Cezayirli Gazi Hasan Paşa Kimdir, Hayatı, Savaşları
Hasan Paşa. Hasan Paşa, Cezayirli, Gâzi 18.asrın son yarısında fevkalâde cesaret, hareketli ve aldığı vazifeleri başarıyla yapmasıyla tanınmış Osmanlı vezîrlerindendir; bıyıklarının büyük ve iri olmasından dolayı, kendisine Pala-Bıyık lakabı verilmiş ise de, sonradan aldığı Cezayirli ve Gazi lakap ve unvanları öncekini unutturmuştur. Hasan Paşa pek küçük yaşta İran sınırında esir edilerek, Hacı Osman ; adında Tekirdağlı bir tüccar tarafından satın alınıp, kendi çocukları ile beraber, büyütülmüştür. Hasan Paşa çocukluğundan beri pek-gözlü, haşarı ve didişken olup, kızdığı zaman efendisinin çocuklarını bile dövmekten çekinmediği için, Hacı Osman Ağa bunu başından atmak istemişse de, zevcesi, evlâdları yerinde olduğunu ileri sürerek, izin vermemişti; fakat Hasan, 17-18 yaşına geldiği zaman, Tekirdağ’daki memleket delikanlıları ile de dövüşmeğe başlayınca, Hacı Osman Ağa bunu azad ederek, kendisine sermâye verip, ticâret için, gemiler ile bâzı yerlere göndererek, bir süre Tekirdağ’dan ayırmıştır. Hasan 25 yaşına gelince, 1738’de ve Avusturya-Rusya seferinin devam ettiği sırada, yeniçeri ocağının 35. bölüğüne kaydedilerek, Belgrad muhasarasında büyük cesaret göstermiş ve harpten sonra yine Tekirdağ’a dönmüştür ve bu sırada belki efendisi Hacı Osman’in kızı ile evlenmiştir.
Hasan bir süre sonra, yiğitlerinin şöhretini duyduğu Cezâyir’e gitmek için yola çıkmış; ancak yolda gemileri
yabancı bir gemiye rampa edince, Hasan Paşa, çok genç olmasını rağmen düşman gemisine sıçrayıp
büyük bir gayretle cenge katılmıştı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle gemiler birbirinden ayrılınca, Hasan
Paşa düşman gemisinde kalmış, geminin mürettebâtından on beş kadarını yalnız başına öldürdükten
sonra, diğerlerini geminin ambar ve kamarasına kapatmak sûretiyle gemiyi ele geçirmişti. Lâkin, deniz
ortasında yatağanıyla yapayalnız kaldığından, Cezâyirliler tarafından kurtarılarak Cezâyir’e götürülmüştür. Hasan Paşanın bu cesâreti o zamanki Cezâyir Dayısı tarafından pek takdir edildiğinden, gemi kendisine bırakıldığı gibi, bir de kahvehâne verilerek dayılar arasına katılmıştır. Kısa zamanda şöhrete ulaşarak Tlemsen beyi olan Hasan Paşa, Cezâyir’deki dayıların hasetliğine mâruz kalıp, hayâtı tehlikeye düştüğünden İspanya’ya geçmiştir. Oradan Napoli’ye, oradan da İstanbul’a gelmiştir; fakat Cezayir beylerbeyi, Hasan’ın peşini bırakmayarak, Tlemsen hazînesinden para alıp kaçtığını İstanbul’a bildirmiş olduğundan, Hasan Bey İstanbul’a geldikten sonra, tevkif edilerek, malları müsadere olunmuş ise de, hakkında söylenen şeylerin iftira olduğu anlaşıldığından, malları geri verildikten başka, Osmanlı donanmasına alınarak, Şehbâz-ı Bahrî kalyonu kaptanlığına atanmıştır (Nisan 1761).
Hasan Bey 1762’de büyük deniz kumandanlıklarından olan riyale rütbesi ile, Berîd-i Zafer kalyonu süvarisi Mart 1766’da patrona rütbesi ile Neheng-i Bahrî, Peleng-i Bahrî ve Ukab-ı Bahri kalyonlarında bulunup bunu müteakip, 1767’den sonra da kapudane-i hümâyûn rütbesi ile kapudan paşa’dan sonra gelen en büyük amiralliğe getirilmiştir. Hasan Bey bu vazifede iken, Türkler ile Ruslar arasında 1768 seferi açılmıştır.
