PSİKOLOJİZM
PSİKOLOJİZM
Psikolojizm, felsefi
problemlerin, ancak psikolojinin cevaplandırabileceği sorunlar olarak
yorumlanmasını ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Felsefe tarihinde
özellikle John Locke (1632-1704) ve David Hume (1711-1776) tarafından temsil
edilen deneycilik akımının birçok anlayışında psikolojizm kendini açıkça belli
eder.
J. Locke’un insandaki
kavrama yetisini açıklarken kullandığı anahtar kavram, Rene Descartes’in ünlü
“ide” kavramıdır. Hem Descartes, hem de Locke için insan zihninin
bütün içerikleri (algı, inanç, düşünce, duygulanım vb.) “ide”lerden
oluşur. Ama
Descartes bazı
idelerin insan zihnine Tanrı tarafından yerleştirildiğini söylerken, Locke
bütün ideierin insanın tecrübesinden kaynaklandığını ileri sürer. Yani Locke
için bilgi, ide’lerin uyum ya da ilişkilerin veya uyumsuzluk ya da karşıtlıklarının
zihin tarafından algılanması ve kavranmasından ibarettir. D. Hume ise fazladan
olarak ide’leri duyu izlenimlerinden ayırır. Hu-me’a göre ideler, duyu
izlenimlerinin zihi-ne daha silik biçimde kopye edilmiş etkileridir. Bu ayrıma
rağmen her iki filozofun da ‘anlam’a bakışları ortak ve psikolojİstçedir.
Anlam, onlara insanın önceki duyusal deneyimlerine bağımlı imgeler olarak
görünmektedir.
Deneyci felsefede
psikolojizmin kendini ortaya koyduğu bir diğer yer de, Hu-me’un nedensellik
teorisidir. Hume, hangi idelerin hangi duyu izlenimlerinden kaynaklandığını
araştırırken neden ve sonuç arasında zorunlu ve önceden belirlenmiş bir ilişki
bulunmadığı fikrine ulaşır. Ona göre böyle bir nedensellik ilişkisi varsa,
bunun da bir izlenim olması gerekir. Oysa olup biten tek şey, neden ve etki
denilen durumların birbirlerinin ardısıra gelmesidir. Biz ise sürekli ve
tutarlı olarak ardarda gözlemlediğimiz olaylardan birini gördüğümüzde,
öbürünün de ortaya çıkmasını, onları birlikte algılamamızın neden olduğu bir
alışkanlıktan dolayı bekleriz. Aynı şekilde nasıl nedensellik ‘zorunlu
bağlantı1 duyumlarımızdan kaynaklanıyorsa, ahlakın kaynağı da akıl değil,
iç-duyumlarımızdır.
Locke ve Hume’un
deneyciliği ortaya çıkış zamanlarından beri etkilerini sürdürmüş ve modem
düşüncenin vazgeçilmez yapı taşlarından olmuşlardır. Bu fikirler Tanrı ile
evren arasındaki meiafiziksel bağlantıyı
kopararak modern
bilime felsefî bir temel hazırlamıştır. Onların önemli etkilerinden biri de XIX.
yüzyılda J.S. Mili tarafından geliştirilen çağrışımcı psikolojiye ve faydacı
felsefeye kapıyı aralamalarıdır. Mili, deneyciliği mantıksal sonuçlarına
götürerek bütün zihinsel olayların ortaya çıkışını çağrışımlarla açıklar ve
“alışkanlık duygulara ve yaşama tarzına kesinlik kazandıran biricik
şeydir” der. Artık hareketlerimiz bize verdikleri haz oranında iyi olarak
değerlendirilir.
XIX. yüzyılda Romantik
hayat ve öz felsefelerinde, felsefedeki bu psikolojizme yoğun bir tepki ortaya
çıkmıştır. Örneğin Öz felsefesinin kurucusu Edmund Husserl (1859-1938) ünlü
eseri Mantık Araştırma-ları’mn ilk bölümünü psikolojizmin eleştirisine
ayırmış, bütün idelerin psikolojik yapılardan bambaşka bir karaktere sahip olduklarını,
insan zihnindeki basit imgeler olmayıp kendi nesnel gerçeklikleri bulunduğunu
savunmuştur. Fakat modem düşünce ve modern bilimle son derece uygun konumundan
dolayı zamanla gelişip güçlenen yeni idealist felsefeler değil, Locke ve
Hu-me’un temellerini attığı psikolojizm olmuştur.
(SBA) Bk. Algı,
Deneycilik, Psikoloji