmektedir. Oysa kentlilik her zaman ve her yerde aynı

değildir. Giddens, Wirth’ü belli noktalarda eleştirmektedir. Giddens’a göre,

Wirth’ün yaptığı gibi; kentselliğin genelleştirilmiş açıklamasının yalnızca kentlerin

kendi özellikleri üzerine dayandırılabileceğini düşünmek hatalıdır. Kentler, kendilerinin

de bir parçası oldukları daha geniş bir toplumun özelliklerini hem ifade

ederler hem de kapsarlar. Ayrıca, özellikle tüm toplum türlerindeki kentlere ilişkin

bir yaklaşım ortaya koymaya çalışmasına rağmen, Wirth’ün kuramı sadece sanayi

toplumunun belli özelliklerine vurgu yapmaktadır.


Wirth kentlerde yaşamın ve

yaşam biçiminin evrensel bir

takım özelliklerini

tanımlama iddiasındadır.

Wirth’e göre kentsel bir

yaşam biçiminin ve

toplumsal normların ortaya

çıkması nüfusun büyüklüğü,

yoğunluğu ve

heterojenliğinin bir sonucu

olmuştur.