Sosyoloji

Max Scheler – İnsanın Kozmostaki Yeri

Max Scheler – İnsanın Kozmostaki
Yeri

Önsöz

Bu kitap, insan felsefesini, felsefî antropolojiyi, özel bir
araştırma alanı olarak ele alan ilk yazıdır.

Scheler bir sistemci değildir.

Scheler’in asıl büyük başarısı, onun yirminci yüzyıl
felsefesine yepyeni bir problem olarak getirdiği içerikli değer etniği ve
felsefî antropolojidir.

…dinlerin her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten tanrılarının
arkasında saklanan, insanın korkusu ve bir nihilizmdir.

İnsan, olmakta olan bir varlıktır. Kendi aktivitesi ile insan olmayı başarmak, insana, onun
kosmostaki yeri ve bütün varlık basamaklarını kendisinde toplayan varlık yapısı
tarafından bir ödev olarak verilmiştir,

Max Scheler’in, o zamana kadar gelen düşüncelerden süzülen
insan görüşlerini ele alıp incelediği bu yapıtla başlayan insan araştırmaları (felsefi
antropoloji), yüzyılımızın başlarından beri, felsefe çalışmalarının odak
noktası oldu.

Tomris Mengüşoğlu

GİRİŞ

İNSAN İDESİNDEKİ PROBLEM

İnsan nedir sorusu karşısına insan zihninde beliren üç ayrı
düşünce dünyası;

a) Yahudi-Hıristiyan geleneğinin düşünce dünyası
(Âdem-Havva, yaratılış, cennet ce cennetten kovulma).

b) Antik-Grek düşünce-dünyası (insanı insan yapan ondaki
akıl, logos, phronesis, ratio, mens vs. dir).

c) Modern doğa bilimlerinin düşünce dünyası (insan, Yeryüzü
adını alan gezegendeki oluşun en son basamağıdır).

Böylece elimizde insan hakkında üç antropoloji, doğa
bilimlerine dayanan antropoloji, felsefî antropoloji ve teolojiye dayanan
antropoloji bulunuyor. (s. 11-12)

Fakat henüz insan hakkında üzerinde birleşilen bir
düşünceden, yoksunuz.

Bu yüzden çok geniş bir temel üzerinde, yeni bir felsefî
antropoloji yazmak istiyorum.

…insan kelimesi ve kavramında tehlikeli bir iki anlamlılık
saklıdır. İnsan kelimesi önce insanı morfolojik bakımdan omurgalı memeli
hayvanlar sınıfına sokan özelliklere işaret eder.

…insana «omurgalı hayvanların tepe noktası» gözüyle bakılsa
bile, (…) bir şeyin en yükseği de, en sonunda o şeydendir.

…ikinci anlamda insan sözcüğü, hayvan kavramına tümden karşıt
olan şeylerin bütününü içine alır.

Bu ikinci kavrama ben, doğa bilimlerinin kavramına karşıt
olarak, insanın «öz kavramı» adını veriyorum. Bu yazı, insana, başka hiçbir
canlınınkine benzemeyen özel bir yer sağlayan bu ikinci insan kavramını ileri
sürmekte haklı olup olmadığımızı göstermeye çalışacaktır. (s. 12-13)

I. PSİKOFİZİK
VARLIK-ALANININ BASAMAKLARI

1. Duygusal – tepki
(bitki)

İnsanın özel yerini görebilmek için, biyopsişik varlık-alanının
yapısını göz önünde bulundurmamız gerekir.

Canlı adını alan varlığın özünün, fenomenal objektif
nitelikleri yanında kendisine has önemli bir özelliği de ayrımında olduğu,
bildiği bir iç varlığa, kendisi için varlığa sahip olmasıdır.

…psişik alanın en alt basamağı (…) duygusal
tepki
dir.

Duyu (…)canlının
bir andaki organ ve hareket hallerinin bir merkeze geri bildirilmesi, bundan
sonra gelecek bir anda hareketlerin değiştirilmesini sağlamak için uyarımın özel
bir şekilde geri getirilmesidir.

Hayatın aslında bir güç isteme olmadığım (Nietzsche) bitki
en açık şekilde gösteriyor. Çünkü o besinini hiçbir zaman kendisi aramaz,
çoğalmasında eşini aktif bir şekilde seçmez.

Bitkisel, vejetatif sözcüğüyle adlandırılan hayatın özsel
yönü,
bütünüyle dışa çevrilmiş bir
tepkidir. Bu yüzden, bitkide «kendisini bilmeyen» bir duygusal tepkiden söz ediyorum.

Canlılar içinde en büyük kimyager olan bitki, kendisinin organik
yapı malzemesini anorganik maddeden kendi hazırladığı için, duyulardan yoksun
kalabiliyor.

…insan, genel olarak varlığın bütün basamaklarım, özellikle hayatın
basamaklarını kendisinde toplar ve bütün doğa onda, en azından öz-alanları
bakımından, bir araya getirilmiş en yoğun varlık birliğini bulur.

Organ bakımından, besinin dağılmasını sağlayan vejetatif
sinir sistemi, adının da söylediği gibi, insanda bitkiselliğin henüz bulunduğunu
gösterir.

Bu bakımdan uyku, insanın bir çeşit bitkisel durumudur. (s.
21)

2. İçgüdü (hayvan)

Hayatın objektif basamaklar düzeninde, ruh varlığının ilk
şekli olan ve kendini bilmeyen vital-tepkiden sonra gelen ikinci şekli, içgüdü adını alır,

İçgüdüsel davranış (…) bir anlam taşımalıdır.

İkinci olarak, böyle bir davranışın bir ritmi olmalıdır.

İçgüdü daima türe hizmet eder.

İçgüdü, Spencer’in sandığı gibi, alışkanlık ve alıştırmaya
dayanan davranış biçimlerinin kalıtsal olarak aktarılması değildir.

…içgüdünün bilgisi (…)sadece bir duyumsama, değer taşıyan ve
değerlere göre ayrımlaşan itici ve çekici dirençleri duyumsamadır.

İçgüdü, duygusal-tepkinin ve onun kalitelerinin artan bir
özelleşmesidir. (s. 27)

3. Çağrışımsal bellek

Kaynaklarım içgüdüde bulan iki davranış biçiminden, yani
alışkanlık ve zekâya dayanan davranışlardan alışkanlığa dayananı bizim çağrışımsal bellek adını verdiğimiz ruhsal varlık
şeklidir.

Bellek temelini, Pawlow’un şartlı-refleks adını verdiği
fenomende bulur. Canlıda bir uyarım yoluyla bir davranış meydana getirilirken,
aynı zamanda bir işaret de verilirse ve bu birçok kez yinelenirse, uyarını
olmadan sadece işaret verildiği zaman da, canlı aynı davranışta bulunur. Bu
olaya şartlı-refleks adı verilir,

Bellek ilkesi belli bir dereceye kadar bütün hayvanlarda ortaya
çıkmaktadır.

Bellek ilkesi ortaya çıktığı her yerde hayvanların kendi
türünden olanların işaret ve heyecan ifadelerini, davranış ve hareketlerle öykünmelerine
sıkı bir şekilde bağlıdır. Öykünmek, aynı şeyi
yapmak, yinelemek itkisinin özelleşmesidir.

Öykünme ve aynı şeyi yapmanın birleşmesiyle gelenek denen önemli olay ortaya çıkar.

İnsan tarihinde geleneğin güçten düşmesi, artan bir hızla
ilerler. Bu aklın bir başarısıdır.

Tarih boyunca, geleneğin hareketlerimiz üzerinde bilinmemekten
doğan baskısı, tarih biliminin ilerlemesi ölçüsünde gittikçe azalır.

İtki pek
yüksek olmayan bir basamak üzerinde bulunan hayvanlarda bile, içgüdüden çözülür
ve böylece bir ölçüsüzlük alanı olarak ortaya çıkar. Burada itki, hayatın
gereksinimlerinden ayrılarak bir haz kaynağı şeklini alır.

İçgüdünün harmonisinden çözülen cinsel-itki, yavaş yavaş
kendi başına bir haz kaynağı olur.

