Türk Edebiyatı

Huzur Romanı Konusu, İncelemesi, Tahlili, Hakkında Bilgi

Huzur. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın (ö. 1962) Osmanlı kültür, medeniyet ve mûsikisi çevresinde Cumhuriyet aydınının kimlik problemlerini ele aldığı

Konusu II. Dünya Savaşı’nin hemen Ön­cesinde İstanbul’da geçen Huzur, ön plandaki kahramanlarından İhsan, Nuran, Suad ve Mümtaz’ın adlarını taşıyan dört bölüm ve otuz yedi alt bölüm üzeri­ne kurulmuştur. İşgalde ve Millî Mücade­le yıllarında Anadolu’da babasını ve anne­sini kaybeden Mümtaz, çocukyaşta İstan­bul’a giderek amcasının oğlu İhsan’ın evi­ne yerleşir. Galatasaray Lisesi’ni ve Ede­biyat Fakültesi’ni bitirip asistan olur. Bi­rinci bölümde Mümtaz ağabey dediği İh­san’ın hastalığı İle ilgilenmektedir. O gün akşam üzeri karşılaştığı arkadaşlarından, bir yıldan beri sevdiği Nuran’ın kocasıy­la barışarak yeniden evleneceklerini öğ­renir. İkinci bölüm Mümtaz’ın Nuran’la tanıştığı bir yıl kadar öncesinden başlar. Kocasından boşanmış olan Nuran’la ara­larında başlayan aşk İstanbul’un tarihî ve tabii güzellikleri içinde gelişir. Üçün­cü bölümde, Mümtaz’la Nuran evlen­me hazırlıkları içinde iken aralarına çok önceden beri Nuran’a âşık olan, kocasın­dan ayrılması üzerine yeniden ümitlenen Suad’ın rahatsız edici mektup ve davra­nışları girer. Hiçbir ahlâk anlayışı olmayan, üstelik evli ve veremli olan Suad bir çeşit intikam duygusuyla kendini asarak inti­har eder. Bu talihsiz olay Mümtaz’la Nuran’ın birbirinden uzaklaşmalarına sebep olur. Son bölüm, birinci bölümün bittiği ilk günün akşam saatlerinden itibaren devam eder. Mümtaz Suad’ın intihanyla ruhî sıkıntı içine girmiş, Nuran İzmir’e git­miş, İhsan’ın hastalığı ağırlaşmıştır. Müm­taz, sabaha karşı elinde ağabeyine götür­düğü ilâç şişeleriyle eve dönerken ruhî bir kriz geçirir. Suad’ın halüsinasyonu ile kar­şılaşır, yere düşer. Yüzü gözü kan içinde kalktığı sırada radyo II. Dünya Savaşı’nın başladığını haber vermektedir.

Suad’ın âni intiharı dışında olağan üstü denilebilecek bir vak’ası bulunmayan ro­man kişilerin birbirleriyle ilişkilerine, ça­tışmaların hissedilmediği diyaloglarına ve daha çok bu ilişkilerin iç dünyalarına yansımalarının tahliline dayanmaktadır.

Huzur’u asıl zenginleştiren yönü, kah­ramanlarının her birinin belirli bir kültür birikimine ve hayat görüşüne bağlı kişi­lerden seçilmiş olmasıdır. Bu insanlar ha­yata, çevrelerindeki diğer kişi ve olaylara hep o kültür perspektifinden bakarlar ve öyle değerlendirip yorumlarlar. Fransa’­da tahsil görmüş, gençliğinde sosyalist akımlara kapılmış bir tarih öğretmeni olan İhsan Türkiye’ye dönüşünde milliyet­çi, kendisine göre bir tarih felsefesi olan, mutasavvıf meşrepli bir insan olmuştur. Yakınlarının ve içinde bulunduğu toplulu­ğun sorularına, sıkıntılarına çözüm bul­maya çalışır. Tanzimat’tan beri yapılan in­kılâpların hep devlet eliyle halka kabul ettirilip uygulanmış olmasını tenkit eder. Baba tarafı Mevievî. anne tarafı Bektaşî olan Nuran ise Boğaziçi’nde eski ve kül­türlü bir aile içinde yetişmiş. Edebiyat Fakültesi’nde okumuş bir genç kadındır. Ailesinden musikişinas ve bestekârlar ye­tişmiş olan Nuran da klasik Türk mûsiki­sini sevmekte, şarkı söylemektedir. Suad inançsız, ahlâk anlayışına karşı alaycı ve mesuliyetsiz bir tiptir. Bu bakımdan ro­manın öteki tiplerine zıt bir karakter gös­terir. Fakat o da kültürlü bir insandır. Edebiyat Fakültesi’nde asistan olan ro­manın asıl kahramanı Mümtaz ise dok­tora çalışmalarını sürdürürken bir yan­dan da Şeyh Galib’in hayatını anlatan, fa­kat aslında Nuran’la aralarındaki aşkı dile getireceği bir roman yazmaktadır. İstan­bul’un tarihî ve tabii çevresini yakından tanıyan Mümtaz edebiyata olduğu kadar mûsiki, mimari ve hat gibi güze! sanat­lara da ilgi duymaktadır. Nuran’la geçir­dikleri bir yıl içinde İstanbul’un kenar ma­hallelerini, mimari eserlerini. Adalar’ı, Bo­ğaziçi’ni dolaşmışlar, mûsiki meclislerin­de bulunmuşlardır.

Bütün bu kişilerin hayata ve varlıklara bakış tarzlarıyla özelliğini kazanan Huzur, böylece Osmanlı döneminde yetişip Cum­huriyete ulaşan ilk neslin sanat ve kültür birikimleri, yaşamış oldukları değişme ve değer kayıplarının buruk açılarıyla iç içe geçen bir aşk romanı hüviyeti kazanmış­tır. Başka bir açıdan bakıldığında Huzur aşk, tabiat ve sanat temaları üzerine ku­rulmuş, Türk edebiyatında İstanbul’u en güzel anlatan romanlardan biridir.

Birinci derecedeki şahsiyetlerin dışında romanın oldukça kalabalık ve zengin bir kişiler kadrosu bulunmaktadır. Bunlar da ihmal edilmemiş, aldıkları roller seviyesin­de ve çok defa da Mümtaz’ın bakış açısın­dan değerlendirilmiştir.

Romanın birinci derecede rolü olan kahramanlarının kültür birikimleri ve sa­vundukları fikirler dikkate alınarak ger­çek hayattaki karşılıklarının tesbit edil­mesi tenkitçilerin üzerinde durdukları hu­suslardan biri olmuştur. İhsan’ın Yahya Kemal’le, Mümtaz’ın da Tanpınar’ın ken­disiyle benzer ve farklı yönleri üzerinde durulmuş, diğer roman kişilerinin de ha­yatta az çok benzerleri bulunabileceği belirtilmiştir.

Huzur, 1940’lı yılların Türk romanları arasında orijinal denilebilecek bir teknik­le yazılmıştır. Üçüncü şahıs, yani anlatıcı-yazar ağzından yazılmış bir roman olmak­la beraber Huzurda bir “ben” romanı gibi tamamen Mümtaz’ın bakış açısı hâkim­dir. Romandaki diğer kişilerin geçmişle­ri de yazarın verdiği bilgiye değil Müm­taz’ın öğrendiklerine dayandığı için za­man zaman aksamalar olsa da Mümtaz bir çeşit “yansıtıcı merkez” olarak kulla­nılmıştır. Berna Moran, bu açıdan Tanpı­nar’ın Türk romanına yeni bir anlatım tekniği kazandırdığını örnekleriyle gös­terir. Aynı eleştirmen romanın dört bö­lümünden ilkinin sıkıntılı, ikincisinin ne­şeli, üçüncüsünün melankolik, dördün­cüsünün ise çok sıkıntılı olmasına dikkat çekerek Batı müziğini de çok seven Tanpınar’ın Huzur’daki bu yapıyı, bir Batı müziği formu olan senfoniye yaklaştırma arzusunda olduğunu söyler.

Huzur’da asıl çerçeveyi teşkil eden olay yirmi dört saat içine sığdınlmıştır. Oldukça hacimli olan eserin böyle kısa bir süre içine sıkıştırılması yine dönemindeki Türk romanı için bir yeniliktir. Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın bu modeli James Joy-ce’un Ulysses adlı romanından almış ola­bileceğini ileri sürer. Bu sürenin genişle­tilmesi Mümtaz’ın ikinci ve üçüncü bö­lümlerdeki bir yıl öncesini hatırlamasıyla ve belki daha da önemlisi romanın olay­lardan çok ruh tahlillerine dayanmasıyla sağlanmıştır.

Romanın dört bölümü arasındaki ha­cim dağılımı tam bir eşitlik göstermez. Zamanda geriye dönüşü anlatan ikinci ve üçüncü bölümler eserin üçte ikisini teşkil ederken yalnız ikinci bölüm üçte birinden daha geniş bir hacim oluşturur. Bu bölümler, özellikle ikinci bölüm roma­nın fikir ve his bakımından en yoğun, ifa­de bakımından en çok şiire yaklaşan par­çalarını ihtiva eder. Nuran ve Mümtaz’ın aşkları, bedenî nazların üzerinde, sanat ve tabiat güzelliklerinin de katılmasıyla giderek platonik bir karakter kazanır. Ha­yatın, sanatın, aşkın mânası, bütün bir tarih ve medeniyet telakkisinin âdeta ye­niden yarattığı İstanbul’un güzellikleri genç âşıklara büyülü mevsimler hazırla­mıştır. Onların gezilerinde, geceyi, tabiatı seyredişlerinde, mûsiki dinleyişlerinde bir çeşit mistik-panteist duygular yaşanır. Suad’ın intihanyla talihin birden tersine dönmesi üzerine Mümtaz için en buhranlı zamanı anlatan dördüncü bölüm ise ro­manın sadece yedide birini oluşturur.

Huzur hazla acının beraber yürüdüğü bir romandır. Aslında bu iki duygu insanın seçimiyle değil hayatın sunuşuyla ona ula­şır. Tanpınar Huzur’da, insan iradesinin üzerinde bir kaderin güçlü hâkimiyetini teslimiyetle kabul eden portreler çizmiştir. Bütün romanda ilâhî kaynağı belirtil­meksizin kader kelimesi sık sık telaffuz edilir veya kişilerin zihninden geçer. Buna bağlı olarak veraset yoluyla intikal eden karakter özellikleri de romanın trajik ya­pısında rol oynar. Ancak kader veya vera­set her zaman olumsuzluğun değil bazan insan hayatının, hatta bir milletin mut­luluğunun da yaratıcısı olur. Nitekim ro­manda yer yer kişilerin karakter ve kül­türüyle Osmanlı medeniyetinin oluşumu­nun da bir yığın tarihî, coğrafî, ırkî özel şartları doğuran kaderin ve verasetin ese­ri olduğu ifade edilir.

Tanpınar’ın Huzura beraber Mahur Beste ve Sahnenin Dışındakiler adlı romanlarını bir çeşit nehir-roman olarak düşündüğü anlaşılmaktadır. Nuran Ma­hur Beste’deki Talat Bey’İn torunudur, İh­san da Sahnenin Dışmdakiler’de arka planda mevcut tiplerden biridir.

İlk yayımlandığında (İstanbul 1949) ye­teri kadar akis bulmayan Huzur, Tanpı­nar’ın ölümünden sonra ve özellikle ikin­ci basımının (İstanbul 1972) ardından bü­yük bir ilgi odağı oluşturmuştur. Tenkit­çilerin bazan birbirini tamamlayan, ba­zan da birbirine zıt değer yargılarıyla de­ğerlendirdikleri romanın en geniş tahli­lini Mehmet Kaplan yapmıştır. Aslında belli bir tezi olmayan romanın mesajı üze­rinde de farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Mehmet Kaplan’a göre Huzur, insanoğ­lunun vahdet iştiyakı ile kesret âlemi ara­sında kalışının romanıdır. Berna Moran ise eseri Mümtaz’ın şahsî mutluluğu ile toplumsal sorumluluğunun çatışması ola­rak değerlendirir. Romandaki aşk ve es­tetiği ikinci planda gören Sevim Kantarcıoğlu’na göre ana fikir, tarih ve medeni­yetimizi çağın şuuru ve tecrübesiyle ter­tip etme gereğidir. Romanı Marksist açı­dan değerlendiren Selâhattin Hilâv, Tanpınar’ın resmî ideolojiden koparak mad­deci bir tarih ve kültür felsefesine yaklaş­tığını ileri sürerken Huzur’da bir çeşit mazmun dili kullanılmasını da tenkit eder.

Kenan Işık tarafından tiyatro metni ha­line getirilen ve yönetilen eser İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda 1997-1998 sezonunda sahnelenmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler