Tarihi Şahsiyetler

Maanoğlu Fahreddin Kimdir, Hayatı, Osmanlıya İsyanı, Hakkında Bilgi

Ma’noğlu Fahreddin (ö. 1044/1635) Lübnan’da bağımsız bir idare kurmak üzere Osmanlılar’a isyan eden Dürzî emîri.

Lübnan’ın güçlü Dürzî ailelerinden bi­ri olan Ma’noğulları’nın (Âl-i Man. Benî Ma’n) reisi Emîr Korkmaz’in oğlu olup 1572’de doğdu. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hâkimi­yetini kabul eden ailenin başında bulu­nan ve adını aldığı dedesi Fahreddin’den dolayı bazı Batı kaynaklarında II. Fahreddin şeklinde anılır. Söz konusu kaynak­larda bu aileden müstakil bir hanedan gibi bahsedilmesi doğru değildir. Aile mensuplarının birbirinin yerine geçme­sinde Osmanlı hükümetinin onayı gerek­tiği gibi bunlara Osmanlı idarî teşkilâ­tında sancak beyi statüsü tanınmıştı. Babası Korkmaz’ın 1585’te Ölümünün ardından Mârûnî Hâzin ailesinin yanına gönderilen ve burada yetişen Fahreddin kısa süre içinde bölgedeki Dürzî emirle­ri arasında sivrilmeye başladı. Özellikle 1594’te Sam beylerbeyi olan Kuyucu Murad Paşa ile yakınlık kurarak gücünü da­ha da arttırdı; rakiplerinin bir kısmını bertaraf etti. bir kısmını da kendisine bağladı. En güçlü rakibi daha sonra kayınpederi olan Ebû Seyf Yûsuf idi. Onun­la 1598’de giriştiği mücadelede başarı kazanarak nüfuzunu Kuzey Lübnan’a doğru yaydıysa da Seyfoğulları ile olan anlaşmazlığı uzun yıllar sürdü. Kendisi­ne Osmanlı hükümeti tarafından Safed sancak beyliği verilen Fahreddin’in Yû­suf’a karşı başarı sağlamasında Halep Beylerbeyi Canbolatoğlu Ali Paşa’nın da rolü olmuştu. Osmanlı idaresine karşı doğrudan ilk isyanı Canbolatoğlu ile yap­tığı ittifak sonucu gerçekleşti. Bu arada Osmanlılar’ın Avusturya ve İran savaş­ları ile meşgul olmasından faydalana­rak nüfuz bölgesini Safed’den Aclün ve Banyas’a, Güney Lübnan’a doğru geniş­letmiş, tüfekli asker (sekban) toplayarak düzenli birlikler kurmuş, iktisadî gücü­nü arttırmıştı. Oğlu Emîr Ali’ye de Sayda ve Beyrut sancak beyliği verilmişti. Vergisini düzenli olarak göndermeye iti­na gösterdiği, bazı devlet adamlarını el­de ettiği için onun bu hareketlerine hükümet merkezi tarafından göz yumul­duğu, bu sayede gücünü ve nüfuzunu genişlettiği de belirtilir.

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu karışıklıklardan faydalanıp istiklâlini ka­zanmak için harekete geçtiği anlaşılan Emîr Fahreddin Şam’ı kuşatan Canbola-toğlu’na yardım ettiği gibi askerleri de Oruç Ovası Savaşı’na katıldı. Bundan bi­raz önce kendisine hüküm gönderilerek Vezîriâzam Murad Paşa’nın çıkacağı Şark seferine asker yollaması istendiyse de o sırada Canbolatoğlu ile ittifak halinde bulunduğundan buna cevap vermemişti. Fakat Canbolatoğlu’nun 23 Ekim 1607’de Kuyucu Murad Paşa ta­rafından yenilgiye uğratılması üzerine geri çekildi ve eskiden beri tanıdığı ve-zîriâzamdan af diledi. İsteği kabul edi­lerek Safed sancağı yeniden kendisine verildi. Hemen ardından 3 Safer 1017’de(19 Mayıs 1608) vezîriâzamın ordusu­na oğlu Emîr Ali idaresinde asker gönderdi.Top­çular kâtibi Abdülkâdir Efendi’ye göre ise Fahreddin Oruç Ovası Savaşı’ndan sonra orduya gelmiş, vergilerini teslim edip özür dilemiş. Kuyucu Murad Paşa da onun özrünü kabul ederek hil’at giy­dirmiş, hatta o sırada orduya gelen ra­kibi ve düşmanı Trablus Beyi Seyfoğlu ile barıştırılmıştır.

