Tarih

Selçuklularda Sosyo-Ekonomik Yapı (Medeniyetler Tarihi)

Selçuklularda Sosyo Ekonomik Yapı

Selçuklular Hazar Denizi ile Aral Gölü’nün kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Oğuzlar’ın Kınık boyuna mensupturlar. X. yüzyılın sonlarına doğru müslüman olarak İslâm ülkelerinde askeri hizmetlere girdiler. Horasan eyaletinde Gazneliler’le nüfuz mücadelesi yaparak bölgeye hakim oldular.

Tuğrul Bey’in sultan Unvanı almasıyla XI. yüzyılın ortalarında Abbasî halifeliğinin koruyucusu olarak Şiî Büveyhî Devleti’nin hakimiyetine son verdiler. Bu şekilde oluşan Büyük Selçuklu Devleti (429-590/1038-1194) yılları arasında, Tuğrul Bey’in yeğeni Kavurd’un kurduğu Kirman Selçukluları (440-582/1048-1186) Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un kurduğu Suriye Selçukluları (471-511/1078-1117) yine Selçuklu soyundan Süleyman’ın kurduğu Anadolu Selçukluları (470-707/1075-1318) tarihleri arasında hüküm sürmüşlerdir.

Selçukluların tarih sahnesine çıktıkları XI. yüzyılın başlarında İslâm dünyası Orta Asya’daki nüfus artışı ve göç hareketlerinin etkisi altındaydı. Selçuklu Devleti öncelikle bir göç teşkilatı olarak doğarken hem İslâm devletinin, hem de eski Türk geleneklerinin mirasçısı durumundaydı. Bu iki unsur çatıştığında eğilim, İslâm ilkelerinin tercihiydi. Bunlar arasında en önemlisi İslâm’ın getirdiği birlik (tevhid, vahdet) anlayışıyla çelişen eski Türk aşiret geleneğiydi. Bu gelenek siyasi parçalanma getiriyor, hem devletler daha kurulurken birkaç parçaya ayrılıyorlar, hem de aşiretler zaman zaman devletin birliği için tehdit unsuru olabiliyorlardı.

Selçuklu devletinin kurucusu olan Tuğrul Bey de başlangıçtan beri Uniter ve merkeziyetçi bir devlet oluşturmaya çalışmışsa da, yukarıda belirttiğimiz gelenekler etkisini göstererek devlet daha kuruluş döneminde üçe ayrılmıştı.

Alpaslan birliği ve merkeziyetçiliği büyük ölçüde sağlamıştı. Devlet bu hedefi güderek XI. yüzyılda Anadolu’ya yönelen Türkmen aşiretleri parçalayarak iskân etmişti.

Büyük Selçuklu Devletinin Doğu Türkistan’dan Marmara kıyılarına, Kafkaslardan Basra körfezine kadar nüfuz sahası vardı. Malazgirt savaşı (1071) ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşu (1075)nu takip eden yıllar Türkmen göçmenlerin Anadolu’yu yurt edindikleri dönemdir. Özellikle 1097-1176 arasında bu kitleler Bizanslılar ve Haçlılarla yoğun ilişki ve savaş halinde olmuşlardır. Saltuk, Sökmen ve Danişmentliler gibi Doğu ve Orta Anadolu’da Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olarak kurulan beylikler daha sonra Anadolu Selçuklu Devleti’ne tabi olmuşlardır.

1176’daki Miryakefalon savaşıyla Bizanslılar’ın mağlup edilmesi Anadolu’daki Selçuk nüfuzunu pekiştirmiştir. 1176-1277 dönemi; Anadolu Selçuklularının gelişme ve refah dönemidir. Beylikler tamamen devlet sınırlan içine alınmış, Anadolu ticari bölge olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Sultan II. Süleyman Şah XIII. yüzyılın başlarında ülkenin şehzadeler arasında bölüşülmesi uygulamasına son vererek merkezi ve üniter devlet yolunda önemli bir adım atmıştır.

Selçuklular 1204’te Bizans’ın latinler eline geçmesiyle özellikle İtalyan ticaretindeki avantajlarını artırmışlardır. Antalya (1207) ile Sinop’un (1214) fethi ve Alaiye limanının inşası ile devlet Akdeniz ve Karadeniz’de üç önemli liman elde ederek, Avrupa ile doğrudan ticaret imkanına kavuşmuştur. Daha sonraki yıllarda yapılan deniz ve kara fetihleri ticari yapıyı da kuvvetlendirmiştir.

Bu arada Doğu’daki Moğol baskısı Türkiye’ye doğru yeni bir göç hareketi başlatmıştı. Babaîler isyanından (1240) sonra Moğollar Anadolu’ya girip Selçuklu ordusunu yenmişlerdir (Kösedağ 1243). Ancak Anadolu’nun doğrudan Moğol ilhanlı nüfuzuna girdiği 1277 yılma kadar bu refah dönemini genişletmek kabildir.

1277-1318, Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküş dönemidir. Klasik toprak düzeni yıkılmış, ticaret gerilemiş, beylikler önemlerini arttırmışlardır.


Nüfus ve Yerleşim

Büyük Selçuklu Devleti bîr göç organizasyonu idi. Orta Asya’da artan nüfus, bu devletin Önderliğinde Anadolu’ya yöneltildi. Büyük göç hareketi Anadolu’nun etnik yapısını tamamen değiştirmiştir. Bizans Anadolu’sunun nüfusu az idi. Bizanslılar’in yenilgileri ve bazı yerli-Rum nüfusun Balkanlar’a kayması da etnik yapının değişmesinde etkili olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti ilk nüfus hareketi sonunda kurulmuştu. İkinci büyük göç dalgasını ise XIII. yüzyılın başlarından itibaren Moğollar’m Batı’ya doğru sıkıştırdıkları kitleler oluşturmuşlar ve Anadolu’nun sahil kesimleri de Türkleşmiştir. Daha XII. yüzyılın ilk yan­sında Batı kaynaklarının Anadolu’dan Turkia diye bahsetmeleri bunun kapsam ve etkisini gösterir.

Selçuklu iktisadi siyaseti vasıflı işgücünün, fethedilen yerlere nakil ve iskân edilmesini gerektiriyordu. Öte yandan Do ğu’dan gelen nüfus baskısı Anadolu’ya gelen göçmen kitleleri arttınyordu. XIII. yüzyılın başlarındaki yeni göç dalgası Selçuklu Devleti’ni yeni gelen kitleleri yerleştirme hususunda zorluğa itti. Yine yerleşik olanlarla göçebeler, arasında zaten var olan çelişki ve ihtilaf arttı. Bunun kaynağı hem göçebelerin yerleşiklerin toprak veya hayvanlanna zarar vermeleri, hem de göçebelerin hayvanlarına otlak aramalarıydı. Devlet yerleşiklerin yanındaydı. Türkmen göçebelerin bir hareketi olan Babaîler isyanı (1240) bu çelişkinin bir sonucudur.

Yerleşik halkın yaşadığı köy ve şehirlerde ahi teşkilatı önemliydi. Selçuk şehirleri tıpkı diğer îslâm şehirleri gibi, Ortaçağ Batı şehirlerinde görülen özerkliğe sahip değillerdi. Bunlar merkezi devlete bağlıydılar. Moğol istilası Anadolu şehirlerinde, Orta-asya, İran ve Irak şehirlerindeki gibi tahribat yapmamıştır. Bunun yanında merkezî otorite oldukça zayıflamıştır ve en teşkilatlı ve disiplinli kurum olarak ahiler kalmışlardır. Ahiler geçiş dönemlerinde bazı Anadolu şehirlerinin yönetimini doğrudan üstlenmişlerdir.


Toprak Düzeni (ikta) ve Zirai Yapı

Toprak düzeni ikta usulüne dayanıyordu. İkta, Hz. Peygamber döneminde toprakların işletilmek üzere kişilere verilmesi anlamına geliyordu. Bu sistem zaman içerisinde ordu mensupları gibi devlet memurlarının geçimlerini bu toprak vergilerinden (veya kiralarından) elde etmelerini de kapsayacak şekilde genişledi. Selçuklular’a gelince ikta’dan artık bu anlaşılıyordu.

İkta edilen topraklarda soyut mülkiyet (rakabe) devletin; intifa (kullanım) hakkı da toprağı İşleyenlerindir. İkta sahipleri denen askerler vs. ise hizmetlerinin devamı ve toprağa nezaret etmek şartıyla maaşlarını kanunnamelerle tesbit edildiği şekilde bu toprakların vergilerinden elde eden memurlar durumundaydılar.

Büyük Selçuklular’da büyük iklalara izin veriliyordu. Bunların sahipleri adeta küçük bir hükümdar gibiydiler. Bu da aşiretlerin gücüne henüz önem veren bölünmeci zihniyetin bir tezahürüdür. Oysa Anadolu Selçuklularında ve daha sonra Osmanlılar’da iktalar küçülmüştür. İkta sahiplerinden sonra bunların çocuklarına vazifelerinde ilk kademeyi teşkil eden iktalar verilmekte, terfılerle kazandıkları kısımlar ise devlete geçmekte, yahut o vazife ile yeni tayin olunana verilmekteydi. İkta sahiplerinin köylülerle ilişkileri kanunlarla düzenlenmiştir. Eğer gerekirse sipahilerin ellerinden iktaları alınır ve bunlar cezalandırılırdı.

Bunalım döneminde bu çerçeve de bozulmuş olmakla birlikte sistem, beylikler aracılığı ile Osmanlılar’da da tatbik edilmiştir.

İkta sistemi içerisinde Selçuk Türkiyesi’nde yeterli miktarda buğday, pirinç, yulaf ve pamuk tarımı yapılıyordu. Göçebelerin asıl meşgalesi ise hayvancılıktı. Şehir ve kasabalann yakınlarında meyvecilik ve sebzecilik yapılmaktaydı. Bazı hayvan ve ürünleriyle, kurutulmuş meyve ihracaatı Önemliydi.


Ticaret

Selçukluların sağlamış oklukları siyasi birlik ortamı içerisinde ticari faaliyetler gelişmişti. Ticareti iç, dış ve transit ticaret olarak üç kısımda ele alabiliriz.

Şehir hayatının gelişmesiyle iç ticaret arasında bir etkileşim vardır. Perakende ticarette açık ve kapalı çarşılar, toptan tica rette hanlar önemlidir. Açık veya kapalı çarşılardaki dükkanlarda esnaf üretim ve perakende ticaret ile meşgul oluyorlardı. Tüccar zümresi iç ve dış ticarete katılan kervanları donatan, mal ithal eden ve sınai faaliyetleri ticarete yönelik olarak düzenleyen müteşebbis bir zümredir. Pazarlar ve panayırlar devletin himaye ve denetimi altındadır. Aynî ve nakdî mübadeleler yan yana cereyan eder. Pazarın güvenliğini temin için tedbirler alınır.

Selçuklu Türkiyesi’nde transit ticaret ülkeye oldukça gelir getirir. Ticaret yollarında sürekli olarak işleyen kervanların güvenliklerini ve barınmalarını sağlamak amacıyla bir kervansaray şebekesi oluşturulmuştur. Doğu ticaret yollarının bir kısmının Anadolu’dan geçmesi; ülkenin ticari önemini arttırdığı gibi, devlet, tüccarların uğradıkları zararı tazmin eden bir ticaret sigortası sistemi de kurmuştu. Bu yüzden ülke özellikle 1243 Kösedağ savaşından önce tüccarları kendine çekiyordu.

Anadolu Selçuklu ekonomisi Akdeniz ve Karadeniz’e açılınca doğrudan Avrupa ile ticari ilişkiler kurmuştu. Fakat Selçuklu devleti bir deniz devleti olacak süreye sahip olmadığından deniz ticaretini koruma imkanından yoksundu. Bu yüzden kara ticareti daha önemliydi. Hatta İstanbul, Alaşehir, Bursa ve İznik gibi Bizans şehirlerinde Türk kolonileri vardı.

