Dillerin Yayılması, Teması, Karışması ve Küreselleşmenin Etkisi -Antropoloji
Dillerin Yayılması, Teması, Karışması ve Küreselleşmenin Etkisi
Dünya tarihine bakıldığında yazı dili olarak gelişen belirli bazı dillerin diğer diller üzerinde önemli bir etki yarattığı ve yüksek kültürün dili haline gelerek, yerli diller aleyhine geliştiği görülür. Özellikle farklı bir kültür çevresinden ve yaşam biçiminden yeni bir çevreye giren topluluklar, o yeni çevrenin egemen dilinin de etkisi altına girerler. Örneğin Türkler, Iran ve Anadolu’ya geldiklerinde ağırlıklı olarak Farsça’nın etkisi altına girmişlerdir. Yeni coğrafyanın nitelikleri, yeni bir yaşam ve geçim biçimine geçiş, o coğrafyaya ve yeni yaşam ve geçim biçimine ait pek çok sözcüğün anadile girmesine yol açar. Aynı şekilde yeni coğrafyanın eski toplulukları da bu yeni komşularının dilinden etkilenirler. Bu süreç bir dil kültürleşmesi biçiminde yaşanır. Bu yüzden Türkçe’de pek çok Farsça sözcük mevcuttur. Bunun gibi Farsça’da da Türkçe’den alınmış çok sayıda sözcüğe rastlanır. Ayrıca, yeni coğrafyanın geçim biçimi yerli dillerden pek çok sözcüğün ödünçlenmesini gerektirmiştir. Bu yüzden Türkçe Ermenice’den, Rumca’dan, Arapça’dan ve gemicilik söz konusu olduğunda İtalyanca’dan pek çok sözcüğü devşirmiş kendi söz varlığının bir parçası haline getirmiştir. Türkler İslâm’ı İran üzerinden aldıkları için bizdeki dinsel pek çok kavram da Arapça değil Farsça’dır: Namaz gibi, peygamber gibi, oruç gibi… Osmanlılar Balkanlara yayıldığında ise bu kez benzer etkiyi Türkçe Balkan dilleri üzerinde göstermiştir. Osmanlı uygarlığına ait pek çok terim, bu kez Macarca’ya, Sırp-Hırvatça’ya, Yunanca’ya, hatta Rusça ve Polonya diline geçmiştir.
Arapçanın da Batı dilleri üzerinde büyük bir etkisi olmuştur. Özellikle Orta- çağ’da bir uygarlık dili haline gelen Arapça, İslâm yayılmasının İspanya’ya ve İtalya’ya ulaşmasıyla birlikte bilime, teknolojiye ve çeşitli Doğulu mallara ait pek çok terimi Batı dillerine vermiştir. Cebir (algebra), algoritma, magazin, risk, amber, misk, abanoz, amiral, amalgam, alkol, almanak, arsenal, iksir, gitar, haşhaş, yasemin, kalibre, narenç’ten oranj, papağan, çek, tarife, şeker vs. sözcüklerinin Batılı biçimleri, Arapçadan geçmiş sözcüklerin dillerin düzeneğine uydurularak kazanılmış sözcüklerdir. Haçlı seferleri de benzer etkiyi bu kez ters yönden yaratmıştır.
Bunun gibi örneğin Anglo-Sakson dillerinde kullanılan çay sözcüğü, tea veya tee, Malay Hollandacası aracılığıyla Çin’den gelmiştir.
Lingua Franca
Diller sadece bir topluluk içinde konuşulmaz; çok sayıda farklı dilin konuşulduğu karmaşık coğrafyalarda bütün toplulukların anlaşmalarını temin edecek ortak bir dilden yararlandıkları görülür. buna lingua franca denilmektedir. Özellikle tüccarlar, seyyahlar, alimler ve diplomatlar bu dil sayesinde işlerini görürler ve temaslarını kurarlar. Lingua franca, o coğrafyanın dillerinden biridir. Bu hale gelmesinde dinen, iktisaden ya da siyaseten güçlü bir toplumun dili olması ya da tüccarların dili olması gibi etkenler rol oynar. Örneğin eski Mezopotamya ve Anadolu’da Ak- kadça böyle bir dildi. Devletler arasındaki anlaşmalar bile Akkadça yapılırdı. Örneğin ünlü Kadeş anlaşmasının Hititlerin başkenti Hattuşaş’taki (Boğazköy) taşa kazınmış suretinde metin hem Akkadça hem Hititçe yazılmıştı. Ortaçağ’da Arapça ve İtalyanca bütün Akdeniz havzasının lingua franca’sı oldu. Osmanlı çağında ise Türkçe Doğu Avrupa ve Balkanlar’dan İran’a kadar uzanan coğrafyanın lingua franca’sı haline geldi. 19. yüzyılda Fransızca, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de İngilizce lingua franca işlevi görmektedir.
Ayrıca sömürgecilik dillerin yayılmasında önemli etken olmuştur. Bu yolla İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Portekizce dünyanın geniş bir bölümünde konuşulan egemen diller haline gelmiştir. Öyle ki, sömürgeciliğin tasfiye edildiği 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Afrika’lı ve Asya’lı ulus-devletler, etnik çeşitlilik arz eden nüfuslarına hâkim olan dil çeşitliliğini aşmak için, sömürge döneminden kalmış, lingua franca işlevi gören bu dillerden birini resmî dil ilân etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin iki yüzden fazla dilin konuşulduğu Hindistan’da ortak dil İngilizce’dir. Pek çok Afrika ülkesinde de durum aynıdır. Sömürgecilik döneminde bu Batı dilleri, yönetici seçkinler ile sıradan halk arasındaki mesafeyi belirleyen keskin bir toplumsal tabakalaşmanın aracı olmuştu. Öte yandan, örneğin Güney ve Kuzey Amerika’da yerli diller, yayılan bu Batı dillerinin önünde kaybolup gitmişlerdir. Pek çoğu ölü dil haline gelmiş ya da çok küçük toplulukların bildiği marjinal diller sınıfına girmişlerdir. Kuzey Amerika’yı İngilizce, Güney Amerika’yı ise İspanyolca ve Portekizce istilâ etmiştir.
Pidgin Dil
Özellikle sömürgeciliğin etkisiyle belirli bir dil alanına giren yabancı bir dilin, basitleştirilmiş bir gramer ve söz varlığıyla o dil alanında kullanılan biçimine pidgin dil denilmektedir. Pidgin dil, basitleştirilmiş olmakla birlikte kaynak dilin fiiller ve sözcük düzeni kurallarıyla yeniden düzenlenmiş bir halidir. Örneğin Melanezya’da konuşulan Pidgin İngilizce, yüzde sekseni İngilizce kaynaklı olan bir beşyüz sözcüğün kullanımına dayanan, kurallı ama standart İngilizce’den oldukça farklılaşmış bir dildir. Pidgin diller, Batılıların Afrika’yı, Uzak Doğu’yu ve Amerika’yı kolonileş- tirmesi sürecinde ortaya çıkmışlardır.
Kreol Dil
Bir pidgin dilin yerli bir dil haline gelmiş biçimine kreol dil adı verilir. Kreolleşme denilen süreçte, pidgin dil eksiksiz bir gramer yapısına kavuşur ve geniş bir söz varlığına dayanarak gelişkin bir dil halini alır. Kaynak dilden türemiştir ve ona benzemektedir ama farklı bir dildir.
Planlı Dil Değişiklikleri
1) Ölü Dillerin Canlandırılması: Yeni kurulan bazı ulus-devletler ise ölü bir dili canlandırarak ya da sentetik bir dil yaratarak yeni ulusun dilini meydana getirmeye girişmişlerdir. Örneğin İsrail, sadece din dili olarak kullanılan ve sadece din adamlarının bildiği ölü bir dil haline gelmiş olan İbranca’yı yeniden canlandırmış ve İsrail devletinin resmî dili haline getirmiştir. Eski dil yeniden yaratılmıştır. Pakistan’da da durum aynıdır. Pek çok farklı dilin konuşulduğu Pakistan’da eski Müslüman soyluların dili olan Urduca yeniden yaratılarak resmî dil yapılmıştır.
2) Dilde Sadeleşme Hareketleri ve Ulusal bir Dil Yaratılması: Bilinçli siyasal çaba ve çalışmaların sonucunda da dilde değişiklikler yaratılabilmektedir. Ulusal sınırların siyasal süreçler içinde belirlendiği coğrafyalarda, özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde, nüfus içinde mevcut olan büyük dilsel farklılıkların seçilmiş resmî bir dil lehine ortadan kaldırılmaya çalışılması, sık rastlanan bir durumdur. Merkezî hükümetler, ulusal birliği sağlamak amacıyla o ülke içinde konuşulan dillerden birisini öne çıkararak resmî dil haline getirir ve bu gelişme diğer dillerin varlığını tehdit eder. Bu süreçte diğer diller birer yerel ve sözlü iletişim aracından öteye gidemez.
Bununla birlikte ulusal dil yaratma çabaları çok daha eskiye gider. 18. yüzyılın sonundan itibaren Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçi-halkçı hareketler, seçkin dillerini tasfiye ederek sade ve ulusal bir dil arayışına girdiler. Avrupa’da Latincenin ve Fransızcanın etkisi altında bulunan seçkin dili, yerli diller lehine tasfiye edilerek bir tür demokratikleşme ve ulusallaşma sağlanmaya çalışıldı. Bunun başlangıcı Martin Luther’in 15. yüzyılın sonunda İncil’i Almanca’ya çevirmesi ve yeni keşfedilen matbaa yoluyla Almanca İncillerin geniş kitlelere yayılmasıdır. Yerli dilde yazılıp çizilmeye başlanması hem bilgiyi demokratikleştirmiş hem de uluslaşmanın önünü açmıştır. 18. yüzyılın sonundan itibaren Almanya’da ve Macaristan’da başlayan dilde sadeleşme hareketi, diğer ülkelere de örnek olmuştur. Örneğin Türkiye’de Tanzimat döneminde seçkin dili olan Osmanlıcaya karşı başlatılan sadeleşme hareketi Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte kurumsallaşmış ve Türk Dil Kurumu eliyle yürütülür hale gelmiştir. İran’da da benzer bir durum görülür. 1930’larda İran’da da dili Arapça’nın etkisinden kurtarmak üzere devlet tarafından bir dil kurumu (Far- hengestân) oluşturulmuştu.
Küreselleşmenin Dil Üzerinde Etkisi
Endüstri toplumu bilginin ve teknolojik yeniliklerin dünya çapında hızla yayıldığı yeni bir dönemin toplumudur. Özellikle kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve bilgisayar teknolojileri küresel düzeyde etki yarattığından, bu araçlar yoluyla gelen ve bilgisayar teknolojilerinin taşıdığı yeni bir dil de yerli diller üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Tüketim toplumu, marka merkezli tüketimin, reklam ve moda sektörünün dili, hızlı bilgi dolaşımı ve özelilkle internet, yerel dillerin direncini kırmıştır. Böylelikle dillerin içine hızla yeni sözcük akmaktadır. Bu akışın kaynağı büyük ölçüde İngilizce’dir. İngilizce bir lingua franca olmaktan çıkmakta ve dünya dili haline gelmektedir. Bu durum eğitim kurumlarını da etkilemiştir. Eğitim kurumları dünyanın pek çok yerinde merkezinde İngilizce öğretiminin olduğu yeni eğitim programları geliştirmeye uğraşmakta ve özellikle yüksek öğretimin dili pek çok yerde İngilizce’ye dönüşmektedir. Bu durum bilginin yayılması ve paylaşılması bakımından bir avantaj olmakla birlikte, yerel dillerin gerilemesine, yazı dillerinin zayıflamasına, belli merkezlerin bilgi üzerindeki egemenliğinin pekişmesine ve en önemlisi her dilin temsil ettiği özgün kültürel eşiğin bozulmasına yol açmaktadır. Görece özgün bu eşikler, giderek Anglo-Sakson tarzlarının egemenliğine girmekte ve özgünlüklerini kaybederek birbirlerine benzemektedir. Dillerin en önemli varlığı olan deyim ve deyişler dönüşmekte, çeviri yeni formlarla yer değiştirmektedirler. Yazı dilinin anlatım gücü, bilginin hızla aktarılması ihtiyacının belirlediği bir özensizlikle zayıflamakta, eski sözlü ve yazılı kültür varlıklarına ilgi giderek azalmakta, bunların kültür içindeki rolleri yitip gitmektedir.