Felsefe Yazıları

Fichte’nin Öznel İdealizmi

Fichte’nin Öznel İdealizmi
Alman metafizikçisi Johann Gottlieb Fichte (1762 – 1814) onsekizinci
yüzyılın sonlarında, solipsist bakış açısından hareketle,
öznel idealizm diye geçen yeni bir metafizik sistem geliştirdi.
Solipsizm, bizlerden her biri başka insan ve şeylerle her daim temas
içindeymiş gibi göründüğünden, yani gündelik deneyimin karakteri
ve içeriği nedeniyle, hemen herkese makûl olmayan bir teori
gibi gelir. Solipsizmi çürütecek bir delil bulamasak bile, onu
kabul etmeyi de istemeyiz. Bu görüşe karşı duyduğumuz rahatsızlığın
en önemli gerekçelerinnden biri, Berkeley’in özellikle
vurguladığı, idelerimizin, kendimiz gibi görünmeyen başka bir
kaynağı ya da nedeni olması gerektiği düşüncesidir. İşte Fichte
idelerimizin kökenini, kendi potansiyel güçlerini gerçekleştirme
çabaları bilincinde olduğumuz dünyanın çeşitli yönlerini meydana
getiren yaratıcı ve kendi kendini geliştirici bir zihin aracılığıyla
açıklayan bir teori ortaya koymuştur.
.Fichte daha işin hemen başında iki büyük metafizik teorinin,
gerçekliği zihinsel nedenler yoluyla açıklayan idealizmle gerçek –
liği maddî veya fizikî nedenler aracılığıyla tanımlayan materyalizmin
mümkün olduğunu öne sürmüştür. Bu teorilerden biri ya
da diğerini, her ne kadar her biri diğerindeki güçlüklere işaret
etse de, ne ispatlayabilir ne de çürütebiliriz. Öyleyse, metafizikçi
evreni anlayıp ifade etmeye geçmezden önce, duruşunu, verilere
göre değil de, inanç veya tercih temeli üzerinde belirlemeli ve bir
idealist mi yoksa materyalist mi olduğuna karar vermelidir.
Kişi dünyaya zihin ve temel neden olarak gördüğü zihinsel
nedenler yoluyla bakmaya karar verirse, o zaman herşeyi, Fichte-
‘ye göre, Ego adı verilen gerçek zihinsel tözün yaratıcı faaliyetle –
rinin bir sonucu olarak görecektir. Deneyimlediğimiz dünyanın,
biri dolayımsız olarak bilincinde olduğumuz ben ya da benlik,
diğeri de benlikten başka olan, yani Ego-olmayan olmak üzere, iki
boyutu vardır. Bilinçli olduğumuz ve deneyimimizin doğasını
tam olarak kavradığımız zaman, onu iki etmen, yani nesne veya
dış dünya ve özne ya da kendimiz aracılığıyla görürüz. Bunlardan
her ikisi de idealist bakış açısma göre, sadece geride veya temelde
bulunan, yalnızca nesnel değil, fakat öznel dünyayı da yaratmış
olan, bir tinsel veya yaratıcı fail yoluyla anlaşılabilir. Öznel idealist,
gerçekliğe dair sağlam bir kavrayışa ulaşma çabası içinde,
bilincin dünyasının, Benliğin dünyası ile Ego-olmayanın dünyasının,
sadece belli bir şeyin sonucu olarak anlaşılacabileceğini gö –
rür. İdealist tercih ya da karara sadık kalındığında, bu bir şeyin de
maddî olmayan bir şey olması gerekir. Sonuçları dikkate almdı –
ğında, onun ayrıca yaratıcı ve gelişen bir şey olarak görülmesi gerekmektedir.
Fichte’nin teorisinde, nihaî gerçeklik ve bilincin kaynağı olan
Ego, solipsist anlamda bir zihin değildir. O bilincin içeriğini, ide –
ler dünyasını olduğu kadar, bilincin kendisini de yaratabilen varlıktır.
Dolayısıyla, onun bireysel zihinden daha fazla bir şey ol –
ması gerekir. O tek tek her bireysel zihni varlığa getiren veya
açıklayan ve her bireysel bilincin kendisinin bilincinde olduğu,
kişisel olmayan, evrensel bir yaratıcı güçtür. Ego, kendi gelişimi
ve kendi kendisini gerçekleştirmek için çabalarken, bireysel benlikler
formunda ve Ego-olmayan nesnel gerçeklik şeklinde ortaya
çıkar. Evrensel Ego, öyleyse, kendi kendisini gerçekleştirmeyi
sağlamayı ve kendi gelişimini tamamlamayı isterken yaratan bir
Varlık’tır. (Bireysel benlerin sonlu perspektifi yerine) en genel
yönleriyle ele alındığında, gerçeklik, öyleyse Ego’nun gelişiminden
başka hiçbir şey değildir. Tek tek her birimiz, Fichte’ye göre,
bireyselliğin, bilinçlerimizin gerçekte olduğu şekliyle dünyaya
dair doğru bir görü ve sağlam bir kavrayışa erişmesine engel olan,
perdelerini, pekâlâ yırtabiliriz. Bunu başardığımızda, herşeyi bir
gelişme ve gerçekleşme süreci içinde olan Ego yoluyla görür ve
anlarız. Tek tek her evrede ihtiyaç duyulan metafiziksel anahtarı
işte bu gelişme süreci sağlar ve evrenin her evresi veya aldığı her
şekil, kendisinin tam ifadesini ve gerçekleşimini arayan Ego’nun
yaratıcı sürecinin bir parçası olarak anlaşılabilir.