Hasan Basri Kimdir, Hayatı, Fikirleri
Hasan Basrî. Tam adı Hasan b. Ebi’l Hasan Yesar (D. Medine, 641 – Ö. Basra, 728), hicretin ilk asrında yaşamış olan yüksek şahsiyetlerden.
Babası, İslâm fütuhatı esnasında esir edilerek, Maysin’dan Medine’ye götürülmüştü. Orada meşhur Zeyd b. Sabit’in azadlıları arasına girerek, Ümmü Selama azadlılarından Hayra adında bir kadın ile evlenmiş ve bu evlilikten, 641’de Medine’de Hasan dünyâya gelmiştir, Hasan Vadi’l-Kura’da yetişti ve oradan Basra’ya gîtti; Basra’da kuvvetli seciyesi, zühd ve takvası, ilmi ve belâgati ile büyük bir şöhret kazandı, İbn Şirin ve al-Şa’bi gibi temayüz etmiş zâtlar, Yezid’in hilâfete varisliği mes’elesinde fikirlerini ortaya koymaya cesaret edemedikleri hâlde, Hasan bunu uygun görmediğini açıkça söylemekten çekinmedi. Abdülmelik’e yazdığı risalesinde aynı lisan serbestliğini muhafaza ettiği için, Şehristani gibi, sonradan gelen müellifler bunda kaderiye inancına eğilim gibi bir mâna sezdiklerinden, bunu Vâsil b. Ata’ya isnat etmeği tercih ederlerdi. Hâlbuki Hasan Basri’nin asıl kendisinin “kaderî” olduğunda şüphe yoktur. Şu kadar var ki, kelâmı ihtilâflarda cephe alacak bîr şahsiyet değil idi. Onun nazarında asıl mühim olan şey insanın yaptıklarından tamamen mesûl olması ve bundan dolayı akıbetten korkarak, günahtan son derecede sakınmasının gerektiğidir. Meşhur ve gayet beliğ vaazlarında halkı dâima günahlardan tahzir ediyor ve gönüllerine Allah korkusu telkin ediyordu. Murcie fırkası, mü’min için îmânın kâfi olduğunu söylemek suretiyle, “büyük günahları” irtikâp eden fâsıkın da mü’min sayılacağını kabul etmiş oluyordu. Hasan bunu asla kabul etmez; onun nazarında ağızla iman getiren, fakat günah irtikâp eden fâsik—”münâfıktır”. Bu noktada Mutezile Hasan’dan ayrılmaktadır. Onlarca fâsik—manzila bayn al-manzilatayn yerini işgal eder. Hasan’ın kaderîliği kabul edildikten sonra, Abdülmelik’e yazdığı meşhur risalenin kendisine âit olduğunu kabul etmek mümkün olur. Bu risale kaderi fırkasının bize kadar gelen yegâne orijinal vesikasıdır. Siyâsette Hasan Basri, Emevîlerin ve Haccâc b.Yûsuf’un bâzı tedbirlerine alenen çirkin görmekle beraber, hükümete karşı isyanı, kılıç ile, değiştirmeği doğru bulmadığından, İbn ül-As’as’in isyan hareketine katılmamıştır. Onun nazarında, âhiretten korkan mü’min için, bu dünyânın siyâsî işleri önemsizdir. Ehl-i sünnet inancındaki “zâlim bir insanın arkasında namaz kılmak caizdir” kaidesinin kaynağı belki Hasan’ın bu doktrinine kadar gider.
Hasan Basri’den bir çok hadîs rivayet edilmesine rağmen, kendisi isnad tekniğine önem vermezdi. Hadîs, onun için, başlıca vaaz vâsıtası idi. Vaazları, belâgatinden dolayı, çok meşhurdur ve Basralılar tarafından toplanmıştır. Hasan’ın zühd ve takvâsı sonraları tasavvufun gelişmesine sürekli bir tesir etti ve bilhassa Basra mutasavvıfları onu kendilerinin şeyhi sayarlardı. Kendisi bir de, hem Sünnîler hem Mutezile tarafından, bir imam gibi zikredilmektedir. Mutezilenin onu kendilerinden saymasının sebebi, yalnız Amr b. Ubayd ve Vâsil b. Ata gibi mezhebi akidelerinin ilk temsilcilerinin Hasan’ın şâkirdlerinden bulunması olmayıp, bizzat kendisinin de, onlar gibi, “kaderîlik” fikrine meyilli bulunması idi. Vâsil b. Atâ’nın sonradan kendisinden ayrılmış olması, bu vasiyet üzerinde hiç bir değişiklik meydana getirmemiştir. Hasan’ın “uhuvveti” meşhur olduğu için, fütüvvet birlikleri dahi onu imam sayarlar. Bu suretle hemen bütün tarîkatler, kaynağı itibârı ile, Hasan’a ulaşmaktadır. Genel bir hürmete mazhar olan bu zât vefat ettiğinde, bütün Basra halkı cenazesini takip etmiştir.