Anadolu, Avrupa ile olduğu kadar Arap ülkeleri ve Hindistan ile de ticarette bulunuyordu. Yapılan ticaret antlaşmalarıyla para basımında kullanılan kıymetli maden ihracatı yasaklanırken ithalat teşvik ediliyordu. Anadolu birçok malın ithal ve ihraç edildiği, mal bolluğunun var olduğu bir açık ekonomi görünümündeydi. Umumiyetle pamuklu ve yünlü dokuma ürünleriyle gıda maddeleri ihraç edilirken bazı savunma araçlarıyla lüks maddeler ithal ediliyordu.

Dış ticaretin genişlemesi ülkede fuarların kurulmasına yol açmıştı. Bunlar umumiyetle şehrin uzağında, yabanda kuruldukları için “yabanlu” adını alıyorlardı. Arap, Acem, Avrupalı vs. tüccarlar mallarını burada mübadele ederlerdi. Şehrin girişlerinde de göçebe Türkmenlerin hayvan ürünü satıp mamul madde aldıkları Türkmen pazarları ile liman şehirlerinde büyük pazarlar kurulmaktaydı.

XIII. yüzyıl sonlarıyla XIV. yüzyıl başlarında dış ticarette de bir durgunluk başgöstermiştir. Zira Bizans, Memlûkler ve İlhanlılar gerileme içerisindeydiler.

felsefe/ahlk” 207″ 139″
Ahiler ve Esnaf

Selçuklu sanayii ziraat, hayvancılık ve madenciliğe dayanıyordu. Pamuklu, ipekli ve yünlü dokuma, deri, boya, çini, bazı harp araçları, gemi inşa sanayileri önemlidir. Ticaret ve sanayi kesimleri fütüvvet ve ahilik ilkelerine dayanan esnaf birlikleri tarafından teşkilatlanmıştır. Yine bu gelenek köy kesiminde de etkiliydi. Fütüvvet önceleri sadece cömertlik, misafirperverlik ve kahramanlık boyutlarına sahip iken zamanla İslâmî, tasavvuf! derinlikler kazanmıştır. Fütüvvet ülküleri Anadolu’da XII. yüzyılın sonlarında “ahilik” başlığı altında kurumlaşmaya başlamıştır.

Ahi zümreleri büyük şehirlerde çeşitli gruplar halinde teşkilatlanmışlardı ve her esnaf zümresinin ayn bir zaviyesi vardı. Eğer bir esnaf zümresi bir zaviyeye sığmayacak kadar kalabalık ise, şehrin çeşitli yerlerinde zaviyeler açıyor, bazan da bir teşekkülü besleyemeyecek kadar az miktarda olanlar bir zaviyede toplanıyorlardı. Esnaf ahlâk ve zihniyeti, genel zihniyetin bir yansıması olarak, kanaatkar, dayanışmacı, diğergamdır.

Mal fiyatları, ücretler, standartlaşma vs. konularında esnaf birliklerinin rolü önemlidir.


Para ve Fiyatlar

Anadolu yurt edinilirken, tıpkı ilk İslâmî devirlerdeki gibi, yerli para sistemine dokunulmamış ve oldukça yumuşak bir geçiş gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden Selçuklular, önceleri Bizans paralarını kullanmışlardır. İlk Selçuklu gümüş parası XII. yüzyılın ilk yansında, altın parası da aynı yüzyılın ikinci yarısında basılmıştır.

Anadolu Selçukluları ticareti ve mübadele hacminin genişletilmesini teşvik ederlerken, bununla uyumlu bir para politi­kası izliyorlardı. Kıymetli maden ve nakit para çıkışı yasaklanırken, girişi teşvik edilmiştir.

Selçuklularda da, ilk İslâmî devirlerdeki gibi, ondalık sistem hakimdi. Yani 10 dirhem 1 dinara eşitti. Halk arasında dinara altın, dirheme (gümüşe) akçe deniyordu. Anadolu’nun İlhanlı Devletine katılmasıyla bir süre sonra paraların İlhanlı paralarına göre ayarlanmasını takiben, karşılığı olan kâğıt para tecrübesi gündeme gelmiştir. Aslında Asya’da kâğıt para uygulaması eskidir. Mesela Çinliler ve Uygurlular kâğıt ve kumaş paralar kullanıyorlardı. İlhanlılar bu uygulamayı 1294’te İran’da da yapmışlar fakat halk, esnaf ve tüccarın direnmesi ve ticari hayatın felce uğraması sebebiyle bir haftada tedavülden kaldırılmıştı. Bu sistemin Anadolu’da da uygulanması için hazırlıklar yapılmışsa da, huzursuzluğa sebep olması yüzünden yürürlüğe konmamıştır. 1302’den sonra Selçuklu sultanlarının adını taşıyan sikkeler piyasada görülmeyecektir. Türkmen beylikleri de geliştikçe para basmışlardır, fakat bunu kendi adlarına yapacak güce sahip olmadıklarından Moğol sistemini izlemişlerdir.

Selçuklular döneminde para ekonomisi ve onun kredi işlemleri gibi sonuçlan varlığını sürdürmüştür. Devletin son dönemini teşkil eden XIV. yüzyılın başlarında nüfusun gerilemesine paralel olarak görülen talep düşüklüğü, fiyatların düşmesine ve iktisadî durgunluğa yol açmıştır.


Sosyal ve iktisadi Refah

Anadolu Selçuklularında XIII. yüzyıl başlarında sosyal ve iktisadi refah zirveye ulaşmıştı. Adil gelir dağılımı açısından oldukça kuvvetli bir orta tabakanın varlığını belirtebiliriz. Bu tabaka, ahiliğin teşkilatlandırdığı esnaf birlikleri ile ikta sistemi içerisinde yer alan sipahi ve köylüler tarafından oluşturulmuştur.

Devlet ve özellikle vakıflar, sosyal ve iktisadi refahı arttırmaya yönelik bir çok yatırım yapmaktaydılar. Yeraltı ve yerüstü su kanalları, köprüler, ribatlar, medreseler, imaretler, kervansaraylar, hastahaneler, hamamlar vs. bunlara örnek olarak verilebilir. Yine bunlar Moğollar’ın (İlhanlıların) ilk zamanlarında zayıf bir duruma düşmüşler fakat, Moğolların müslüman olmasından sonra eski önemini kazanmışlardır.

Kamu Maliyesi

Büyük Selçuklular’ın yıllık gelirleri Abbasiler’in yaklaşık 6 katı fazlaydı. Bu, Selçuklular’tn iktisadi kudret ve performansı nın yüksek olduğunu gösterebilir. Yine Selçuklular hesap ve bütçe geleneğinin olduğu bir bölgede hüküm sürmüşlerdir. Mali işlere Divan-ı istifa bakmakta ve bu divanın başkanına müstevfî denmekteydi.

Anadolu Selçuklularının toprak gelirleri, Moğol istilasından sonra onda birine kadar düşmüştür.

İkta sistemi İçerisinde zirai vergiler hazineye girmeden sipahilerin maaşını teşkil ediyordu. Devletin, zekâtın servetten alınan % 2,5luk kısmının toplanmasında da bir rolü yoktu. Devlet zekâtın % 10 ürün vergisi (öşür) ile ilgiliydi. Şehirlerde toplanan en Önemli vergi, şehre giren ve çıkan metalardan alınan vergiydi. Bundan başka pazar­lardan, bac denen resimler toplanırdı. İlhanlılar devrinde şehir vergilerine damga deniyordu. Bu labır, damga vergisi şeklinde gü­nümüzde de yaşamaktadır. Bütün bu vergi ler çoğu zaman doğrudan devlet tarafından toplanmıyor, mukataa şekline getirilerek iltizam usulüyle toplanıyordu. Müslüman olmayanlardan alınan cizye de umumi gelirler arasında büyük bir yer tutuyordu.

Anadolu Selçuklu devletinin son zamanlarındaki iktisadi durgunluğun sebeplerinden biri de, İlhanlılar’ın Anadolu üzerindeki malî baskılarıdır.

Ahmet TABAKOĞLU – SBA

İlgili Makaleler