PSİKİYATRİ
PSİKİYATRİ
îlk kez XIX. yüzyılın
başında Almanya’da kullanılan ve bir derginin adı olan kavram, bugün modern
tıbbın psikolojik rahatsızlıklarla ilgilenen dalı için kullanılmaktadır.
Psikiyatri, dilimize ruh sağlığı ve hastalıkları diye çevrilmesine rağmen, ilgi
alanı geleneksel ruh kavramı değil, insanın düşünceleri, duygulan ve
davranışlarıdır; insanın psikolojik yapısını oluşturduğuna inanılan bu
etmenlerin bozulmalarının tanınmaya, sınıflandırılmaya, tedaviye ve önlenmeye
çalışılmasıdır.
Batı tipi düşünce ve
kurumlar tarihi yazımında genellikle Batı coğrafyası eksen alındığından ve
tarihin çizgi sel bir gelişim izleyerek bugünkü modern Batı uygarlığını
oluşturduğu düşünüldüğünden, çeşitli karışıklıklar ortaya çıkmaktadır.
İnsanlığın binlerce yıllık tarihinin bir paragrafta, Eski Yunan ve Roma
döneminin bir sayfada, Eski Yunan ve rönesans arası dönemin bir paragrafta,
Rönesans sonrasının ise sayfalar doldurduğu bu tarih anlatımı, düşünce ve
kurumlar tarihinin gerçek görünümünü sunmaktan çok uzaktır. Psikiyatri
tarihleri de aynı hatalı perspektiften yazılmaktadır. Psikiyatri tarihçilerine
göre, tarih boyunca psikolojik belirtileri tedavi etmek için gösterilen her
çaba psikiyatridir, ama tek işlevi günümüzün modern psikiyatrisine küçük
katkılar yapmak ve çağdaş hekimlikteki devrimi hazırlamak olan bir
psikiyatridir. Örneğin onlar için İslam tolumlannda açılan akıl hastaneleri ve
uygulanan müzikle tedavi, İslam’ın modern psikiyatrik yaklaşıma zamanına göre
olumlu katkılarıdır, tbni Sina ise bugünkü uygulamalara benzeyen önerileriyle
çağdaş ve ilericidir. Kimse İslam’ın deliliğe bakışının modem yaklaşımdan
farkını, o hastanelere yatanların şimdi psikiyatri kliniklerine yatanlarla aynı
türden insanlar olup olmadıklarını, îbn Sina’nın ruh kavramından, hatta beden
kavramından apayrı anlamlar çıkardığını, onun insana bakışından anjelojisi
(melekbilimi) çıkartıldığında geriye hiç bir şey kalmayacağını sorgulama
İhtiyacını duymaz.
Bu anlamda
psikiyatriyi insan psikolojisinin duygu, düşünce ve davranıştan oluştuğuna
inanan bir perspektifle, psikolojik rahatsızlıktan tanımaya, sın flamaya,
tedaviye ve önlemeye çalışan modern tıbbın bir dalı olarak tanımlamak gerekir.
Böyle bütanıma uyan psikiyatri anlayışının tarihsel kökenleri (Batı’da) ancak XVIII.
yüzyılın başına kadar götürülebilir. Çünkü bu dönemde psikolojik belirti
gösteren kimselere hasta olarak bakılmaya başlandığını ve psikolojik
belirtilerin farklı kümelere ayrıldığını görürüz. XVIII. yüzyılın sonu ise
Fransa’da Pinel, İtalya’da Chiarugi ve İngiltere’de Tuke’un zincirlere
bağlanarak aklın gücünü göstermek amacıyla kafeslerde seyrettirilen insanları
zincirlerinden kurtardıkları, onlar için hastaneler açtıkları ve tedaviye
çaba gösterdikleri bir dönem olmuştur. Bu tam anlamıyla çağdaş psikiyatriye
yol açan bir devrimdir. Bu dönemden itibaren çağdaş psikiyatrideki gelişmeleri
iki yönde ele alabiliriz:
1) Psikolojik rahatsızlığı olan insanlara yaklaşımda
insancıl gelişmeler,
2) Psikolojik rahatsızlıkların teşhisi sınıflaması, tedavi
ve önlenmesindeki gelişmeler.
Psikolojik
rahatsızlığı olan insanlara yaklaşımdaki insancıl yönelimin en genel olarak
toplumu hastadan koruma anlayışından, hastayı toplum içinde tedavi etmeye
doğru geliştiğini söyleyebiliriz. Özellikle XX. yüzyılda Batılı ülkelerin
psikolojik sağlığın önemini anlamalarıyla birlikte, hastaların doldurulduğu
büyük depo hastaneler boşaltılmaya, yerlerini genel hastanenin bir birimi
olan psikiyatri kliniklerine bırakmaya başlamışlardır. Bununla yctinil-memiş,
psikiyatri kliniklerinde hastalara uygulanan kısıtlama yöntemlerine alabildiğine
sınırlamalar getirilmiştir. Hastalara herhangi bir biçimde eziyete yönelik
davranış kesinkes reddedilmiş, en saldırgan hasta için bile en iyi tıbbi bakım
verilmeye çalışılmıştır. Saldırgan bir hastaya yaklaşım, kalb krizi geçiren
bir hastaya yapılan yaklaşıma benzemiş, ikisi de tıbbi bir acil durum olarak
kabul edilmiştir. Hastalan bir an Önce iş ve aile yaşamına geri gönderme psikiyatrik
tedavinin temel amacı haline gelmiş, bu nedenle hastanede kalış süreleri alabildiğine
azaltılmış, dispanserler ve gündüz hastaneleri, ev ziyaretleri yoluyla
hastaları mümkün olduğunca toplum içinde ayaktan izlemeye önem verilmiştir.
Psikolojik
rahatsızlıkların teşhisi, sınıflaması, tedavisi ve önlenmesindeki gelişmeler
ise XIX. yüzyıldan günümüze kadar artan bir ivmeyle sürmektedir. XIX. yüzyılın
ilk yansında daha çok ağır psikolojik rahatsızlıklar (psikozlar) üzerinde
duruldu, çeşitli şizofreni türleri (o zaman hastalığa şizofreni denilmiyordu),
alkolizm ve beslenme bozukluğu ile ortaya çıkan psikozlar tanımlandı. İkinci
yansında ise hipnozun popüler hale gelmesiyle, ilgi psikozlardan nevrozlara
yöneldi. Bu yöneliş psikoanali-zin ortaya çıkması için gerekli ortamı hazırladı.
XIX. yüzyıl sonlan ile XX. yüzyıl başlan her alanda psikiyatrinin önemli
adımlar attığı yıllar oldu. Sigmund Freud, psikoana-lizi ilk kez 1896 yılında
nevrozların tedavisinde yeni bir yöntem olarak ileri sürdü. Freud’un bu
çalışması, ona yapılan katkılar, ya da karşı çıkışlar, bir yandan çoh canlı bir
ortam sağlarken, bir yandan da insan psiko-lojisiyle ilgili bilgide büyük
genişlemeler sağladı. Psikanaliz doğurgan niteliğiyle, en az Freud kadar önemli
olan C.G. Jung, A. Adler, O. Rank, K. Homey, E. Fromm ve daha birçok önde gelen
teorisyen ve terapistin yetişmesine neden oldu. Kısa sürede bütün dünyada
kurumlaştı, eğitimden felsefeye her alanda etkili oldu. Aynı yıllarda Rus
fizyologu tvan Pavlov’un çalışmaları daha sonra çok önemli bir başka psikoloji
teorisinin ve tedavisinin, davranışçılığın temellerini atıyordu. Bu
gelişmelere paralel olarak organik psikiyatri alanında da bazı psikolojik
rahatsızlıkların insan bedenindeki değişmelere bağlı olduğunu keşfetme ve
insü-lin koma tedavisi, elektrokonvulsif terapi gibi etkili tedavi biçimleri
bulundu. İnsancıl gelişmelere daha çok bu keşifler yol açmıştır.
Psikiyatrinin belirsiz bir alanla ilgilendiğini düşünüp, psikolojik
rahatsızlığı olan insanlara asla hastanelerinde yer vermeyi düşünmeyen modern
tıbbın diğer dallarından hekimler, tedavi başarılarım görünce psikolojik
rahatsızlığı hastalık olarak görmeye ve kapılarını onlara açmaya başladılar.
Bir bakıma XX. yüzyılın ilk yansında psikiyatri bir modern tıp dalı olarak
rüşdü-nü ispatlamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda ise biyolojik
psikiyatride, tanımlayıcı psikiyatride ve psikotepari ala-
nında tam bir patlama
oldu. Biyolojik psikiyatrideki yenilikler, psikolojik rahatsızlıkların ve
beynin biyokimyasının bilinmesinde birçok yeni tekniğin ve bilginin ortaya
çıkması ve psikolojik rahatsızlıkların ilaçla tedavisinde dev adımların
atılması şeklinde oldu.
Tanımlayıcı psikiyatri
alanında ise uluslararası çalışmalar sayesinde psikolojik rahatsızlıkların
tanımlanmasında ortak bir dil ve ölçütler geliştirildi. Psikolojik rahatsızlıkların
psikoterapi yoluyla tedavisinde psikanaliz ve davranışçı yöntemlerin yanısıra
yüzü aşkın yeni yöntem ortaya çıktı. Feno-menolojik ve varoluşçu görüşler,
psikolojide üçüncü güç olarak yerlerini aldılar. Bütün bu gelişmeler ancak
büyük çaplı kurum-Iaşma!ar ve yeni işbölümü ile başanlabildi. Psikiyatrinin
çocuk ve ergen psikiyatrisi, yaşlılık psikiyatrisi, psikosomatik, sosyal
psikiyatri, transkültürel psikiyatri, adli psikiyatri, epidemiyolojik
psikiyatri gibi birçok dalı oluştu. Modern uygarlıkta, modern psikiyatri
böylece olmazsa olmaz niteliğine kavuştu. İnsan ruhuna dair bilgimizde henüz
çok büyük boşluklar varsa da, herkesin ruhunu bir uzmana teslim ettiği
‘psikiyatri-zasyon’ sürecinin bütün dünyada tamamlanmasına ramak kaldığı
söylenebilir.
Erol GÖKA
Bk. Bilinç
Bozuklukları, Psikanaliz, Psikoloji