Aslında duygu olarak hazza değil, sadece davranış tarzı
olarak değer taşıyan şeylere yönelmesi gereken itki-hayatının, ilke bakımından
haz kayna
ğı, olarak kullanıldığı yerde, biz hayatın geç ortaya çıkan bir çöküntü fenomeni ile
karşı karşıyayız demektir. Salt hazza yönelmiş bir hayat tarzı, bireylerde ve
ulusların hayatında ihtiyarlığın en tipik işaretidir

İtkinin içgüdüsel davranıştan çözülmesi, ancak ilk kez
insanda korkunç şekiller alır. Bundan dolayı haklı olarak denebilir ki, insan
hayvandan daha ileri veya geri olabilir, fakat asla hayvan olamaz. (s. 34)

4. Zekâ

Ruhsal varlığın dördüncü şekline zekâ
diyoruz.

Seçme yeteneği, seçme hareketi, değer taşıyan eşya arasında,
ya da çoğalma olayında türün bireyleri arasında birisini ötekinden üstün tutma
yeteneği (erosun başlangıçları) zekâya sıkı bir şekilde bağlıdır

Zekâya dayanan davranış, bir canlının, bir itkiyi ilgilendiren
bir problemi çözmek için, birdenbire ve anlamlı bir şekilde davranmasıdır.

Burada canlının davranışı akıllıca yahut delice olabilir.
Ancak her iki durumda da belli bir amaca yöneliktir. (s. 34)

Psikolojinin perspektifinde zekâyı şu şekilde tanımlarız: Zekâ
çevredeki birbiriyle ilgili objeler ve değerler kompleksini bir anda,
birdenbire kavramaktır.

II. İNSANLA HAYVAN
ARASINDAKİ FARK

1. Geistın özyapısı,
özgürlük, obje olma, ben-bilinci

Hayvanda zekâ da varsa, hayvanla insan arasında bir derece
farkından başka ve bundan fazla bir fark bulunabilir mi?

Yoksa insanda (…) yalnız ona özgü olan bir şey var mıdır?

Lamarck ve Darwin okuluna bağlı evrimciler, Schwalbe hattâ
W. Köhler, Darwin’le birlikte, hayvanda da zekâ bulunduğuna göre, hayvanla
insan arasında bir apayrılık bulunabileceğini kabul etmiyorlar.

İnsanın özü, onun özel yeri, zekâ ve seçme yeteneğinin
üstünde olan bir yeteneğe dayanmaktadır.

İnsanı insan yapan bu yeni ilke, iç bakımından psişik, dış
bakımından vital olarak isimlendirdiğimiz her şeyin; geniş anlamıyla hayatın
dışında bulunur.

Daha Grekler böyle bir ilkenin var olduğunu söylemişler ve
ona akıl adını vermişlerdi. Biz bu X için daha geniş anlamlı bir sözcük kullanmak
istiyoruz.

İşte bu sözcük geist
sözcüğüdür. (s. 40)

İster kompleks, ister yalın bir organizme sahip olsun, hayvanların
her davranışı, her tepkisi, hatta zekâya dayananları bile, hareket noktasını
hayvanın sinir sisteminin fizyolojik hallerinden alır.

Vital-itkiyi ilgilendirmeyen bir şey, ona verilmemiştir.

Geista sahip olan bir varlık, bu davranış şeklinin tam
tersine hareket edebilen bir varlıktır. (s. 42)

…hayvanın bitkiye göre kendisi hakkında bir bilinci vardır;
fakat onda Leibniz’in de görmüş olduğu gibi, ben-bilinci yoktur. Hayvanda ben-bilinci
olmadığı içindir ki, o kendisine egemen değildir, kendisini bilmez.

Varolan her şey, iç-varlığı ile ben-varlığı bakımından özle
ilgili dört basamağa ayrılır. Anorganik cisimlerin böyle bir iç-varlığı ve
ben-varlığı yoktur; bu yüzden ontik bakımdan bir merkezleri do yoktur.

2. Geist kategorilerine
örnekler: Substanz, boşluk formu olarak zaman ve mekân

Sadece insan ilk kez tam olarak somut bir şey ve substanz
kategorisine sahiptir.

3. Saf bir aktiflik
olarak geist

Geist, kendisi obje haline getirilemeyen biricik varlıktır.

Augustinus’tan beri sürüp giden eski ide felsefesi, ideae
antores’i (eşyadan önce olan ideyi) kabul ediyordu.

Fakat ideler, şeylerden ne önce, ne şeylerin içinde, ne de
sonradırlar; onlarla beraberdirler; sürüp giden dünyanın gerçekleşmesi aktında (creatio
continua), ebedi geist’ta oluşurlar.

III. GEİSTIN TEMEL AKTI:
İDELEŞTİRME

1. İdeleştiren öz
bilgisi

Eğer biz, geist adını verdiğimiz şeyin kendine has özelliklerini
ayrıntılarında aydınlatmak istiyorsak, geistın bir aktım, ideleştirme aktım ele
almalıyız. Bu akt, teknik zekâdan apayrı olan bir akttır.

Bizim bu şekilde kazandığımız bilgiler, duyulara bağlı
algılarımızın sınırlarını aşarlar. Biz felsefe dilinde bu tür bilgilere apriori bilgiler adını veriyoruz.

İnsan olmanın özü ile ilgili olan şey, insanın bilgi sahibi
olması değil, Leibniz’in de dediği gibi, apriori bilgi sahibi olması yahut böyle
bir bilgiye sahip olabilmek olanağıdır.

2. Fenomenolojik
reduksiyon

Bu reduksiyon aktının ne başardığını görmek için, gerçekliği
yaşamanın ne olduğunu bilmek gerekir. Gerçeklik izlenimi için özel olarak
gösterilebilecek bir duyu (mavi, sert gibi) yoktur. Algılamak, anımsamak, düşünmek
ve bütün olası olan diğer perceptiv aktlar, bize gerçeklik duygusunu
veremezler. Onların verebildikleri, şeylerin sadece nasıllığıdır.

Bize varolmayı veren, henüz önümüzde açılan dünyadan gelen
direnci yaşamamızdır.

Gerçekliğin yaşanması, dünyanın bizim karşımızdaki
direncinin yaşanması olarak, her türlü bilme, imgeleme ve algılamadan önce
gelir.

Bu aktı ancak geist adını verdiğimiz varlık
gerçekleştirebilir.

3. İnsan hayattan
vazgeçebilen bir varlıktır

Tiksindiği ve kaçtığı zaman bile gerçekliğe “evet” diyen
hayvanla karşılaştırıldığında, insan, “hayır” diyebilen, hayattan vazgeçebilen,
çıplak gerçeklik karşısında ebedi bir protestant’dır.

S. Freud, “Jenseits des Lustprinzips” (Haz ilkesinin Ötesi)
adlı kitabında, insanı, “itkilerini bastıran” bir varlık olarak görür. İnsan
ancak böyle bir varlık olduğu içindir ki, algı dünyasının üstünde bir düşünce
dünyası kurabiliyor. Öte yandan, bastırılan itkilerde uyumakta olan enerjiyi
geistın hizmetine veriyor, yani insan itkilerinin enerjisini düşünsel başarılara
yükseltiyor. (s. 57)

IV. İNSAN HAKKINDA
OLUMSUZ VE KLASİK TEORİLER

Geistın kendisi, daha önce de söylediğimiz gibi, en sonunda varlığın
kendisinin bir niteliğidir; insanda, onun kişiliğinin merkezinde «kendisini
toplayarak» bir birlik halinde kendisini açığa vuran bir varlığın niteliğidir.
(s. 58)

1. Olumsuz teori ve
eleştirisi

Schopenhauer’e göre insanla hayvan arasındaki öz farkı,
olumsuz bir aktta, hayvanın hayatı istemeyi susturamamasında, «kurtuluş» aktım
gerçekleştirememesindedir.

Schopenhauer’ın öğrencisi olan Alsberg, Schopenhauer’ın teorisini genişleterek, «insanlaşma
ilkesini» şunda görür: İnsan yaşama savaşında, tek olarak ve türün sürmesi için,
organlarını, alet, dil ve kavram kurmak için geriletmesini bildi. (s. 60)

2. Klasik teori ve
eleştirisi

Bu teori kaynağını, Grekçe geist ve ide kavramlarında bulur;
«idelerin kendi başına bir güce, kuvvete, aktif lige, etkileme yeteneğine sahip
oldukları düşüncesine dayanır. (s. 64)

İnsan hakkındaki klasik teori başlıca iki şekilde karşımıza
çıkar: İlk olarak, insan ruhunun geistla ilgili bir substanz olduğu teorisinde;
ikinci olarak da, bir tek geistın varolduğu, öteki bütün tek tek geistların da
bunun varlığının birer tarzı ya da hareket merkezleri olduğu teorisinde (İbni Rüşt,
Hegel, Spinoza). (s. 65)

3. Geist ve güç
arasındaki bağlılık:

Doğada, insanda, tarihte
ve dünyanın temelinde

Hayatın oluşu, aslında, kendisine özgü yapısı sayesinde,
zaman içinde şekil kazanmış bir olaydır. (s. 67)

İnsan geistı ve insan iradesinin —daha önce de söylediğim
gibi— yöneltme ve çevirmeden başka bir şey elinden gelmez.

V. RUH VE BEDENİN
ÖZDEŞLİĞİ

1. Descartes’e eleştiri

Descartes, substanzları «düşünen» ve «yer kaplayan»
substanzlar olarak ikiye ayırmakla, Batı dünyasının insanın öz hakkındaki
bilgisine, bir sürü ve çok ağır hataların yerleşmesine neden olmuştur. Bu ayırmadan
dolayı, kendisi de, hayvan ve bitkilerin psişik varlığını yadsımak
anlamsızlığına düştü.

Öte yandan, insan bilinci ve düşüncesi dışında bulunan her şeyi,
saf «mekanist» bir teoriye göre açıklamaya çalıştı. (s. 72)

…Descartes’ın ası] hatası, insan ve hayvandaki vital – itki
sistemini görmemesidir. Halbuki canlının bildiği şeylerle, halis hayat hareketleri
arasındaki bağı ve birliği, bu sistem sağlar. (s. 76)

Geist hayatı ideleştirir; fakat geistı harekete getiren ve
başarıya götüren ancak hayattır.

2. Naturalist görüşlerin
eleştirisi. Naturalizmin formal mekanist türü ile vitalist üç türü

Biz bütün bu naturalist teorileri, ister mekanist, ister
vitalist olsunlar, kabul etmemek zorundayız. (s. 84)

3. Ludwig Klages’in
Antropolojik teorisinin eleştirisi

Ludwig Klages (…)insanı her şeyden önce başka bir şeye
götürülemeyen iki temel kategoriden, «hayat ve geist» tan hareket ederek
anlamağa çalışıyor. (s. 85)

Klages’e göre geist, hayat ve hayatla ilgili her şeyle, ruh
hayatının en yalın otomatik anlatımlarıyla bile, temelli bir çatışma
halindedir; onların aralarında hiçbir tamamlayıcı bağlılık yoktur. (s. 86)

Geist ve hayat birbirlerine göre ayarlanmışlardır. Onlar
arasında temelli bir düşmanlık ve savaş hali görmek çok büyük bir yanlıştır.
“En derin olanı düşünen, en canlı olanı sever” (Hölderin). (s. 88)

VI. İNSAN METAFİZİĞİ,
METAFİZİK VE DÎN

…insan varlığının, kendi altındaki varlık tabakalarının üst üste
gelmesiyle oluştuğu görüşünün en verimli sonucu şudur: Buna dayanarak, insanın
dünyayı ve kendisini bilmesi, kendi psikofizik doğasını obje yapmasıyla —bu,
geistın bir özelliğidir— aynı anda onun insan olması ve bu dünyayı aşan sonsuz
ve mutlak bir varlığın en formal idesini de kavraması gerektiği gösterilebilir.
(s. 89)

İnsanın doğaya, yabancılaşma ve doğayı obje yapma temel
aktıyla, yani kendi kendisi olma ve kendisi hakkındaki bilinçle içine
yuvarlanır göründüğü hiçliğe düşmemek için başvurduğu korunma, sığınma şekillerinin
arkasında bir nihilizm saklıdır. İşte bu nihilizmin yenilmesine, biz «din»
adını veriyoruz. (s. 92)

Metafizik zayıf ve dayanağa muhtaç insanlar için bir sigorta
kurumu değildir. Metafizik, insandan peşinen güçlü ve cesur bir anlayış ister.
(s. 94)

…insanın, kendi kendisini ortaya koymasından önce, teorik
kesinlikler araması boşunadır. Ancak ilk kez kişinin kendi kendisini ortaya koymasıyla,
kendi başına varolan varlığı «bilme» olanakları ona açılacaktır.

Türkçeleştiren: Tomris Mengüşoğlu

Yaprak Yayınları

İlgili Makaleler