Karada Osmanlı kuvvetlerini mağlûp etmiş olan Ruslar, Rumeli ve Adalar’daki Hiristiyan tebayı ayaklandırmak için, Akdeniz’e geçmeği kararlaştırarak, Aleksey Orlof kumandasında Baltık donanmasını bu tarafa sevketmişler ve İngilizlerin büyük çıkışını gören Rus donanmasına uzman İngiliz amiral ve zabitleri de katılmışlardır ki, bunlar arasında Osmanlı tarihlerinde adı geçen amiral Elphinstone da vardı, Akdeniz’e gelen Rus donanması ilk defa Rodos derya-beyi Cafer Kaptan kumandasındak Osmanlı donanması ile çarpışmış, galip ve mağlûp belli olmamış ve Osmanlı donanması Sakız adası tarafına çekilmiştir. Bundan sonra Ege sahiline yakın Koyun adaları etrafında yapılmış olan ikinci muharebe, Cezayirli Hasan Bey’in kalyonu ile Rus amirallerinden Spiridov’un kalyonu arasında cereyan etmiştir. Spiridov’un kalyonu Hasan Bey’in kalyonu üzerine gelirken, Türk kapudane’sinden atılan bir gülle düşman kalyonunun dümenini parçalamış ve kalyon, akıntı ile, Hasan Bey’in kalyonunun üzerine düşmüştür. Düşman kalyonunun pek yakına geldiğini gören Hasan Bey bir kaç çarmıh halatını kestirmiş ve her ipe salıncak gibi iki-üç Türk askeri yapışıp, kendisi başta olduğu hâlde, 30 kişi Rus kalyonuna atlamıştır. Bu heyecanlı çarpışma esnasında, gemi çanaklığına kaçan Ruslardan biri tarafından atılan bir kurşunla, Hasan Bey yaralanmışsa da, bunu göstermemiş ve bir süre daha çarpıştıktan sonra, kendi kalyonuna geçmiştir. Hasan Bey’in bu ânî baskınından bâzı Rus askerleri telâşla kendi cephaneliklerini ateşlemişler ve bu âteş Osmanlı kalyonuna da sıçramış, her iki kalyon birden yanmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hasan Bey yatağanını ağzına alarak, bir kısım askeri ile beraber, kendisini denize atıp, eline geçirdiği bir tahta parçası ile sahile doğru yüzmeğe başlamış ve sahilden gönderilen bir kayıkla kurtarılmıştır.
Bu çarpışmadan sonra, iki taraf harbe son verîp, Osmanlı donanması akşam karanlığından istifâde ile, darlığı sebebinden manevra yapmağa müsait olmayan Çeşme limanına girmiş ve bunu fırsat bilen düşman kumandanı, İngiliz amiralinin tavsiyesiyle, âteş gemileri sevketmek ve yağlı neft ve kumbara atmak suretiyle, Osmanlı donanmasını yakmıştır (6/7 temmuz 1770). Yaralı olarak sahile çıkan Hasan Bey, aldığı emir üzerine, doğru Çanakkale boğazına gelerek, vaziyeti hükümete bildirmiştir. Kapudân-i deryalıktan azlolunan Hüsâmeddin Paşa’nın yerine iki tuğ (beylerbeyilik) ile Cafer Kaptan tâyin edilip, Hasan Bey’e de beylerbeyilik ile kapu-dânelik verilmiştir.
Ruslar, Çeşme’deki başarılarından sonra, 10 temmuz 1770’te Limni adasına asker çıkarıp, işgal ile adanın batısındaki kalesini kuşatmışlardı; bu haber Çanakkale’de duyulunca Hasan Pasa, Limni adasının düşmesinin fecî akıbetler doğuracağını takdir ettiğinden, bu nâzik durumu Seddülbahr muhafızı sabık vezîr-i âzam Moldovancı Ali Paşa’ya anlatarak, tehlikeyi İstanbul’a duyurmuştur. Bunun üzerine Çanakkale halkından ve kalyonculardan tedârik edilecek 3.000 kişilik bir kuvvet ile, adanın yardımına gidilmesi emrolunmus ise de, bu kadar kuvvet tedârik edilememiş ve Hasan Paşa ancak 800 kişilik bîr fedaî kafilesinin başına geçerek, Seddülbahr’e gelmiştir.
Limni kalesinin kuşatması iki aydan beri devam edip, yardımdan ümidini kesen muhâfızların Ekim-1770’te, kaleyi teslim etmek üzere, Ruslar ile bir anlaşma yapmış olduklarını haber alan Hasan Paşa, tedârik ettiği kayık mevcudu ve şâir vâsıtalar ile, gece yarısı hareket ederek, Limni’nin kuzey limanlarından Yüzbaş mevkiine askerini çıkartmış ve aradaki uzun mesafeyi hızla kat’ederek, kale düşmeden önce yetişip, şiddetli bir baskınla, Rusları gemilerine kaçırmış ve 7 kadar topu zaptetmiştir (18 Ekim 1770). Baron de Tott hatıratında, Hasan Bey’in bu hareketini bir çılgınlık sayarak, bunun yapılmamasını hükûmete tavsiye etmiş; fakat sonradan Hasan Paşa’nın başarısını duyunca, hayrete düşmüş olduğunu kaydediyor. Hasan Paşa bu başarıdan sonra Limni’nin güneyinde Mondros limanında bulunan düşmanı baskın ile ve zayiat verdirerek, tardettîkten başka, Maydos limanına saklanmış olan düşmanı da bertaraf ederek, boğaz etrafını temizleyip, Çanakkale’ye dönmüştür. Bu hizmetine karşılık olarak, kendisine gazi unvanı ve altın çelenle verildikten başka, azlolunan Cafer Paşa’nın yerine, vezirlikle kapedûn-i derya’lığa atanmış ve boğaz seraskerliği de uhdesine verilmiş idi (Kasım 1770).
Hasan Paşa, 1773’e kadar, hem kaptanlıkta ve hem de Boğaz seraskerliğinde kaldı. Bu sırada III.Mustafa’nın ölümü I. Abdülhamid’in cülusunu müteakip, kaptan-paşa’lıktan azlolunmuş, hazîneden 75.000 kuraş yardım ve Anadolu valiliği ile Rusçuk seraskerliğine atanarak, Boğaz’dan doğruca o tarafa gönderilmiştir (Ocak-1773). Hasan Paşa, Temmuz 1774’de imzalanan Kaynarca anlaşmasından sonra, ikinci defa kapudân-ı deryalığa getirilmiş, bu hizmette 15 yıl kalmış ve pâdişâh üzerindeki tesiri ile vezîr-i âzamları gölgede bırakarak, saltanat atabeyi olmuştur. Donanmayı yeniden vücûda getiren Hasan Paşa Akdeniz’de faaliyete başlamıştır. Rus harbinin de, ordunun mağlûp ve donanmanın mahvolması Osmanlı devletinin iç durumunu epeyce sarstığından, bilhassa Suriye ve Mısır’da, devletten ayrılmak için, faâliyetler baş göstermişti. Anlaşmadan sonra, 1775’te Hasan Paşa Akkâ’ya giderek, devlete karşı isyan ile sahilleri ele geçirip, Suriye’yi nüfuzu altına almağa çalışan Şeyh Tâhir Ömer’i mağlûp etmiş ve kendisini Şam’a kadar izleyerek, başını kesmek suretiyle, bu mühim gaileyi bertaraf etmiştir (1776). Daha sonra Mora yarım adasındaki reayaya tegallüp ve valileri tanımayan arnavutların oradaki vaziyeti hükümet için büyük bir gaile teşkil etmiş olduğundan, buranın ıslâhı, asayişin temini Hasan Paşa’ya bırakılmıştı. Hasan Paşa, Trapoliçe’de kazandığı kat’î galibiyet ile, Mora işini yoluna koymuş ve bu suretle Mora eyâleti, muhassıllık olarak, kendisine verilmiştir (Ağustos 1779).
Osmanlı devleti 1768 seferinden beri Mısır’a bakamadığından, orada da çerkes beyleri, Fransızlardan da teşvik görerek, ayrılmak sevdası ile, faaliyete geçmişlerdi. Bunların başında İbrahim ve Murad Bey’ler bulunuyordu. Buranın da ıslahı ile devlete bağlanmasına Hasan Paşa memûr edildi. Hasan Paşa Haziran 1786’de İskenderiye’ye çıktı. Bir buçuk yıl yakın bir zaman Mısır’da kalarak, İbrahim ve Murad Bey’leri tekrar-tekrar mağlûp etüp, vaziyeti düzeltmeyi başardı. Fakat Rusya ve Avusturya muharebesinin çıkmasıyla, âsî beyleri ortadan kaldırmağa başaramadan, acele İstanbul’a davet edildiğinden, mükerreren müracaatları üzerine, İbrahim ve Murad Bey’leri affederek, döndü (Ekim 1787). 1787’deki Rusya ve Avusturya muharebesinde vezîr-i âzam ve serdâr-ı ekrem Koca Yusuf Paşa Avusturya cephesine hareket etmiş, Rus cephesine karadan Şahin Ali Paşa ve denizden de Hasan Paşa memûr olmuş idi. Rusların Ozi (Oçakof)’yi kuşattıkları sırada, Hasan Paşa, deniz tarafından kaleye yardım için, hafif donanmayı ileri sürdü ise de, suların sığ olması ve aynı zamanda Rusların aldıkları tertibat üzerine, başarılı olamayıp, mühim miktarda zayiat verdi. Yalnız Osmanlı donanmasının başarısızlığı üzerine, Sivastopol limanından çıkarak, Osmanlı donanması üzerine gelmekte olan Rus donanmasını karşılayan Hasan Paşa Yılan-Ada’sı muharebesi denilen deniz savaşında Rusları mağlûp etti (Ağustos 1788). Hasan Paşa Rus donanmasını Sivastopol’e kadar izlediyse de, ince donanma, Özi önünde ağır zayiat verdiğinden, limana giremedi. Ozi’nin bir süre sonra düşmesi, halkta üzüntüye sebeb olurken, Hasan Paşa’nın da itibarını kırdı; İstanbul’da aleyhtarları tarafından dedikodular çıkardılar; kaptanlıktan atılması için görüşmeler başladı. Bu konuda Hasan Paşa’nın kapı-kethüdâlığından yetişerek, cephede bulunan vezîr-i âzam Koca Yusuf Paşa’nın mutâleası soruldu. Vezîr-i âzam buna yanaşmadı. Böylece bir kaç defa mektup gidip-geldi. Bu sırada Ozi kalesinin sukutunun verdiği keder ile felç olan I. Abdülhamid vefat ederek, yerine yeğeni III. Selim hükümdar olduğundan, Hasan Paşa’nın butun nufûzu kırıldı. Genç hükümdar Nisan 1789’da sadâret kaymakamı Salih Pasa’ya göndermiş olduğu bir hatt-ı hümâyûn ile, Gazi Hasan Paşa’yi Anadolu valiliği ile İsmail seraskerliğine tâyin ettiğini ve yerine kapadane-i hümâyûn kaptanı Giritli Hüseyin Paşa’yi atadığını bildirmiş olduğundan, Hasan Paşa o tarafa gitti. III.Selim, kendisinin daha önce saltanata geçmesi için, vezîr-i âzam Halil Hamîd Paşa tarafından yapılan tertibâtı öğrenerek, Abdülhamid’e haber vererek, işin bastırılmasına sebep olduğundan dolayı, Hasan Paşa’ya kin besliyordu ; hükümdar olur olmaz, ilk darbeyi vurdu ise de, hizmetlerini göz önüne alarak, daha ileri gitmedi. İsmail seraskeri Hasan Paşa, İsmail önünde Rusları mağlup ettiği gibi, kaleyi de muhasaradan kurtardığı İçin, bir İs göremeyen Kethüda ( Cenaze ) Hasan Paşa ‘nın azli üzerine, vezîr-i âzam atandı (Kasım 1589). Hasan Paşa, pâdişâhın kini sebebinden öldürüleceğinden korktuğu sırada, mühr-i hümâyûnun, baş-çuhadar Küçük Hüseyin Ağa ile, kendisine gönderilmesinden dolayı, fevkalâde sevinerek, Küçük Hüseyin Ağa (daha sonra kapudân-ı derya olan meşhur Küçük Hüseyin Paşa ) ‘ya senede 40 kîse akçe gelir getiren bir mâlikâne ile bîr mücevherli hançer ve 1000 altın vermiştir.
Veziriazam ve serdâr-ı ekrem Cezayirli Gazi Hasan Paşa İsmail’den ordu merkezi olan Şumnu karargâhına gelir-gelmez, ilk zamanlarda Akkerman kalesnin düşmesine sebep olan Tayfur Paşa ile diğer kayıtsızlıkları görülenleri ve bu arada sadâret kethüdası Süleyman Râjid Efendi ile sadâret mektupçusu Emir Efendi ( orduda kendisinin kapı-kethüdâsı olup, paşası aleyhinde bâzı boş-boğazlıkta bulunmuştu) ‘yi idam ettirerek, gevşemiş olan inzibatı bu suretle takviye etmiştir.
Hasan Paşa’nın sadâreti üç buçuk ay sürmüştür. Kendisi Şumnu’da pek soğuk bir havada, kıyafet tebdili ile, dışarı çıkıp, dolaşmış ve dönüşünde hastalanarak, 30 Mart 1790’te vefat etmiş ve Şumnu’da yaptırmış o’duğu Beklâşi tekkesine defnedilmiştir. Ölümünün sadrâzam kethüdası ile mektupçunun katillerinden müteessir olan pâdişâh tarafından tertip edilmiş bir zehirleme neticesinde vukua geldiği rivayeti var ise de, kendi kethüdası tarafından gönderilen arızada, soğuk alarak, hastalandığı beyân edilmektedir.
Hasan Paşa cesâret:, enerjisi ve ince zekâsı ile kendi kendisini yetiştirmiş, ikbâl ve servetin en yükseğine kadar çıkmıştır. Sertliğe gelmez, kendisine yumuşaklıkla iş gördürülürdü. Pâdişâha karşı dahi olsa, sözünü ve kanaatini açık söyler, eğilip-bükülmezdi. Osmanlı donanması mahvolmuş iken, Kapudan Paşa olur-olmaz, az zamanda donanmayı yeniden vücûda getirmiş idi. Öteden beri derli-toplu oturacak bir yerleri olmamasından dolayı, Kasımpaşa ve Galata ‘daki bekâr odalarında yatarak, türlü-türlü edepsizliklere cür’et eden kalyonculara, bütün masrafları kendisinden olmak üzere, 1784’te tersane meydanında bir kalyoncu kışlası yaptırmak suretiyle, bunları zapt ve rapt altına almış ve şiddetli icrââtı ile tersane halkını ve deniz ümerâsını sindirmiştir. Kışla hâlâ durmaktadır.
I. Abdulhamid’in hatt-ı hümâyûnlarında görüldüğü üzere, bu pâdişâh, Hasan Paşa’nın hizmetlerini takdir ederek, hem sevmiş ve hem de kendisinden çekinmiştir. Bilhassa Halil Hamîd Paşa’nın azl ve idamı île hal’edilmekten kurtulan Abdulhamid, kendisini kurtaran Hasan Paşa’ya karşı minnetdar kalmış, Hasan Paşa da kendi adamı olan Koca Yusuf Paşa’yı vezîr-î âzam yaptırmak suretiyle, Abdulhamid’i iyice avucunuu içine almıştır. Hattâ Hasan Paşa ile bir görüşme esnasında, pâdişâh kendisi ile Yusuf Paşa’nın azledilmeyeceklerini teminatını almıştır. Abdulhamid’in Hasan Paşa’dan çekindiğine dâir müteaddit vesikalar vardır. Hattâ tersaneye âit bîr memûr tâyininden dolayı, Hasan Paşa’nın gücenmesinden çekinen padişah, “Vech ve lâyıkı. ne ise, öyle edesin; paşâ-i mumaileyh infial eder mi bilmem” sözleri ile vezîr-i âzamin telhisine bu husustaki tereddüdünü yazmış ve bunun üzerine vezîr-i âzam “fau kullan, kapudan paşa kulları şevketli efendimizin abd-i memlûkleriyiz; kul velinimetine infial etmek cürm-i kabîh ve hatây-i azîm-dir” sözleri ile mukabele ederek, Abdulhamid’in tereddüdünü izâle eylemiştir. Hasan Paşa (1787) Rus seferine aleyhtâr olduğundan Mısır’dan döner-dönmez ve zamansız harp açmasından dolayı vezîr-i âzam Koca Yusuf Paşa’yı şiddetle muaheze etmiş ve bu emr-i vâki karşısında, padişahın emri île, harp ianesi olarak, 12000 kîse akçelik altın vermiştir. Hasan Paşa’nın gayret ve faaliyeti, ecnebi devletler tarafından da takip ve takdir olunmakta idî. Henüz veliahd bulunan III. Selim tarafından verilen bir nâme ile, gizlice Fransa kralı XVI. Louis’ye gönderilmiş olan Sultanzâde İshak Bey Paris’ten Selim’e göndermiş olduğu arızasında: — “Bir gün hükümdarlık nasip olursa, Hasan Paşa kulunuzu din düşmanları karşısında rezîl etmeyiniz; zîrâ cümle Frengistan’da bu adamın ismi pek büyüktür ve şimdi Mısır’da eylediği işleri cümle devletler kabul etmişlerdir ; gerçi kendisini rical ve kibarımız sevmezler, lâkin vallahi devlet-i âliyyenin bir sâdık kölesidir, tatlı dil ile her işe kullanılır” — demektedir. Hasan Paşa’nın efendisi Hacı Osman Ağa’nın kızı Emine Hanım’dan Habîbe adında bir kızı olmuş ise de, bu kendisinden önce vefat etmiş (1788 ) ve başka bir evlâdı olmamıştır. Kasımpaşa’daki konağı ile Öküz limanındaki (Üsküdar ile Kuzguncuk arasında) yalısı zevcesinin üzerinde olduğundan, bunlar ona bırakılarak, diğer para ve eşyası tamamen hazîneye alınmıştır. Fakat bunların yekûnu 4,000 kese akçe bile tutmadığı için, serveti dillerde destan olan Hasan Paşa’nın bu kadar az bîr malı çıkması herkesi hayrete düşürmüştür. O devirde yazılmış olan bir rûznâme bu hususta şu mutâleayı serd ederek, ” … 16 sene kaptanlığı ve hem hünkâr babalığı (atabey) olup ve senede 1000 kese akçeden mütecaviz malikânesi olmagla bu mikdar az para çıkması herkesi istigrâba düşürdü” dedikten sonra, kaptan paşalıktan azlolunup, sefere memûr edildiği zaman, çok para sarfettiğini kayd ile servetinin bundan dolayı azalmış olduğunu kaydetmektedir ki, Hasan Paşa’nın hazinedarı Süleyman Ağa’nın hükümete verdiği hesap da aynı mutâleayı te’yit ediyor. Buna göre, Hasan Paşa’nın bütün eşya, mücevherât ve parası Kasımpaşa’da bulunan konağındaki taş mahzende imiş. Bâzı vesikalardan Hasan Paşa’nın muktesit olduğu anlaşılmaktadır.
Hasan Paşa’nın tersanedeki kalyoncu kışlası ile camiinden başka, 4 saat yerden su getirtmiş olduğu Midilli adasında müteaddit çeşmeleri ile Vize taraflarında cami, hamam ve 3 çeşmesi ile Limnî, Sakız, İstanköy ve Rodos adalarında da çeşmeleri var idi. Kapudan-paşalıği zamanında tersanede küçük ölçüde mühendishâne açılmışsa da, bu hususta vezîr-i âzam Halîl Hamîd Paşa ‘nın ön-ayak olduğu görülüyor.
Hasan Paşa küçükten büyüttüğü bir arslanı dâima yanında gezdirir ve seferlerine de götürürdü. Talik hat ile yazılmış olan mührü mâ ra’âhu ‘l-mu minuna hasan”” fahava’in-da ‘ilahi hasan âyet-i kerimesini hâvi idi. Bütün vesikaların tetkiki neticesinde, Gâzî Hasan Paşa’nın devlete sâdık, hizmeti büyük, İcraatında şedit, dürüst, açık sözlü, cesur, gayret ve azim sahibi idarî işlerde kafası işleyen, ilerisini gören fedakâr bir vezir olduğu görülüyor, ölümünde yaşı 80 ‘e yakın idi.