Fahreddin bundan sonra kendisine yeni müttefikler aramaya başladı, özel­likle İtalya’da Toskana dukaları ile ilişki kurdu. Hatta zahiren barıştığı Seyfoğul­ları ile mücadele için onlardan yardım aldı. Mârûnîler’le de temasa geçti. Fa­kat 1611’de Kuyucu Murad Paşa’nın ölü­mü ve yerine Nasuh Paşa’nın geçmesi durumunu oldukça zorlaştırdı. Halep beylerbeyiliği sırasında kendisini yakından tanıyan, vaktiyle anlaşmazlığa düştüğü Nasuh Paşa onun hareketlerini daha dik­katli bir şekilde takip etmeye başladı. Toskana ile ir­tibatını geliştirmesi, sekban toplamayı sürdürmesi, yöredeki sancaklarla ilgile­nerek bunları kendisine bağlamaya ça­lışması ve göndermeyi taahhüt ettiği ver­giyi aksatması üzerine Şam Beylerbeyi Hafız Ahmed Paşa onun te’dibiyle görevlendirildi. Ahmed Paşa’nın 1021-1022 (1612-1613) yıllarında Dürzî dağlarında­ki harekâtının yanı sıra bir Osmanlı filo­sunun da denizden sıkıştırması Fahreddin’i güç durumda bıraktı. Diğer Dürzî emirlerinin muhalefetiyle de karşılaşın­ca emirliği ve diğer işleri büyük oğlu Ali ile kardeşi Yûnus’a bırakarak bir Fran­sız gemisiyle Sayda’dan ayrılıp İtalya’ya gitti(15 Eylül 1613). Osmanlı kaynakları­na göre bu kaçışı Avrupa’dan yardım almak içindi. Hatta beylerbeyilikle Safed’e tayin edilen Ha­san Paşa ve Hafız Ahmed Paşa Dürzî ka­lelerini zaptederken beş parça Floransa gemisi yardım için sahile asker ve top gkarmaya başlamış, ancak Osmanlı kuvvetlerinin yetişmesi üzerine Dürziler dağ­lara, Floransalılar da gemilerine kaçıp uzaklaşmışlardı.

Kendisinin Lorraine hanedanına men­sup bulunduğunu, Toskana dukaları ile akraba olduğunu söyleyerek İtalya’da iyi kabul gören Fahreddin Papa V. Paul ile görüşmek üzere Roma’ya gitmiş, Haçlı seferlerinin hâtıraları ile duygulanan pa­pa ona büyük bir saygı göstermişti. Bu sırada Nasuh Paşa ölmüş, İran seferiyle uğraşan Osmanlı Devleti de bazı kalele­rin yıktırılması, emirliğin oğlu Ali’de kal­ması ve kendisinin hiçbir işe karışmaması şartlarıyla Fahreddin’in dönüşüne izin vermişti (1027/1618). Beş yıl kadar Floransa’da yaşayan Fahreddin, Toska­na dükü ile anlaşma yapıp yanına mü­hendisler, mimarlar ve bir miktar zena-at erbabı alarak geri döndü.

