Sadri Maksudi Arsal Kimdir, Hayatı, Eserleri
Sadri Maksudi Arsal, (1880-1957) Kazan Türkleri arasında yetişen tanınmış siyaset ve ilim adamı.
Rusya’da Kazan civarında Taşsu köyünde doğdu. Köyün imamı Nizâmeddin Maksudi’nin oğludur. İlk tahsiline Kazan’da Allâmiye Medresesi’nde başladı. Burada Arapça ve din ilimleri öğrendi. 1895’te Kırım’a giderek ağabeyi Ahmed Hadi Maksudi’nin öğretmenlik yaptığı Bahçesaray Zincirli Medresesi’nde Rusça öğrendi. Orada Gaspıralı İsmail Bey’le tanıştı, daha sonra Rus Öğretmen Okulu’na kaydoldu. Bu okulda Ayaz İshâkî ile yakın arkadaşlık kurdu. Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra yüksek tahsil için Paris’e gitti. Hukuk Fakültesi’ne yazıldı; burada Yusuf Akçura ve Yahya Kemal’le tanıştı. 1906 yılında bu okulu bitirdi. Paris’te Hukuk Fakültesi’ne devam ederken Edebiyat Fakültesi, College de France gibi yerlerde tarih ve sosyoloji dersleriyle bazı konferansları takip etti. Paris’ten Rusya’ya dörtdüğü sıralarda ilk ihtilâl yapılmış, Rus çarı meşrutî bir idare kurmaya mecbur kalmıştı. İlk defa toplanan duma kısa bir süre sonra dağıldığından, Sadri Maksudi Kazan’dan temsilcisi olarak bulunduğu ikinci ve üçüncü dumalarda müslüman milletvekillerinin tabii lideri durumuna geçti. Bu görevi sırasında faal bir şekilde çalışarak Rusya Türkleri’nin çeşitli meselelerini meclis kürsüsünde dile getirdi.
Sadri Maksudi’nin dumalardaki faaliyetleri bilhassa Ruslaştırma aleyhinde ve millî kültürün korunması yönündeydi. Zira Türk-Rus kültür mücadelesinin temelini, çeşitli yollara başvurularak Türkler’e ana dillerini unutturmak ve onları mümkün olduğu kadar süratle Ruslaştırmak teşkil etmekte idi. Rus siyasî cereyanlarından tamamıyla haberdar olan Arsal, mücadele metodunu buna göre ayarlayarak hareket etmek gibi bir kabiliyete sahip olduğundan başarılı olmuştur.
1917 Rus İhtilâli’nden sonra Kazan yöresinde kurulan muhtar Türk devletinde hem Millet Meclisi başkanı, hem Millî İdare Başkanı seçildi. Böylece İdil-Ural Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. Bolşevizm’in Rusya’daki hâkimiyeti üzerine Finlandiya’ya geçip oradan Paris’e gitti. Sorbonne’a bağlı bir enstitüde akademik faaliyetlerine devam etti. I. Dünya Savaşı sonundaki ortamda her fırsatta Türkler’in haklarının korunmasına çalıştı. Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Slav Kavimleri Araştırma Enstitüsû’nün serbest dersleri olarak Türk-Tatar kavimleriyle Orta Asya tarihi okuttu. Bu dersler yanında Journal Asiatique’te bazı yazılar yazdı ve ilmî faaliyetlerde bulundu. Bir süre sonra Maarif Vekili Hamdullah Suphi tarafından Türkiye’ye davet edildi. Önce Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğine, sonra yeni açılan Ankara Adliye Hukuk Mektebi’ne profesör tayin edildi. Aynı zamanda Türk Ocakları Hars Heyeti üyesi idi. Adliye Hukuk Mektebi daha sonra Hukuk Fakültesi olunca uzun yıllar burada umumi hukuk tarihi. Türk hukuk tarihi ve hukuk felsefesi dersleri okuttu. Türk Ocakları’nın 1930 yılı kurultayında yalnız tarihle uğraşacak bir tarih encümeni veya tarih akademisi kurulması gereği hakkındaki bir konuşması üzerine. Afet İnan’ın bu görüşü desteklemesiyle bugünkü Türk Tarih Kurumu’nun temeli atılmış oldu.
1930-1934’te Şebinkarahisar, 1934-1938’de Giresun milletvekilliği yaptı. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarih profesörlüğüne, 1941’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk tarihi ve felsefesi profesörlüğüne. 1944’te de Ankara’dan naklen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi hukuk tarihi ve felsefesi ordinaryüs profesörlüğüne getirildi. 1950’de Demokrat Parti’den Ankara milletvekili seçildi. 1954’ten sonra kendini tekrar ilmî çalışmalara verdi. 20 Şubat 1957’de İstanbul’da öldü.
Sadri Maksudi, hayatının bir kısmını Rusya’da oradaki Türkler’in millî meselelerini halletmek için siyasetle geçirdiği halde, aynı zamanda milletlerarası ilim âlemi ile de münasebetlerini sürdürmüş ve adını daha çok tarih sahasında duyurmuştur. Tarihe karşı yakın ilgisi Paris’teki öğrencilik yıllarında başlarsa da kendini tamamen bu sahadaki araştırmalara vermesi 1920’den sonradır. Bir hukuk profesörü olmasına rağmen Türk tarihi üzerindeki bilgisi ve araştırmaları bu sahanın mütehassısları kadar derindir. Türk tarihinin muharebeler tarihi olarak değil sosyolojik açıdan incelenmesi gerektiğini savunmuştur.