Türk Edebiyatı

Türk Edebiyatında Hikaye(öykü) Türünün Tarihsel Gelişimi ve Önemli Temsilcileri, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Türk edebiya­tında modern anlamda hikâye XIX. yüz­yılın son çeyreği içinde ortaya çıkmıştır. Bununla beraber tarihî seyir göz önünde tutulduğunda bu safhaya gelinmeden önce klasik ile modern hikâye arasında bir geçiş sürecinin yaşandığı görülür.

XVIII. yüzyılın sonunda (1797) kaleme alınmış olan Muhayyelât-ı Aziz Efen­di, klasik hikâye çizgisi içinde ortaya çı­kan değişmenin ilk örneği olarak kabul edilir. 1852-1873 yılları arasında dört de­fa basılan, bütün Tanzimat devri yazar­larının elinden geçtiği düşünülebilecek olan bu eser, klasik hikâyenin özelliklerini taşımakla birlikte bazı yanlarıyla bu çiz­giden ayrılır. Oldukça sade bir dille kale­me alınması, bazı bölümlerinde mekânın coğrafi gerçeklikle örtüşmesi, üslûpta yer yer basmakalıptan kurtulma gayreti, ba­zı yerlerde hikâye kahramanlarının sos­yal durumlarına uygun şekilde konuştu­rulma dikkatinin bulunması, XVIII. yüzyıl İstanbul’una ait yerli çizgilerin işlenmesi onun modern hikâye ve romana bakan yüzüdür. Bunun dışında, XIX. yüzyılda ba­sımları yapılarak yaygınlık kazanmış olan meddah hikâyeleri yeni hikâyeye zemin hazırlayan eserler olarak görülmektedir.

Tanzimat döneminde devletin birçok kademesinde başlatılan Batılılaşma ha­reketi, fert ve toplum düzeyinde dünya­ya bakışta ve hayatı yaşayışta önemli bazı değişikliklere yol açtı. Batı dilleri ve özel­likle Fransızca öğreniminin yaygınlaşma­sı, aydınların Batılı anlamda roman ve hikâye örnekleriyle tanışmasına vesile oldu.

Akabi Hikâyesi gibi Ermeni harfle­riyle İstanbul’da basılan (1851) ilk Türkçe uzun hikâye veya roman Örnekleri ve yi­ne Ermeni harfleriyle Türkçe olarak bası­lan Batılı roman çevirileri (A. Turgut Kut, s. 195-214) dar bir çevrenin dışına çıkma şansı bulamamıştır. Batı edebiyatından ilk tercümeler 1860’larda yayımlanmış, ilk telif roman ve uzun hikâye örnekleri de 1870’ten sonra ortaya çıkmıştır.

Modern hikâyeye geçişte önemli rol oy­nayan ilk çevirilerin başında, Yûsuf Kâmil Paşa’nın 1859’da Fransızca’dan özetleye­rek eski inşâ tarzıyla Türkçe’ye aktardı­ğı, Fenelon’un siyasî-terbiyevî bir karak­ter gösteren Tercüme-i Telemak’ı gel­mektedir (İstanbul 1279). Aynı yıl Victor Hugo’nun, daha sonra Türkçe’de Sefiller adıyla meşhur olan romanı daha sade bir dille özetlenerek çevrilmiş ve “Mağdûrin Hikâyesi” başlığıyla tefrika edilmiştir (Ce-rîde-i Havadis, nr. 480-503 11279j). Tarih­çi Ahmed Lutfı, Daniel de Foe’dan Tercü­me-i Hikâye-i Robenson’u Arapça çevi­risinden Türkçe’ye aktarmıştır (İstanbul 1281). Chateaubriand’dan Ermeni harf­leriyle Türkçe’ye çevrilip basılan bir eserin dışında (Son Serac’ın Sergüzeşti, İz­mir 1860) Recâizâde Mahmud Ekrem’in yaptığı Atala tercümesi 1870’te Hakâ-yiku’l-vekâyi’de tefrika edilmeye baş­lanmış, sonra kitap olarak da yayımlan­mıştır (İstanbul 1288).

Çoğu özetlenerek yapılan bu ilk roman çevirilerinin ardından ilk telif uzun hikâ­yeler Ahmed Midhat Efendi tarafından yazılmıştır. Ahmed Mithat Efendi Kıssa­dan Hisse (İstanbul 1287) adlı kitapta topladığı, bir kısmı Aisopos ve Fenelon’-dan alınmış fıkralardan oluşan İlk çalışma­sından sonra 1870-1895 yılları arasında yirmi beş kitap içinde, bir kısmı uyarlama olarak otuz ayrı başlık altında yayımla­dığı Letâif-i Rivâyât serisinin Sû-i Zan, Esaret, Gençlik, Teehhül ve Felsefe-i Zenan’dan oluşan ilk beş hikâyesi 1870′-te üç kitap halinde yayımlanmıştır. Bir yıl kadar sonra Emin Nihad Bey’in yedi uzun hikâyeden oluşan Müsâmeretnâme’-si cüz cüz neşre başlanmıştır (istanbul 1288). Aynı dönemde, yazarı belli olmayan Âşıkla Maşuk Dürbünü ve Her Mille­tin Güzeli (İstanbul 1289} adlı otuz bir geceye taksim edilmiş, uzunlu kısalı hikâ­yelerden meydana gelen bir başka eser de görülmektedir.

İlgili Makaleler