Fahreddin’in geri döndüğü 1618den 1635’e kadar geçen süre zarfında Lüb­nan bölgesinde Ma’noğulları güçlerini ve nüfuzlarını oldukça yaydılar, rakiplerini bertaraf ettiler. Fahreddin’in Floransa’- da bulunduğu sırada Hasan Paşa ile Ebû  Seyf Yûsuf Ma’noğullan ile mücadele- yi sürdürerek bunların çoğunu ortadan  kaldırmışlar, birçok yeri ele geçirmişler,  Emîr YÛnus’u Banyas Kalesi altında yen­mislerdi. Fakat Fahreddin dönünce Ebû Seyf ele geçirdiği yerleri geri verdiği gibi onunla bir  anlaşma yaptı, ayrıca kızını da onunla  nikahladı (1619). Ancak bu geçici bir anlaşma oldu, aralarındaki mücadele ye­niden başladı. Fahreddin birçok yeri ele geçirdi; Yûsuf “un 1624’te ölümünden sonraki üç yıl boyunca nüfuz sahasını daha da genişletti. Anne tarafından Seyf ailesine mensup olan oğlu Hüseyin’i Trab­lus beyliğine tayin ettirdi. Kendisi de Nablus ve Aclûn sancak beyi unvanını aldı. Bu hareketleri sırasında Osmanlı hü­kümet merkezini dikkatle takip ediyor, oranın durumuna göre siyasetini ayarlı­yordu. Merkezde elde ettiği adamları vasıtasıyla olup biteni haber alıyor, gi­riştiği harekâtı, Arap eşkıyalarına kar­şı memleketi koruma ve emniyeti sağ­lama şeklinde gösteriyordu. Kendini güç­lü hissetmeye başladığında da Şam bey­lerbeyine karşı harekete geçmekten çe­kinmedi. 1623’te Şam Beylerbeyi Mus­tafa Paşa’yı Ayncar’da (Ancar) yenip esir aldı. Bu zafer onun şöhretini çok arttır­dı. Ancak hükümet merkezine olayın bir yanlış anlamadan dolayı meydana gel­diğini söyleyerek Mustafa Paşa’yı ser­best bıraktı. Bu hareketinde Osmanlı hü­kümet merkezindeki karışıklığın önemli rolü olsa gerektir. Nitekim o sırada II. Osman katledilmiş, I. Mustafa yeniden tahta çıkmış, onun bir yıl sonra azliyle yerine küçük yaştaki IV. Murad geçmişti (1623). Bu durumdan istifade eden Fah­reddin merkezin kontrolünden uzakta müstakil hareket ederek Avrupa dev­letleriyle sıkı ticari ilişkiler kurduğu gi­bi 1631’e doğru hâkimiyeti altındaki yerleri hemen hemen Anadolu’ya doğru uzatmış bulunuyordu.

Onun bu basanları uzun sürmedi; özel­likle bu son tarihten itibaren bölgedeki nüfuzlu Arap aileleri arasında kendisine karşı bir tepki başladı. Müslümanları tah­kir ettiği, camileri kiliseye çevirdiği, Tos­kana dukası ve Malta şövalyeleriyle irti­bat kurup sahilleri korsan gemilerine yağmalattırdığı ve onları barındırdığı, mukaddes yerleri ele geçirmek isteyen hıristiyan devletlerle anlaştığı gibi ge­rekçelere dayanan bu tepkiler aslında onun siyasî ve iktisadî gücünden, baskı­larından duyulan rahatsızlıktan kaynak­lanıyordu. Bu sırada Osmanlı hükümet merkezinin dikkati de bu yöne çevrilmiş­ti. Daha önce II. Osman’ın onun üzerine sefere çıkma isteği Dilâver Paşa tarafın­dan engellenmişti. Şimdi idareye tama­men hâkim olan IV. Murad bu mesele­nin bütünüyle halline karar verdi. Bun­da kısmen, ticarî menfaatleri dolayısıyla Venedikliler”in Fahreddin aleyhine hükü­met nezdinde bulundukları çeşitli teşeb­büslerin de rolü vardı. Ayrıca böyle nü­fuzlu ve şöhreti Avrupa’ya yayılmış ba­ğımsız hareket eden bir emîrin bertaraf edilmesi IV. Murad’ın iktidarını, idareyi tam olarak yeni ele aldığı bir sırada daha güçlü hale getirmiş olacaktı. Bu arada, 1632 yılı sonlarında Sayda, Safed ve Beyrut mirlivası olarak zikredilen oğlu Emîr Ali’nin 1041 (1631) yılına ait 1.700.000 akçe tutarındaki vergisi hazineye geldiy­se de bu durum alınan kararda herhangi bir değişikliğe yol açmadı.

Fahreddin’in tenkili işiyle Şam Beyler­beyi Küçük Ahmed Paşa görevlendirildi. Ahmed Paşa, Fahreddin’in oğlu Ali ku­mandasındaki kuvvetleri Safed yakınla­rında mağlûp etti; mücadele sırasında Ali maktul düştü. Osmanlı kuvvetlerinin harekâtı sürdürmesi üzerine Fahreddin Cizzîn’de Sakîf Tirûn’a çekildi. Bu arada bir Osmanlı filosu da denizden Suriye sahillerini abluka altına alarak batıdan gelebilecek yardımları önledi. Fahred­din, Ahmed Paşa’nın sarp dağlardaki ha­rekâtı karşısında Cizzîn yakınında bir ma­ğaraya saklandıysa da sonra teslim ol­du. Oğulları Mesud ve Hüseyin ile birlik­te İstanbul’a gönderildi. İstanbul’a va­rışları, IV. Murad’ın otağının Revan Se­feri için Üsküdar’a geçtiği güne rastladı(21 Şubat 1635). Fahreddin derhal bos-tancıbaşı hapsine verildi. 25 Şevval 1044’te(13 Nisan 1635) idam edildi. Bu arada Ahmed Paşa Sayda, Beyrut Safed, Şûf ve Sakîf bölgelerine tamamen hâkim ol­muş, ancak 1636’da Ma’noğullarf ndan Emîr Mülhem Sayda’yı. Seyfoğullan’ndan Emîr Ali de Beyrut’u ele geçirmiş­ler, fakat bunlar Şam mütesellimi Ab­dullah Paşa tarafından uzaklaştırılmış­lardı. Fahreddin’in İstanbul’daki oğullarından Hüseyin Bey Osmanlı sara­yında yetişerek önemli devlet hizmetle­rinde bulunmuş, ayrıca Naîmâ’nın kay­nağı Şârihulmenârzâde’nin başlıca râvi-leri arasında yer almıştır.

Maceralı hayatı ve faaliyetiyle Avrupa’­da büyük ilgi çeken, hatta birçok kitap ve romana konu olan Fahreddin bazı araştırmacılar tarafından modern Lüb­nan’ın kurucusu olarak kabul edilir. Onun Avrupa ile sürekli irtibat halinde bulu­narak siyasî, ticari ve dinî isteklerini ye­rine getirdiği bilinmektedir. Özellikle İtal­ya’dan döndükten sonraki faaliyetleri dikkat çekicidir. Fransa Kralı XIII. Louis’nin ricasıyla Nezârefdeki eski kiliseyi tamir ettirmiş ve bir manastır yapımına yardımcı olmuştur. Hıristiyan çiftçileri Güney Lübnan’daki arazilere yerleştirerek ziraatı canlandırmaya çalışmıştır. İpek sanayiini geliştirmiş, Fransız ve Hol­landalı tacirlere geniş imkânlar tanımış, önemli bir ticaret limanı haline gelen Beyrut ve Safed’in imarını sağlamıştır. Sayda’da Fransızlar’a büyük bir han in­şa izni verdiği gibi Floransalılar’a da bir konsoloshane açmış; özellikle Şûf ipeği, keten, zeytinyağı, pirinç gibi malların ti­caretini teşvik etmiştir. Fahreddin’in ver­gileri düzenli şekilde toplamak için halka baskı yaptığı, yeni vergilerle onları ezdiği de belirtilir. 1621’de Fransız Des-hayes de Courmenin onu Osmanlı bey­lerinin en büyüklerinden biri olarak anar ve gelirinin 900.000 franga ulaştığını, bu­nun 340.000 frangını vergi olarak gön­derdiğini yazar. Bazı kaynaklarda Fahreddin’in Hıristiyanlığı kabul ettiği kayıt­lıdır. Bu hususta kesin bir şey söylenememekle birlikte Mârûnî bir ailenin ya­nında yetiştiği, en yakın yardımcısının bir Mârûnî (Ebû Nâdir Han) olduğu, özel­likle Dürzî ve Mârûnî birleşmesini sağla­yarak siyasî birliğin teşekkülünde önem­li bir rol oynadığı bilinmektedir.

TDV İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler