Sosyoloji

Jacques Derrida

Post-Yapısalcılık
Hayatı

Derrida [hiçbir şey söyle(ye)meyen eleman],
Yahudi ailenin çocuğu olarak 1930 yılında, Cezayir’in El Biar kentinde doğdu.

1952’de École Normale Supérieure’e kabul
edilir. 1964-1984 yılları arasında burada öğretim görevlisi olarak çalıştı.

1960’ların başında Sorbonne’da dersler
vermiştir.

1983’te François Châtelet ile birlikte
Collège International de Philosophie (CIPH) kurmuştur.

Felsefesi Amerika’da Fransa’da olduğundan
daha büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. 1970’ten itibaren Yale Üniversitesi’nde
düzenli bir biçimde ders verdi.

1992’de Cambridge Üniversitesi Derrida’ya
fahri doktora vermek istedi. Çeşitli üniversitelerden on dokuz filozof bu ödüle
The Times’da Derrida’yı şarlatanlıkla suçlayan bir metni imzalamak suretiyle
itiraz ettiler.

Derrida, metinlerin çoklu yorumlarını
ortaya çıkaracak bir teknik olarak yapısöküm tekniğini geliştirmiştir.
Derrida’nın bu bağlamda ortaya attığı temel araçsal teknik kavramları; metin,
iz, varlık, fark, oyun ve yapısökümüdür.

Derrida, Batı felsefesinin metafiziğini
eleştirel analize tabi tutarak yapısöküm olarak bilinen metodu geliştiren ve
hem yapısalcı hem de post-yapısalcı olarak anılan bir Fransız sosyal
felsefecidir.

Post-modern toplum bilgisi oluşturma
sorununu çözmeye çalışmıştır.

Derrida’nın
Felsefesi

Derrida ilk eserlerini Husserl yorumcusu olarak vermiştir.

Yazı
ve Fark
1967’den önceki son on yılda
edebiyat ve felsefe alanında öne çıkmış isimler hakkında yazdığı makalelerden
oluşan bir derleme kitaptır.

Grammatolojiye
Dair
modernliğin logos merkezci
olduğunu gösteren dekonstrüksiyonlar içerir.

Ses
ve Fenomen
ise Husserl fenomenolojisi üzerine yazılmış bir denemedir.

Derrrida’nın çalışmalarının belli bir odağı
yoktur, dağınıktır. 80’lerden kısmen siyaset ve etik merkezli yazılar yazdığını
söyleyebiliriz.

1993 tarihli Marx’ın Hayaletleri, Derrida’nın Marx’la felsefi ilişkisini göz önüne serer. Bu eserde Derrida, Marx’ın söyleminde metafiziğin ötesine
giden ögeler bulunduğunu göstermeye çalışır.

1994’te “Yasa’nın Gücü: Ototitenin Mistik Temeli” ulus devleti temellendiren
ve varlıkta tutan şiddeti sorgular.

Ölmeden önce verdiği son dersleri “egemenlik”
sorununu tartışır.

Dekonstrüksiyon

Heidegger’in varlık tarihine ilişkin saptamaları, 1930’larda
metafiziği destrüksiyona tabi tutma gereğinden söz etmesi Derrida’nın
dekonstrüksiyonu icadına ilham kaynağı olmuştur.

Dekonstrüksiyon, metafiziğin gizli varsayımlarını
açık hâle getirir ve sorgular. Bunu yaparken bu varsayımların denetlemeye ve
durdurmaya çalıştığı anlam üreten hareketin ta kendisine işaret eder. Söz
konusu hareket dinamiktir.

Derrida bu hareketi farkların bir oyunu
olarak düşünür, ona différance adını verir. Yalnızca
konuşmanın değil, dünyanın anlamlılığını da kuran bu oyundur.

O hâlde burada “oyun” yarı-transandantal
bir kavramdır, mevcudiyeti ve yokluğu, özneyi ve nesneyi önceler. Derrida,
“Metnin dışı yoktur” önermesini bu yüzden kurar.

Derrida’ya göre metafizik, varlığı
“mevcudiyet” (présence) olarak anlar. Metafizik
argümantasyonlar ve kurgular, nihayetinde bir mevcudiyet tecrübesine veya iddiasına
dayanır.

Bir şeyin mevcut olması burada, önümüzde
hazır ve nazır olarak bulunuyor olması veya bilincimize olduğu gibi veriliyor
olmasıdır.

Fenomenolojik açıdan bakıldığında ise
mevcudiyet ilkin görüdedir (intuition). O hâlde
özne ile nesne arasındaki metafizik karşıtlık, öznenin de nesnenin de
mevcudiyet olarak kavrandığı bir karşıtlıktır.

Metafizik, varlığa özgü olanı bilgi nesnesi
olarak ele alır. Derrida’nın Grammatolojiye
Dair
’de vurguladığı şey metafiziğin varlığı bilme arzusunun her zaman
logos’a geri döndüğüdür. Metafiziğe göre dil de yazı da mevcudiyeti temsil
ederler.

Söz mevcudiyeti toparlama ve gösterme, yani
temsil etme işlevini yazıdan çok daha mükemmel bir biçimde yerine getirir.

Bu yüzden metafizik yazıyı yetersiz ve tehlikeli
ilân eder. Derrida bu tavra “logosmerkezcilik
adını verir.

Derrida’ya göre, onto-teoloji çağı logos’un
çağıdır. Bu büyük çağı yazının aşağılanmasının ve “konuşmanın doluluğunun”
yüceltilmesinin işaretini taşır.

Derrida’nın bu dönemde söylediği şeyler
“post-yapısalcılık” olarak anılan şeyin de temelini oluşturur.

Derrida Grammatoloji’ye
Dair
’de Lévi-Strauss ve Saussure gibi yapısalcıları dili statik
bir kurallar bütünü olarak düşünmelerinden dolayı eleştirir. Dil her zaman
yazarın niyetlerinden fazlasını söyler.

Derrida, göstergeleri yorumlamak suretiyle
yeni değerler ve imkânlar bulmanın veya yaratmanın mümkün olduğuna inanır.

Derrida’nın ilk dönem dekonstrüksiyon girişimi,
dili “différance, “iz
ve ilâvesellik olarak yeniden düşünmektir. Différance,
anlamı oluşturan ve diyalektik olmayan harekete ilişkin bir kavramdır. Basitçe,
anlamın farkların mekânsal ve zamansal hareketi içinde oluştuğunu savlar,
kapanış, yani tek-anlamlılık imkânını ortadan kaldırır.

Grammatoloji’ye
Dair
’deki ilâve mantığı ve Dağılım’daki pharmakon yapısı différance’ın hareketine gönderme yaparlar. Bu yapılar,
hareketin kaynağında karar verilemezliğin bulunduğunu ortaya koyarlar.

Dekonstrüksiyonun
işleyişinin üç basamağı
: İlk adımda metafizik karşıtlıklar işaretlenir, ikinci adımda
bunlar arasındaki hiyerarşi sorgulanır ve dönüştürülür, üçüncü adımda çok
anlamlılığa açılan bir karar verilemezliğin metafizik karşıtları öncelediği ve
ürettiği ortaya koyulur.

Dil, gösterenlerin birbirine ilâve olduğu,
birbirinin yerine geçtiği bir harekettir ve bu oyunu durdurabilecek bir aşkın
gösterilen de yoktur.
Derrida’nın felsefesi bu
transandantal dil anlayışı yüzünden çok eleştirilmiştir.

Dekonstrüksiyon
Etik ve Siyaset

Bağımsızlık
Bildirgeleri
” adlı makalesinde siyasete genel çerçevesini çizen, hukukun
dayandığı temelin, kurucu bir edimin performansından başka bir şey olmadığını
ileri sürer.

Toplum sözleşmesini bilfiil meydana getiren
edimler, tarihsel olarak hiçbir zaman gerçekleşmemiş olayları belirtirler.

Olmamış olanın bu beyanı sayesinde, olanı meşrulaştırabilecek
bir düzen, dil düzleminde ortaya çıkar.

Hegel’e göre modern toplumsal sözleşme kuramları devletin ne
olduğunu anlayamamışlardır. Devleti anlamak için onu tarihin içine yerleştirmek
gerekir. Devlet tinin tarihte somutlaşmış halidir. Ulus devlet kurmak için halka
tarihsel bir kimlik veren mitik bir anlatı inşa etmek lâzımdır.

Yasanın
Gücü: Otoritenin Mistik Temeli
,
yasanın da kökeninde bulunan différance’ı; yasa
olarak différance’ı bir adalet tartışmasıyla ilişkilendirir.
Adalet fikriyle birlikte “koşulsuz” olan da sahneye çıkar.

Derrida adalet fikrine kararcı (decisionist) bir bağlamda başvurur. Özgür karar veya
egemen karar bir açmaz içinde verilir, açmazı oluşturan şey, yürürlükte olan yasa
ve tarihsel normların hem hesaba katılması gereği hem de bunların tekillikle ilişkide
askıya alınması gereğidir.

Derrida siyasetin imkânını, klasik siyaset
felsefesi geleneğine uygun bir biçimde yasanın varlığıyla ilişkilendirir.

Dekonstrüksiyon, çok geniş çevrelerce rağbet
gören moda bir akım haline geldi. Post-modernlerin aradığı kural dışı birçok
imkânı dekonstüksiyonda bulabilmeleri bu akımın rağbet görmesini kolaylaştırdı.

Dekonstrüksiyon; kalıplaşmış, durağan,
bütünselleştiren, karşıtlıklara dayanan tarihsel düşünme biçimlerinin değerini
sorgular ve böylelikle değerleri yeniden değerlendirmenin imkânını arar.

Dekonstrüksiyon, metafiziğe içerden bir eleştiri
getirir.
Son kertede metafiziğin
dekonstrüksiyonu bize dünyanın anlamlandığı hareketin farkların çoğulluna
dayandığını, bu farkların birbiriyle diyalektik olmayan bir dinamizm içinde ilişkilenerek
ürediklerini gösterir.
Bu radikal deneyim
tekilliğe karşı sonsuz sorumluluk üstlenmenin koşuludur.

Yapısöküm
Yöntemi ve Metin

Derrida’ya göre dünya bir metindir, metnin
dışında hiçbir şey yoktur ve bütün metinlerin birden fazla anlamı vardır. Bu
yüzden bir metnin tam ve en son yorumunun yapılması imkânsızdır. Metinler,
bizim dünyayı nasıl yorumlayacağımızı yapılandırır. Kısaca Heidegger’i takip
ederek Derrida da dilin bizi biçimlendirdiğini düşünmüştür.

Derrida’ya göre Batı düşünce yapısı
zıtlıklara dayanır.

Birbirine zıt olan terimler eşit değerde
değildir.

Derrida’nın temel amacı yapı söküm
yöntemiyle klasik Avrupa düşünce yapısını (construction)
söküp (de-construction) ondaki malzemeyle yeni,
daha kullanışlı bir yapı kurmak (re-construction)
üzere tarihsel anlam evrelerine geri dönüşler yapmaktır.

Derrida, kuramsal yapılarını ikili
karşıtlıklar üzerine oluşturan Batı düşüncesindeki metinlerin yapısökümünü
yapar.

Derrida, işe yapısökümde başı çeken figür
olarak yapı ve yapının kaynağı olan merkez fikrini irdelemeyle başlamıştır.

Batı felsefesinde bu merkezi aramıştır.

Batı metafiziğinde bu merkezin bazen bir
Tanrı, bazen madde, bazen zihin vs. olarak karşısına çıkar.

Derrida’ya göre idea, Tanrı, akıl ya da
madde gibi merkezlerin başka nosyonlara dayanak olmaları söz konusu olamaz.
Çünkü “aşkın bir göstergenin yokluğu” söz konusudur.

Onun yapısöküm fikrinin iki anahtar noktası
bulunmaktadır. İlki, bireysel somut pratiklerden ziyade yapısökümcüde de
sistemlere ya da yapılara bakmaya devam eder ve ikincisi bütün sistemlerin veya
yapıların bir merkezi, kök noktası yani sistemin yaratanı var olduğuna göre bu
yapının kaynağını araştırır.

Derrida’ya göre sistemler, temel
birimlerden oluşur (zıt-çiftler). Zıt çiftlerin bir tarafı daima diğerinden
daha önemlidir.

Derrida en ünlü çalışmasında özellikle
konuşma/yazma karşıtlığına bakmış ve konuşmanın daima yazıdan daha önemli
görüldüğünü söylemiştir.

Batı felsefesinin en temelinde, söz (logos) ile yazı ayrımının yer aldığını söyler.

Varlık, yokluğun diğer zıt tarafıdır ve
varlık daima yok oluşun üstündedir. Var oluşun yokluğa olan üstünlüğü yüzünden
her sistem, bütün bir sistemin çıktığı ve anlamını garanti ettiği bir merkez
oluşturur ki bu merkez, varlığın var oluşunu garanti eder.

Derrida’ya göre Batı düşünce sisteminde
söz/konuşma (logos) var oluş ile birleşir ve her
ikisi de hem yazmadan hem de yokluktan üstündür. Konuşma ve var oluşun bu
imtiyazını ise Derrida logocentrism olarak
kavramlaştırır ve Batı felsefesinde hem söz hem de akıl anlamına gelen bu
ayrıcalıklı logos anlayışına karşı bir duruş sergiler.

Derrida için “dil”in bir yapı ya da bir
sistem olarak bir merkezi yoktur, sistemin unsurlarını bir yerde bir arada
tutan bir merkez olmadığından mutlak veya kesin bir gerçek veya anlam da
yoktur.

Batı toplumunun en temel sorunlarından
biri, merkeze hep “ben”i alıp farklı olanı, yani ötekini “ben”in
kategorileriyle değerlendirmesidir.

Yapısalcılık, doğruluğu metnin “arkasında”
ya da “içinde” görürken post-yapısalcılık okuyucunun ve metnin karşılıklı
etkileşimini üretkenlik olarak görmektedir.

Yapısöküm
üç aşama içerir
:

1) tersine çevirme,

2) yer değiştirme ve son olarak da

3) yeni bir kavramın yaratılması

Yeni bir kavramın yaratılması; Derrida bunu
dayanak sözcük olarak adlandırır. Örneğin, “iz” kavramı böyle bir kavramdır.
“Bulunuş/bulunmayış” ikili karşılığının yapısökümünden ortaya çıkar. Zira “iz”
aynı zamanda hem bulunuştur hem de bulunmayıştır.

İz

Yapısöküm, herhangi bir dilsel gösterge
setlerinin birbirinden farklı pek çok anlam dizisi meydana getirebileceğini (ki
bu anlam dizilerinin çoğu gayri ihtiyaridir) göstermeye çalışır. En tarafsız
olduğu düşünülen yazarlar bile, farkında olmadan, düşüncelerini meydana getiren
gösterge sisteminin zihinlerindeki karşılığı olan bilişsel şemalarına yansıyan
izlerini kaçınılmaz olarak eserlerine taşırlar.

Fark
ve Erteleme (Differance)

Derrida’ya göre okuma dönüşümcüdür ve
metinler çoklu yorumlara açıktırlar. Anlamlar kaygandır. Bu bağlamda Derrida,
tüm metnin “differance” (fark) sergilediğine
işaret eder. Yani anlamlar, istikrarsızdır. İşte Derrida, bir düşünsel hareket
olarak yapısökümü ile temelde dikkatimizi bu dilsel istikrarsızlıklara çekmek
istemektedir.

Metinsellik (Textuality),
daima çoklu olasılıklar sunar ve biz de nesnelliği bulma çabası içinde iken
bile aslında bu metinselliğin dışında kalamayız. Yani yapı sökümün en temel
iddiası metinsel analizlerde kesinliğin/mutlak anlamların imkânsız oluşudur.

Yapı sökümü, bir tür yıkma ya da tahrip
etme işlemi değildir.

Bu metot, sadece yapılaşmanın temel
unsurları arasındaki karşıtlığın kendi öz mantığına ne kadar ters olduğunu
göstererek eski sistemi sökmektir. Yani kavramsal hiyerarşilerin ürettiği
metafizikleri deşifre edip yapılandığı tarzı çözmektir. Yapısöküm, bir anlama
gayretidir ve anlama çabası ister istemez yapıyı unsurlarına ayırma (sökme) ve
tekrar bağlayıp birleştirmeyi gerektirir.

Silme

Derrida, yapı sökümü metodunda önce bir
sözcük yazmayı, sonra onu karalamayı ve sonra hem sözcüğe hem de karalamasına
metinde yer vermeyi önermektedir.

Derrida; bu tarz bir yazın tekniğiyle
herhangi bir göstergeyi okuduğumuzda o kavramın, terimin anlamının bizim için
net olmadığını söylemektedir.

[Derrida’nın da önerdiği biçimde; düşünce
tarihi okumalarına Derrida’nın ismini çizerek/silerek devam etmeyi öneririm]

Yapısöküm
ve Oyun

Zıt çiftleri bulmak ve her terimin bu terim
çiftinin zıt kutup olarak diğerinin karşıtı olmasından ziyade onun bir parçası
olduğunu göstermek… Böylece bu terimleri birbirinden uzak tutan yapı ya da
zıtlık çöker.

Yapısökümünün
temel varsayımları

1. Dil, anlam tutarsızlığı ve kaymalarının
silinemez izlerini taşır.

2. Böyle bir çelişki karşısında hiçbir
analiz yöntemi metnin yorumu açısından herhangi bir otorite iddiasında
bulunamaz.

3. Bu nedenle yorum, alışıldık anlamıyla
“analiz”e benzemeyip bir tür oyunu andıran serbest bir alandır

Çağdaş Felsefe II

Yazar: Prof. Dr. Zeynep Direk

Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2247

Nisan 2012, Eskişehir

Çağdaş Sosyoloji Kuramları

Editör: Prof.Dr. Aylin Görgün Baran &
Prof. Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2012

Modern Sosyoloji Tarihi

Editör: Prof. Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304,
Eskişehir, Ocak 2013

İlgili Makaleler